Kurban, yakınlaşmak, Allah’a yakın olmak anlamına gelirken, dinî terim olarak, ibadet etmek amacıyla belirlenmiş bir vakitte, belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce kesmek olarak yerleşmiştir bilinçlere. Kurban ibadeti yüzeysellik anlamında kısaca, bir yaşını geçmiş koçun Kurban Bayramı sabahı bayram namazından sonra kesilip kendimize kalan kısmıyla kavurma yapılıp yenmesi ve dağıtılacak kısımlarının konu komşuya verilmesiyle gerçekleşen bir ibadettir. Bu iş tamamlandığında sorgulamadan yüzeysel bir bilinçle yetinen akıl “Tamam, ben kurban ibadetini yaptım” der. Oysa kendimize sormalıyız “Allah’ın beni insan olarak yaratmasıyla benden istediği kurban ibadeti bu mu?” Cenab-ı Allah Hac suresi 37. Ayetinde,
Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin, Allah’a karşı gelmekten sakınmanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele
buyurarak bizlere bu gerçek vurgulanmaktadır. Biz sadece kurbanın Koç kısmında kalıp yaşantımızda ilah olarak egomuza secde edip kibir içerisinde, nefret, kin, öfke gibi yasaklanmış halleri kalbimizde taşırken egomuz için namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, kurban kesmek tevhit değil aksine küfür olarak kalacaktır. Egomuz için yapılan her şey bizi aslımızdan uzaklaştırır. İnsanın yaptıkları kibri için değil Allah için olmalıdır ki Allah için yapılan her şey Allah’ın kabul ettiği yaklaşmalardır, ispat buluşudur yani gayesine ermiş olmasıdır. Allah’ın ispat olduğu yerde ispata gelişi, bizim Allah’ın tecellisi olduğumuz gerçeğine ermemizdir. İşte farz olan yakınlık budur. İnsanın kendi varlığının aslını tanıyarak, kendisiyle aslı arasına girenleri feda ederek Allah’a yakınlaşması. Şimdi, bu hakikatin gerçekleşmesi ancak uzaklaştığımız yoldan tekrar geri dönüp ilerlemeye devam etmekle gerçekleşir.
Bizler nasıl uzaklaşmıştık yakın olmamız gereken hakikatten?
Yaşamsallığımızda, varlığımız dediğimiz tecellisinden, tecelli eden Allah’ı ayırıp, kendimizi egomuzdan ibaret zannederek, egomuzu ilah yapıp, egomuz için yaşayarak. Yaptığımız işlerde, sıfatlarımızda ve vücudumuzda benliğimizi görüp yüceltmekle. Buna şirk olan anlayışı sonradan giyinmek denir. Cenab-ı Allah Kevser suresi 2. Ayeti kerimesinde,
O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes
diyerek bu gerçeği anlatırken kurban kesmenin önemine dikkat çekmektedir. Kurban, yaratılanın kendisini, yaratan Allah’a adamasıdır aslında. Bunu şöyle ifade edebiliriz; sevilen için değerli olan sevenin ona vermiş olduğu hediyenin kendisi değil, o hediyeyle işaret edilen hediyenin veriliş sebebidir. Kurban da aslı itibarı ile yaratılanın yaratıcısını, kendisinden daha çok sevdiğinin, değer verdiğinin, önemsediğinin göstergesidir. Buna feragat etmek denilir. Karşılık ve menfaat beklemeden, kendinden bir şeyler verebilmek. Kişi kendisini yaratıcısından daha çok seviyor, kendisine daha çok değer veriyorsa, yaratıcısına adadığı kurban, içi boş olmaktan öteye gidemez. Kurbanın Allah’a ulaşması, içinin dolu olmasıyla mümkündür. İşte, içini dolduracak olan, yaratıcıya kendimizden daha çok değer verip seviyor oluşumuzdur.
Kurban ibadeti, Âdem As’dan başlayan ve insanlık var oldukça yerine getirilecek olan bir ibadettir. Allah’ın insanı yaratmasının arkasındaki gayenin, yaratılan tarafından anlaşılmış ve yerine getiriliyor oluşunun göstergesidir. Allah’ın şehadetliğinde benliğimize şahit olmaktan kesilmektir. Bizim için Allah’tan daha değerli olan her ne var ise ona verdiğimiz değeri kesip değer verme özelliğimizi Allah’a yöneltmektir.
