Kendi ayağımıza sıktık ve ülkeyi kıpkırmızı hale getirdik.
İçine düştüğümüz ve kırmızıya bulandığımız tablo, yönetimin yanlışlarda ısrar ve inadı yüzünden oluştu. Sen kalk bir yandan sosyal hayatın temposunu düşürecek kararlar al, diğer yandan toplu kalabalıkların oluşmasına göz yum. Sırası mıydı kongreler yaparak, bindirilmiş kıtaları salonlara yığmanın? Kalabalık olacak ki, yönetimin gücünü tüm millet görsün. Yine sırası mıydı okulları açmanın ve yüzyüze eğitimi başlatmanın? Ya peki Türkiye-Letonya milli maçına seyirci almaya ne demeli? Allah'tan faciayı son dakikada fark ettiler de, iptal ettiler bu kararı.
Ülke yönetimi ciddiyet ister.
Hele sağlığın sözkonusu olduğu bir dönemde, bu ciddiyete bir de özel hassasiyet eklenir. Ortalık Korona’dan kırılıyor, sanki her şeyimiz tamammış gibi kongreleri aksatmamaya çalışıyoruz. Maske ve mesafe hakgetire, hijyenin ise kırıntısı bile görülmüyor artık. Evet dur-yapma gibi uyarılara aldırmayan bir toplumuz. Sokağa çıkma yasağına rağmen, çıkmayı marifet sayıyoruz çoğumuz. Nedense yasaklara karşı müthiş bir tepkiye sahibiz.
Sadece bakkala,fırına ve eczaneye gitmemiz gerekirken, yasaklarda serbestçe dolaşıp duruyoruz. Cezası da az değil, 3000 liranın üzerinde kesiliyor makbuzlar. Ama yine de aldırmıyoruz çoğumuz. Elimizde ekmek poşetiyle sahillerde yürüyüşe, eş-dost ziyaretine, hatta ormanlarda pikniklere gidiyoruz. Yakalanınca da elimizdeki poşeti göstererek "bakkaldan geliyorum" diyoruz. Polisler de, bekçiler de, zabıta da ne yapacağını şaşırdı. Durduramıyor, önleyemiyor, cezaya rağmen direnen halka bir türlü söz geçiremiyorlar. İnsanımızın zekasıyla uğraşmak pek de kolay değil. Yasaklarda köpek gezdirmek serbest ya, şimdi köpek kiralayanlar bile var. 50 lirayı verdiniz mi, yasakta 3-4 saat serbestçe gezdirebiliyorsunuz köpeği. Böylesine parlak bir fikir kimin aklına gelir diye düşünmeyin, çok kişinin aklına geliyor işte…
Aslında salgın ve bulaş şartlarında hükümet olmak da kolay değil. Paran yetersiz, aşının gerisi gelebilecek mi henüz meçhul. Esnafı serbest bıraksan olmuyor. Bırakmasan hiç olmuyor, çünkü onları ayakta tutacak mali desteği Avrupa ülkelerinde olduğu gibi veremiyorsun. Haklı olarak esnaf ayakta, çoğu feryat ediyor, bir kısmı da dükkanlarını ve işletmelerini kapatmak zorunda kalıyorlar. Tuzu kuru olanlar ve iktidardan beslenenler hariç, milletin çoğu geçim sıkıntısı çekiyor. Pahalılık ve işsizlik almış başını gidiyor. Böyle bir durumda iktidar, kendisini güçlü göstermenin savaşını kalabalık kongrelerle veriyor.
İçerdeki kırmızı tabloya karşılık, dış tablomuz daha da beter. Katar’dan başka dostumuz kalmadı dünyada. Hani iktidarın her fırsatta kullanmaya çalıştığı dış güçler var ya, halimize bakıp ellerini keyifle oğuşturuyorlar. Amerika bir yandan terörü destekliyor, Kürt’lere ve Yunan’lılara silah ve cephane yardımı yapıyor, Dedeağaç’ta ve Kuzey Irak’ta tüm itirazlarımıza rağmen dev üsler oluşturuyor. Bizdeki İncirlik Üssü'nün pek değeri kalmadı. Amerika keyif için kurmadı yeni üsleri. Onca silah, cephane, savaş gemisi ve uçakları keyfi için göndermedi Kürt ve Yunan komşulara. Büyük Ortadoğu Projesi süratle hedefine yürüyor artık. Bu projenin bir tarihte eşbaşkanı da bizdik galiba… Peki Avrupa Birliği ile ilişkilerimize ne demeli?
