Okuyacağınız yazı kendi kendimizi nasıl öldürdüğümüzün hikayesidir!
Kısacık hayatımızda bize uzun gelen bir yazıdır bu yazı.
ÇEVRE SAVAŞINA DENİZLER İSYAN ETTİ..
Yavaş yavaş ölüyoruz
Yavaş yavaş dünya ölüyor.
Yavaş yavaş denizlerimiz balıklarımız ve çevre ölüyor!
Ölüyoruz öldürülüyoruz da fakına nasıl varmıyoruz!
Çevre felaketi yaşıyoruz.
Çernobil sonrası radyasyonlu çay, çevre felaketine yol açan binlerce zehirli varil, radyasyonlu hurdalar denetlenmeden ülkemize giren radyasyonlu hurdalar eritilerek soframızdaki çatal-bıçak, yemeğimizi pişirdiğimiz tencere olarak hayatımıza giren atıklar!
Dilovası’ndaki geçerken Dilovası'nın üzerini kaplayan dumanı görmeyenimiz yok gibidir. Sonuç kanser patlaması!
Fabrikalarda çalışanlar ne olacak?
Avrupa'nın sağlıksız çevre katili işleri Türkiye'ye sözümona yatırım olarak yerleşiyor! Gökten zehir yağıyor Avrupa’nın kirli işleri ölüm saçıyor.
Acımasız kâr hırsı çevre felaketine ve insanlara ölüm olarak bedel ödetiyor.
Halka rağmen gizli eller iş başında. AB ülkeleri, 500 milyar avro tutan çevre önlemi gerektiren işlerini Marmara bölgesine kaydırmak sureti ile kendi ülkelerini çevre felaketlerinden kurtarıyorlar!
Ve garip guraba asgari ücretle iş buldum diye adım adım ölüme sürüklenirken ülke çevre katliamı sonucu hasta olan vatandaşın tedavisine milyarlarca dolar harcıyor. Boğaz tokluğuna insanların sağlığı gidiyor çevre ölüyor.
AB ülkelerinde dizel kullanımı kaldırılıyorken cennet vatanımız küresel oyunlarla cehenneme çevriliyor. Nasıl mı?
Sanayi atıkları derelere, göllere ve denizlere göz göre göre boşaltılıyor. Onlarca yıldır
Ergene'den Dilovası'na kadar çevre felaketi ile ilgili kurumlar görevini yapsa bunlar olabilirmi?
Fabrikaların arıtma tesisleri sadece denetlemeler esnasında göstermelik olarak çalıştırıldırıdıkları anlatılıyor!
İstanbul'da yeraltı sularımız 2000'li yıllarda yirmi metreye kadar kullanılabilirdi. Şimdilerde KİRLENMİŞ SU kaç metrelerelere inmiştir yetkililer açıklamalı.
Yeraltı sularımızı fabrikaların kimyasal atıklarının arıtılmaması dolayısı ile zehirleniyor!
İltimas ve iltimasa sebep olan başta "rüşvet" felaketi hazırlıyor! Örneğin Denetlemeler öncesinden ise fabrika yönetimler her nasılsa haberdar oluyor!
Suç kesin olmasına rağmen yetkililer seyrediyor.
Geçtiğimiz hafta içinde Trakyada onlarca fabrikaya ceza kesildiği haberlerini duyduk!
Bu fabrikalar daha önce neden denetlenmedi?
Harekete geçmek için denizlerimizi müsilaj felaketi mi vurmalıydı?
Çevre felaketleri ilgililerin sorumluların bilgisi dahilinde mi oluyor?
Yoksa denetçiler de mi denetlenmeli!
Küresel oyun ve çarkı bilmeden çevreyi, sağlık ve hayatımızı koruyamayız. Çevre kirlenmesi sonucu kanserden, akciğer, kalp, damar hastalıklarına kadar milyarlarca doları ilaç ve YAPILAMAYAN tedavi için ödüyoruz. Yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz hava yediklerimiz içtiklerimiz kanserojen zehirler içeriyor.
Hava kirliliği havadaki KADMİYUM (Çinko, kurşun ve bakırın yan ürünü olarak üretilir.) AB ülkelerinin tehlike sınırı kabul ettiği rakamların tam 250 katına ulaştığı söyleniyor!
"TÜBİTAK, Kocaeli Üniversitesi ve Gebze İleri Teknoloji Enstitüsü ölçümlerine rağmen bir lokma ekmek için işçilerimiz tehlikeden habersiz çalışıyor. Kanserojen maddeler ve kirletilen hava her çeşit kanser, kalp-damar ve akciğer hastalığına davetiye çıkarıyor. Ölümlerden ölüm beğenin!"
Nasıl bir iştir! Dünyanın Çöplüğü Müyüz?!
Derelere akıtılan zehirler, içme suyumuza karışan kanalizasyon suları, denizler vahşice
ÇÖPLÜK olarak kullanılıyor! Kimyasallar, atık sular, çöpler... Yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen binlerce varil içindeki kimyasal atıklar, filtresiz FABRİKA bacalarından tepemizde çöken zehirli dumanlar, devasa gemilerle ülkemize getirilen milyonlarca ton radyasyonlu hurdalar..
Allah’ın kusursuz yarattığı dünyayı bu hale getirmek kul hakkı değil mi?
Çevreyi korumak ve kirlenmesini önlemek kimin görevi?
Günah değil mi? Yazık değil mi?
Çevrenin kirlenmesinde ihmali olanlar, daha dünyaya gelmemiş insanların bile SAĞLIKLI ORTAMDA YAŞAMA hakkına girmiyor mu?
Temiz çevrede yaşama hakkının gasp edilmesine göz yummak kul hakkı yemenin en acımasızına ortak olmak değil mi?
Çevre kirlenmesine göz yumup, bugün denizlerde olduğu gibi çevreyi temizliyoruz diyerek kamu kaynaklarını çarçur edilmesine sebep olmak kul hakkı değil mi? Sineğin yok olması için bataklığın kurutulması gerekmez mi?
Çevreyi kirletmeden önce korumak daha kolay ve ucuz akıllıca yapılacak iş değil mi? Cennet vatanımızın her köşesi denizlerimizin, derelerimizin, göllerimizin göz göre göre kirletilmesine neden kimler neden GÖZ YUMUYOR sonra da sızlanıyoruz?
ARSENİK Dünya Sağlık Örgütü tarafından içme suyu için en tehlikeli kimyasal olarak kabul edildiğini bilmemize rağmen içme suyunda 1 mikrogram arsenik bulunması 5 binde bir kanser yapma riski taşırken, her türlü kimyasal zehir, tarım ilacı ve kanalizasyonun karıştığı nehir sularını içmek zorunda bırakılıyoruz!
Sanayi bölgesi ERGENE onlarca yıldır ölüm saçıyor. Kirlenmeyi önlemek yerine KİRLENDİKTEN SONRA ARITMAK hangi aklın ürünü?
"Kocaeli Hereke'den Dilovası'na gökten halkın üzerine çimento, hurda demir tozu ve kimyasal zehir yağıyor. Yakın temasda olan liman ve fabrika işçileri soludukları zehire, toza, dumana katlanmak zorunda! Halk çaresiz, akciğer hastalıkları ve kanserden kırılıyor. Egzozdan, silikat ve kimyasallara ciğerlerimizde, damarlarımızda dolaşan nanopartiküller gözle görülmeyen zehir, bilen var mı?
Bu felaketi önlemek çok mu zor?
Birazcık vicdan ve Allah korkusu yok mu?..
(Devam Edecek)