Cenab-ı Allah, insandaki ihtiyaçlığı taşımaz. O yaratılmamıştır, doğurulmamıştır, evveli ve sonu olmayandır, varlığının hiçbir dayanağı ve muhtaçlığı bulunmayandır. O Allah’tır ve Allah olduğu için vardır. Varlığı kendiliğinden daim olandır. İnsanın ihtiyaçlığı vardır ve ihtiyaçlığı, Allah’ın bilinmeyi istemesinden gelmektedir. İhtiyaç duyduklarımızın tümü yine Allah’a ait özellikler olup onların keşfi Allah’ın bir özelliğinin keşfidir. İnsan, yemek yemeli, su içmeli, barınmalı, giyinmelidir. Bunları sağlayabildikleri ise yaşamsallığının devamlılığı için önemli ve değerlidir. İnsan için değerli olanlar, onlara muhtaç olmasındandır. Allah yemek yemez, su içmez, uyumaz, uyuklamaz, hastalanmaz. O halde insanın kendisindeki bu özelliklerin giderilmesi için gerekli olanları Allah’a adamasının arkasındaki niyete bakmak gerekir!
Kurbanın arkasındaki gerçek, “Ya Rabbi! İnsan olmam ile bana vermiş olduğun anlama, bilme, sevme, fikretme, zikretme, sığınma, muhabbet etme gibi kendine yöneltilmesini istediğin bu vasıfları, sana yöneltiyorum. Seninle arama girenleri aradan çıkabilsinler diye sana feda ediyorum, kendimden feragat yapıyorum” demektir. Hz. İbrahim, Hz. Hacer validemiz ve Hz. İsmail As’a baktığımızda tam olarak bu ifadenin vücutlanmış halini görmekteyiz. Allah’ın kendilerinden istedikleri şeyi Allah’a olan eminlik ve samimiyetleriyle yerine getirmiş olmalarıdır gerçekleşen kutsî değer. Bugün bizler, insan olmamız sebebiyle hazır bulduğumuz insanî değerleri veriliş gayesi dışında şirk için kullanmaktayız. Kendi egomuz ve kibrimiz için kendimizi şirke düşürmek yani Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet için değil, kendi benliğimize şehadet için. Allah’a şehadet dilde eğrelti olarak bulunurken idrakimizde benliğimize şehadet içinde geçen ömür, kendimize şimdisi ve sonrası için zulmetmektir. Allah’a şehadet idrak görüşüyle mümkündür. İnsan idrakinde ne bulunduruyorsa şahit olduğu odur. Kurban, idrakimizde Allah’tan gayrı her ne varsa onu kesmektir. Cenab-ı Allah kutsî hadisinde,
Yere göğe sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım
buyurmaktadır. İşte o mümin kul, idrakindeki Allah’tan gayrıları kesip idrakini Allah’a, sevmesiyle, zikretmesiyle, fikretmesiyle, değer verip, öncelik yapmasıyla mekân eyleyendir ki o mümin kul gerçekte Allah için kurban kesendir. Bu sebeple, kurbanını hakikatiyle kesip Müminliğe ulaşan insan her yerde, her yüzde Allah’a şehadet etmeye başladığı için Cenab-ı Allah onun idrakinde, idrak görüşüne sığmış olur.
Bizler, yaptığımız ibadetler ve kestiğimiz kurban neticesinde Allah’tan başka ilah olmadığına idrak gözüyle şahit olamıyorsak yaptığımız ibadet, kestiğimiz kurban değildir. Bizler sadece ve sadece ibadeti ve kurbanı gerçek manasıyla tevhit üzerine yapanı taklit etmiş oluruz da taklit bizi mümin kul yapmaz. Gerçekte yemek yiyeni, yemek yiyor gibi yaparak taklit edince karnımızın doymaması neyse taklidî ibadet ve kurban kesimi de aynısıdır. Kurban, Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet edişimize engel olan gözdeki tüm benlik perdelerinin kesilmesidir, ego kefeninin içerden kesilip açılması sonucu benlik kabrinden Rabbim, Rabbim diyerek çıkıştır.