Avrupa Ülkeleri ahlak anlayışını öyle bir sistem ile devlete yerleştirdiler ki, İslam’ın emrettiği tüm ilkeleri kendi yönetimlerinde kullanıyorlar.
İslam Ülkelerine baktığımızda yolsuzluk, hırsızlık, devlet ihalelerini kendi menfaatlerine göre düzenlemek, daha da acısı rüşvetin kol gezdiğini görüyoruz. Suudi Arabistan rejimi başta olmak üzere İslam Ülkeleri öyle bir noktadaki, bağımsız olan 52 İslam Devleti’nin ekonomik güçlerini topladığınızda bir Almanya etmiyor. GSMH’ a Alman Ekonomisi ayrıca Avrupa Birliği’ne para veren ve ayakta tutan ülke olma özelliğini de koruyor.
Allah, affedilmeyecek günahların başında, kendisini inkâr etmenin yanı sıra kul hakkına girmek olduğunu bildirmiştir.
Avrupa da durum nedir?
O ülkelerde devlet yöneticileri öncelikle “Ahlaklı” olarak yöneticilik yapmak zorundadırlar. Herhangi bir küçük yolsuzluk yapan olursa, o yöneticinin istifa ettiğini görüyoruz. Mesela Kuzey Ülkelerinin birinde bir kadın bakan, devletin kendisine devlet harcamaları için verdiği kredi kartını, yanlışlıkla ev alışverişi yaparken markette kullandı. Bu durum öğrenilince kadın bakan istifa etmek zorunda kaldı.
Bu gün görüyoruz, “Kur’an’daki Ahlakı” maalesef Müslümanlar değil, Hristiyanlar uyguluyor. Bir örnekle bakarsak, geçmişte Finlandiya Başbakanı’na konuk olan Bülent ve Rahşan Ecevit’in başından geçen olay çok düşündürücüdür:
BİR TÜRK VATANDAŞININ FİNLANDİYA BAŞBAKANINI ZİYARETİ…
Eşiyle el ele uçağa bindiler. Evden çıkmadan önce telefonda Finlandiya başbakanının havaalanından aldırayım teklifine orta yaşlı Türk, “gerek yok” demişti, “bir taksiye atlar geliriz. Ev adresini biliyoruz nasılsa.” Koltuklarına yerleşip kemerlerini bağlayınca yeniden eşinin elini tuttu adam. Biraz da sıktı tuttuğu eli. Buna alışıktı eşi. “Biz seçim değil, geçim ehliyiz” derlerdi birbirlerine. Beyaz bir huzur bulutu geçti aralarından.
Helsinki Havaalanı’na indiklerinde hemen bir taksiye atladılar, küçük adres kâğıdını verdiler şoföre.. Vakit, akşam yemeği saatiydi. “Açıktın mı?” diye sordu ince, zayıf, esmer bayan; yumuşacık sesiyle. “O kadar değil” diye yanıtladı adam. Eşi gibi esmer, Anadolu ifadesiyle kara yağızdı. Gür saçları gibi, düzgün kesilmiş siyah bıyıkları vardı.
“Bu Finlilerin yemekleri nasıl oluyor acaba?” dedi bayan, taksinin içinde biraz daha yayılarak. “Bilmiyorum canım. Önümüze gelince anlarız artık.” Şoför, hafifçe başını geriye atarak, “çok affedersiniz İtalyan mısınız?” diye sordu. “Hayır, Türk’üz..”
“İngilizceniz çok iyi, şaşırdım, hiç tahmin etmezdim.”
Biraz daha gaza bastı, cevabı beklemeden.. Az sonra bir sokağın başında durdu taksi. Kibar şoför, geriye dönerek konuştu: “Verdiğiniz adresteki sokakta bugün çalışma var. Geceye kadar trafiğe kapalı. Sizi burada indirmek zorundayım. Sadece 50 metre yürüyeceksiniz. Merak etmeyin, valizlerinizi ben alırım.”
“Gerek yok” deyip fazla büyük olmayan valizleriyle sokağa süzüldüler ellerinde adres notuyla. Sıradan bir apartman dairesiydi Finli başbakanın evi… Zile ikinci dokunuşta açıldı kapı. Uluslararası bir toplantıda tanıştığı, daha sonra dost olduğu arkadaşı kapıda ellerini iki yana açmış, konuklarını bekliyordu, güler yüzle. Ülkenin başbakanı olsa da o kadar belli değildi yine de. Evde koruma filan yoktu. İlk tanıştığı günlerden farksızdı davranışları.
“Önce şunu kırılmadan vereyim” diye İstanbul’dan hediye aldıkları çeşm-i bülbülü uzattı adam. Küçük lokum kutusunu da sehpaya bıraktı. Başbakan, önce çeşm-i bülbülü inceledi ayaküstü. Vakit geçirmeden, kısaca bilgi verildi, göz alıcı dalga dalga mavi billur cam hakkında. Ardından lokum kutusu açıldı; sade, kumaşı az, ahşabı fazla koltuklara yerleşirlerken.
“Lokumu biliyorum” dedi başbakan. Bir lokum aldı, şeker tozunu hafifçe silkeleyerek ağzına attı, çiğnemeye çalıştı dudakları kapalı. “Çok teşekkür ederim. Nefis...” Lokum kutusunu sarışın eşine uzattı kibarca.
Başbakanın eşi fazla söze girmiyordu. Aslında Türk Hanım da fazla konuşmuyordu. “Yemek masamız hazır ama 15 dakikaya oğlum gelecek, bekleyelim isterseniz, ya da…” Başbakanın cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden söze girdi adam, “bekleyelim bence. Oğlunuzu da tanımak istiyordum zaten” dedi ve az önce uzun uzun övgüler aldığı İngilizcesiyle ekledi:
“Delikanlı ne iş yapıyor?”
“Taksicilik”
“Bildiğimiz taksicilik mi yani?”
“Evet..”
Başbakan, ikinci lokuma tam el atacakken kapı zili duyuldu, genç bir Finli içeri girdi, yorgunluğunu gizleme gereği duymuyordu. Bir eliyle oğlunu işaret ederek salona daldı başbakan, “işte oğlum, elini yıkasın yemeğe oturalım.” Bakakaldı Türk vatandaşı da eşi de… Tam bir şaşkınlık!
“Bu mu oğlunuz?”
“Evet ama niye bu kadar şaşırdınız ikiniz de?”
“Bizi havaalanından getiren taksici bu!”
“Oğlum, yeni maden mühendisi oldu. Tayinini beklerken bu işi yapıyor” dedi başbakan… “Haydi sofraya…”
Türk karı koca, masaya yöneldiklerinde hâlâ şaşkındı, peşpeşe duydukları karşısında.
Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit… Henüz başbakan değilken..