Tüm Avrupa Kıbrıs’taki doğalgaz aramalarımızda karşımıza dikildi. Resmen posta koydular bize, "sondajı durdurun-gemilerinizi çekin" dediler. Usulca çektik, oralarda pek görünemiyoruz artık. Alman’ı da, Fransız’ı da, İngiliz’i de, Belçika’lısı da, Hollanda’lısı da, anlayacağınız tüm Avrupa ülkeleri yüzçevirdi bize. İçerde kırmızıya bulandık ama, dışarıdaki rengimiz de kızıla dönüverdi aniden. Şimdi Avrupa ile ilişkilerimizi düzeltmeye, ısıtmaya çalışıyoruz, inşallah başarırız… İşe Yunanistan’ın işgal ettiği adaları terk etmesinden ve adalara uluslararası anlaşmalara aykırı şekilde silah yığmasından başlamalıyız.
İç ve dış tablomuzdaki bu iç karartıcı görüntüleri düzeltebilmemiz için, yönetim model ve anlayışını değiştirmemiz gerek. Özetle yönetim kafasını değiştirmek şart. Bunu yapamadıkça, ne yaparsak yapalım tabloyu sarı ve mavi renklere döndüremeyiz. Önce şu ötekileştirmeden, milleti bölünmüş halde tutmaktan ve siyasi kavgaları körüklemekten mutlaka kaçınmalıyız. Yok Cumhur ittifakı-yok millet ittifakı gibi ayrıştırmadan vazgeçmeliyiz. Ülkeyi ve milleti zora ve sıkıntıya sokan, toprak bütünlüğümüzü bile hedefleyen belalardan kurtulabilmemiz için, milli birlik ve beraberlik seferberliğini samimiyetle başlatmalıyız.
İçinde bulunduğumuz bu acıklı tabloda, bir de kalkmış Anayasa’mızı değiştirmeye çalışıyoruz. Allah akıl fikir versin, ülkede yangın varken, bu yangını söndürecek suya ihtiyaç varken, biz kalkmış itfaiye borularının çapını tartışıyoruz. Yok iktidar partisinde görevli bir genç, nasıl trilyoner hayatı yaşarmış, bu serveti nereden bulmuş? Yahu aynı durumda olup da, ülkemizi yöneten binlerce kodamanı görmezden gelip, "bal tutan parmağını yalarmış" diyen bir gencin milletçe peşine düşmekle ne kazancımız olacak?Marifet o gence bu imkanları ve cesareti sağlayan yönetimi durdurmak olmalı, öyle değil mi?
İktidar partisi üyelerine, ailelerine ve yakınlarına, oradan da dalga dalga tüm kalabalıklara Korona’yı bulaştırarak, kongrelerini tamamladı. Şimdi hükümet üyelerinden bazılarını değiştireceklermiş.Onca ciddi problemimiz yokmuş gibi, Ankara’yı bakan değişiklikleri söylenti ve heyecanı sallıyor artık. Milleti ciddi sorunlardan uzaklaştırıp, gündemi böyle sun’i konularla devamlı değiştiriyorlar. 3-5 bakanın değişmesiyle neyi nasıl düzeltebileceğiz ki? Dedim ya, yönetim kafa ve modelini değiştirmeden Türkiye’nin başındaki belaları savuşturabilmek mümkün değil.
Havanda su döverek, daha fazla vakit geçirmemeliyiz. Tribünleri coşturacak söylemlerden, öfke ve kin kokan hitaplardan, kavgacı üsluplardan hemen vazgeçmeli, milletin tümünü kucaklayacak bir dile sarılmalı, ayrıştırma ve ötekileştirme politikasını süratle terk etmeliyiz. Salgın hastalık ve bulaşı da siyaset malzemesi olmaktan çıkarmalı, İç ve dış sorunlar ve Korona ile mücadelede ortak bir siyasi cephe oluşturmalıyız. Tüm belaları defedene kadar, omuz omuza ve gönül gönüle mücadele etmeli, devletimizi-milletimizi-güvenliğimizi ve huzurumuzu tehdit eden çok ciddi gelişmelere hep birlikte karşı çıkmalıyız.
Aksi takdirde "kırmızı sana çok yakışıyor" şarkısını milletçe söylemeye başlayabiliriz.