Yıl 1960'ların sonu, Amasya 100 Evler Mahallesi'ndeyiz. Karşımızda kral mezarları. Okul sonrası oyun alanımız. Evimizin yaslandığı dağda Amasya Turistik otel kartal bakışı ile zirveden Yeşilırmak’a bakıyor. Tek katlı bahçeli bir evdeyiz. Babam asker olduğu için Amasya üçüncü tayin yerimiz. Mahallemiz ve komşularımız çok güzel. Geceleri tek eğlencemiz lambalı, tahta sandıklı büyük radyomuz. Bazen içindeki sesler ne zaman görüntülü olacak diye düşünüyoruz. Yolun sonundaki İpek sineması uğrak yerimiz. Fatma Girik’in başrolde oynadığı "Ezo Gelin" filmini rahmetli annemle nerdeyse birkaç kez seyrettik.
Hızlı geçen zaman birkaç yıl sonra bizi Iğdır ovasına götürüyor. Yıl 1969, babamın yeni tayın yeri Iğdır.. Elma, kaysı ve pamuk memleketi. Bereketli topraklar.. Tepemizde bu sefer büyük Ağrı dağı var. Dağın Iğdır ovasına bakan tarafında Türkiye, diğer tarafında Iran ve Ermenistan bulunuyor.
Büyük kayısı bahçesi olan bir eski konaktayız. Üç aile kalıyoruz. Aras ailesi ev sahibimiz. Tüm aile Yeşilçam hastası. Evlerinin nerdeyse her odası ünlü filmlerin afişleri ile dolu. İlçede birisi yazlık açık diğerleri kışlık kapalı 3 sinemaları var. Günün imkanları yetersiz sık sık kesilen ve gelmek bilmeyen elektrik kesintileri yüzünden sinemaların önünde 3-4 traktör bekliyor. Patos için kullanılan paletler bu sefer sinema için dinamoyu çevirerek elektrik üretiminde kullanılıyor. Eğer yeni gelmişseniz kasabanın sinemasına siyah çekirdek almazsanız filmin sesini duymanız nerdeyse imkansız.
Akşamları konağın bahçe duvarında İstanbul veya yurt dışından getirilen 8 milimetre film seyrediyoruz. Bir zamanların en güzel şehri Iğdır. Ay sanki özellikle bu şehir için doğuyor zannederdik geceleri. Bizden büyük gençlerin aralarında name taşıyanlarını takip ederdik. Yaşanan aşklar saf ve temizdi. Şehre bazen film ekibi gelirdi. Bayram olurdu her yer. Yazlık sinemanın dışındaki biletsiz seyirciler nerdeyse bazı geceler biletli oturanlardan fazla olurdu. Kızsa da ses çıkarmazdı Fahrettin amca..
Aşağı ana caddedeki büyük beyaz eşya satan mağazaya yılbaşına doğru siyah beyaz bir alet geldi. "Televizyon !.." diye bağırdık.. Amasya’dan beri rüyalarımızda olan alet artık vitrindeydi. Çok pahalı olduğu için fazla satılmadığından mağaza sahibi tanıtım maksadıyla bir tanesini açıp saat 24.00'e kadar yayında bırakıyordu. Bölgede milli yayın olmadığı için her gün Ermenistan’ın başkenti olan çok eski Türk şehri Erivan’dan yayımlanan "Arı Maya" adlı çizgi filmini renksiz olarak izliyorduk. Vitrindeki Kurma saat 24.00'e geldi mi çalıyor ve televizyonun kendisine bağlı fişini elektrikten çıkarmasıyla vitrin önünde bekleyen biz meraklı gençler ailelerimizle evlerimize yatmaya gidiyorduk. Günler hızla akıyordu sanki. Ne zaman Türkçe yayın izleyeceğiz diye düşünüyorduk.
Artık yeni atanma yerimiz Çanakkale idi.. Kamyon üzerinde bize ayrılan yerde, sağlam kalan çok az eşyanın arasında Yozgat'ın Akdağmadeni ilçesinde aracımız durdu. Kedim Pamuk gezmeye çıkmıştı. Bir daha da dönmedi kamyona. Ne zaman bu ilçeden geçsem Pamuk gelir aklıma. Şoför de beklemedi bulmamızı. Ankara’nın soğuk bir kışında geçerken hızla, kamyondan selamlıyoruz Anıtkabir’i ailece.. Çankaya, Ulus, Kızılay ve Atatürk geliyor aklımıza. Vuslat başka bir zaman diyoruz.. Yıl 1972.. Dedemin beş amcasının diğer aslan Mehmetçiklerle birlikte kefensiz yattığı yer olan Çanakkale’deyiz..
Bir yılbaşı daha yaklaşıyordu. Okuldan eve geldiğimizde babam zorlukla bir televizyon almış ve onu salonumuzun baş köşesine yerleştirmişti. Rahmetli annem, iğne oyasıyla televizyonumuz için bir örtü ördü. Yayınları bu örtü yüzünden çok net izleyemez isek de itirazımız da pek olmazdı. TRT ilk yayınını 1968 yılbaşı akşamında deneme yayını olarak yapmıştı. Ankara Mithat Paşa Stüdyosu’nda başlayan deneme yayınları 1974'e kadar devam etti.
1970'de İzmir, 1971'de İstanbul Televizyonları devreye girdi. Paket yayınlarını fazla net alamıyorduk. Bu sefer de Çanakkale’ye Bulgaristan yayınları kuvvetli geliyordu. Herkeste bir TRT özlemi.. Evlerin çatılarına dev demir ayaklı demir direkler antenleri montaj etmek için dikiliyordu. Sıraya girmek gerekli idi tekinsiyeler için.. Dev alüminyum antenleri, bir uzay aracını montaj eder gibi yüksek ücretle bu nazlanan teknisyenlere taktıranlar şanslı idi.. Bu da yetmedi, tüm Çanakkale’de alüminyum büyük tencerelerin kapakları birden bire karaborsaya düştü. Kazanlar yetim gibi bir köşeye atılırken; kapaklar antenlere itinayla yayınların net alınabilmesi için, yine teknisyenler vasıtasıyla gökyüzündeki yerlerini aldılar. Çanakkale çanak antenleri ve alüminyum kapaklarıyla yeni bir görünüme kavuştu. Her akşam televizyonlu evlerden 1974 Kıbrıs Barış Harekatına kadar Bulgarca programlar izlendi.
1976 yılında ilk renkli yayın yapıldı. Yurt dışından renkli televizyon getirmek de Almanya ve özellikle Arabistan’da çalışan işçilerimize düştü..
Sonra videolar çıktı.
Bu savaşı da Betamax’lar kaybetti. VHS‘ler kazandı..