Her toplumun kurucu liderleri vardır. Bu liderlerin çoğu büyük komutan, büyük devlet adamı olma özellikleriyle anılırlar. Atatürk’ün bu niteliklerin en yükseğine sahip olduğunu herkes bilir. Onu diğerlerinden farklı kılan özelliği ise humanist bir aydınlanmacı ve bir “Başöğretmen” olmasıdır. Başöğretmen olmak kolay mı hiç? Çocukluğundan beri hep merak etmiş, okumuş, araştırmış ve öğrenmeye çalışmış. Sadece öğrenmekle yetinmemiş, öğretmiş de. Onun, “benim asıl anlatılacak yanım öğretmenliğimdir” sözünden öğretmeyi, öğretmeliği yüce bir değer olarak gördüğünü anlıyoruz.
Hep okumuş, okulda, cephede, hasta yatağında. Antropoloji, hukuk, dil, tarih… gibi alanlarda araştırmalar yapmış. Bu konularda yazılmış yabancı kaynakları incelemiş ve komisyon çalışmalarına öncülük etmiş. Tarih araştırmalarına yoğunlaştığı bir dönmede “niçin bu kadar çok okuyorsunuz?” sorusuna, “Ben çocukken yoksuldum. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiç birisini yapamazdım” cevabını verir. Yapılan çalışmalara göre; 1741’i Çankaya Köşkü’nde, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde ve 3’ü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesi’nde olmak üzere 3997 kitap okumuş. Bunlar sadece bilinenler. Ya kayda geçmeyenler? Kısacık ömründe tam 3997 kitap. Okuduğu kitaplar arasında Doğu ve Batı filozoflarının eserleri de yer alıyor. Cumhuriyet tarihine bakıldığında, kaç akademisyen ya da kaç bilim insanı ömründe 4000’e yakın kitap okumuştur ya da okuyabilir? Başöğretmen işte, böyle bir okuma sevgisine sahip. İnsan merak ediyor. Atatürk’den sonra ülkeyi yöneten liderler arasında bu sayıya ulaşanlar varmıdır? Neleri okumuşlardır acaba? Bu birçok şeyin göstergesidir. Merak etmiyorsanız okumazsınız. Okumuyorsanız bilgiye ulaşamazsınız, öğrenemezsiniz ve derinleşemezsiniz. Oradan buradan, kulaktan duyma olanlarla yetinirsiniz, duyduklarınızın doğruluğundan şüphe bile etmezsiniz. Duyduklarınızı sorgulayacak bilginiz olmadığı için, sadece inanırsınız ve bilmeden anlamadan yargılarsınız. Öyle, kitabın sadece özetini okumak ya da okuyan birinden kitabı dinlemek kitap okuma filan sayılmaz hiç.
Yeri gelir okuma yazma bilmeyen Mehmetçiğe okuma yazma öğretir, yeri gelir okullarda derse girer. Başöğretmen ya, cumhuriyeti emanet ettiği genç kuşakların Batı’nın bilim, sanat, felsefe ve kültür birikimini öğrenmesini ister. Kara tahtanın başına geçerek Latin harflerini öğretir. Her gittiği yerde liseleri, üniversiteleri ziyaret eder. Hatta Sivas Lisesi’ne uğradığında matematik dersini gözlemler. Derste bir kız öğrencinin, hocasının sorduğu sorulara Arapça terimlerle cevap vermekte zorladığını görür. Dersin hocasına dönerek “Bu Arapça kelimeleri siz de, ben de, herkes de zor anlıyor, bu çocuklar nasıl anlayabilirler ya da anlatabilirler” biçimde sitem eder. Benim çocuklarım kendi dillerinde matematiği öğrensinler diye bir geometri kitabı yazar. Yazdığı kitap, matematik ve geometri derslerinde kendi türettiği terimlerle ve kavramlarla okutulur. Bunca işinin arasında oturup bir geometri kitabı yazmasının nedeni, rasyonel düşünebilen nesiller yetiştirme arzusudur.
Dil kurultaylarına katılır ve komisyonlarının çalışmalarını yakından takip eder. Amacı, Türkçeyi bir bilim dili haline getirmek ve Türk çocuklarının da pozitif bilimlerde yol almalarına anlamlı bir katkı sunmaktır. Komisyonlar Arapça terimlerin Türkçe karşılıklarını bulmaya çalışmaktadır. Ayrıca Batı terimlerinin kavramlarını anlatabilecek Türkçe karşılıklar aranmaktadır. Bulunan karşılıklar bu terimlerin kavramlarını anlatıyorsa Türk fonetiğine uygun imla ile alınacak, ortaokul ve lise öğretiminde kullanılacaktır. Komisyonun hazırladığı uzun listelerin başında “riyaziye” kelimesine bir karşılık bulunamamıştır. Başöğretmen, komisyon başkanına riyaziyenin anlamını sorduğunda “riyaziyenin riyazat’tan geldiğini ve sofuların sıkı perhizi” demek olduğu cevabını alır. Atatürk riyaziyenin Batı terimlerimdeki karşılıklarını ve anlamlarını sorduğunda, komisyon başkanı riyaziyenin Fransızcasının “mathématiques”, Almancasının “mathematik”, İngilizcesinin “mathematics” olduğunu hepsinin de Yunanca bilgi, bilim, öğrenme anlamına gelen “mathéma” sözcüğünden türediğini söyler. Bu dillerdeki anlamının da “sayı ve ölçü temeline dayanan nicelik bilimlerinin genel adı” olduğunu ifade eder. Tamamdır, riyaziyenin Batı dillerindeki anlamı kafasında oturmuştur. “Burada sofuların, perhizlerin işi yoktur. Bu terimin Türkçesi matematik olmalıdır” der ve riyaziyenin karşılığı “matematik” olarak kabul edilir.
Eleştirel akılcı bir aydınlanmacıdır. Sürekli bir yenileşmeden, gelişmeden ve ilerlemeden yanadır. “Bir gün benim sözlerim bilimin doğrularıyla ters düşerse siz bilimin yolunu takip edin.” sözüyle bilim alanındaki doğruların değişebileceğini, şartsız koşulsuz kişilere bağlanmak yerine bilimin yolunu takip etmemiz gerektiğini söylüyordu. Bu kadar da özgüveni yüksekti. Başöğretmen, biz her bakımdan medeni insan olmalıyız, fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa medeni olmalıdır, kıyafetimiz de medeni hayata uygun olmalıdır düşüncesiyle “kıyafet devrimini” hayata geçirdi. Kendisi bu konuda da örnek oldu. Yaşadığı zamanın en şık, en zevkli giyinen devlet adamıdır. Amacı, medeni dünyanın bir parçası olma yolunda bizim de şık ve zevkli giyinmemize öncülük etmekti. En önemlisi, Atatürk bir humanist aydınlanmacı ve öğretmeler topluluğunun en ideal örneğidir. Hayatı cephelerde geçmiş bu büyük insanın “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi tüm dünyaya “yaşam hakkının” bir değer olduğunu söylüyor.
Bugün Ukrayna’da çocukların, kadınların, yaşlıların…yaşadığı acılar ve yıkımlar bu sözünün ne kadar değerli olduğunu tüm dünyaya bir kez daha haykırıyor.