İki kıta arasında kurulan merkezi devletin başkenti olan Ankara, aynı zamanda bu kıtalardaki siyasal sistemleri kuran Fransız ve Rus devrimlerinin de etkileri ile karşı karşıya kalarak ve uzun süreli bir siyasal mücadeleyi kurtuluş savaşı sonrasına kadar sürdürerek, bugüne kadar uzanan bir mücadelenin tam ortasında yer almıştır. Bu açıdan diğer devletlerden farklı özellikleri ile harita üzerinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti, sonraki dönemlerde meydana gelen siyasal gelişmelerden fazlasıyla etkilenmiştir. Türkiye yirmi birinci yüzyılda geleceğe dönük mücadelelerini artırarak yeni dünya düzeni içinde kendine uygun bir yer ararken, başkent Ankara hem yeni dünya düzencisi emperyalist devletlerin hedefi olmakta hem de merkezi coğrafyadaki dinler, mezhepler, etnik kökenler, ulus devletler ve diğer devletlerin plan ve programları ile karşı karşıya kalmakta ve bu yüzden de hem bölünmek ve parçalanmak, hem de yeni ortaya çıkan emperyal devletlerin hegemonya planları doğrultusunda geliştirilen sömürgecilik saldırılarının ana hedefi konumuna doğru sürüklenmektedir.
Devletin kuruluşu bir asır geride kaldığı için geçmiş olan yüz yıllık zaman dilimini ve bu süreçte gündeme gelen siyasal gelişmelerin ve de yeniliklerin de hesaba katılarak de yeniden farklı değerlendirmelerin yapılması bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır. Osmanlı devletinin bittiği aşamada bir ulus devlet kurmak üzere ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti iki savaş arasında oluşturduğu kimliğini koruyarak ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını koruyarak, devletin devamlılığını sağlamış ama yirmi birinci yüzyıla doğru açılımların gündeme geldiği noktada, Türkiye’nin önüne yeni yapılanmalar alternatifi gündeme gelmiştir. Sosyalist sistem çökerken Avrupa ülkelerinin tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir kıtasal birliğe yönelerek Avrupa Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği oluşumuyla gündeme getirilmiştir. Türkiye’nin yanı başında Sovyetler Birliği Rusya üzerinden dağılırken, bu kez bu duruma tamamen ters bir süreçte Avrupa ülkelerinin ABD’ye karşı bir kıtasal birlik devleti arayışı ile ortaya çıkması gibi iki ayrı oluşum, Türk devletini tehdit eden bir durum yaratmışlardır. Türk devleti bir yandan Amerika Birleşik Devletleri ile uğraşırken, yeni ortaya çıkan durumda benzeri bir mücadelenin Türkiye’nin yanı başında kurulmuş olan Avrupa Birliği’ne karşı da yapılması gerektiği, son siyasal gelişmelerle birlikte dünya gündemine girmiştir.
Yirminci yüzyılın başlarında iki ayrı kutuplaşma sürecinin tam ortasında siyasal alana bir devlet olarak katılan Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık bir geçmişi geride bırakırken, doğu dünyasında Sovyetler Birliği ile, batı dünyasında ise Avrupa Birliğinin kurucusu konumuna gelen Avrupalı büyük devletler ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri bin yıllık bir geçmişe doğru bakıldığında Roma ve Bizans gibi büyük imparatorluklar aracılığı ile Avrupa’nın büyük güçlerinin her aşamada emperyalizme yöneldikleri ve bu doğrultuda diğer dünya devletlerini yönlendirmeye çaba sarf ettikleri açıkça ortaya çıkmıştır. On sekizinci yüzyılın sonlarına doğu Kuzey Amerika’daki İngiliz sömürgelerinin bir araya gelerek birleşmeleri üzerine, yeni bir büyük güç olarak ABD doğmuştur. Daha sonraki aşamada bu yeni büyük devlet dünyaya yayılarak kendisinden önceki Britanya imparatorluğu düzenini ele geçirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz İmparatorluğu çökerken, bunun yerini yeni kurulan Amerikan İmparatorluğu alarak, gene batı merkezli bir dünya düzenine eskisi gibi devam edebilmenin çabaları içine girmişlerdir. Hegemonya İngiltere’den Amerika’ya geçerken tam savaş anında bir de Rusya’da Sovyet devrimi gerçekleşince, yirminci yüzyılın başlarında dünya üç merkezli yeni bir siyasal yapılanmaya doğru yol almaya başlamıştır. İşte böylesine bir dönüşümün gerçekleştiği dünya üzerinde üç büyük siyasal güç toparlanarak öne çıkarlarken, eski Osmanlı hinterlandında boşta kalan eski Türk toprakları üzerinde bir milli uyanış ile seferberlik gündeme gelerek, yeni bir ulus devlet oluşturmak üzere, Türk ulusunun kendi ulus devletini kurarak tarih sahnesindeki yerini aldığı görülmüştür. Böylesine bir tarihsel dönüşüm aşamasında boşta kalan Osmanlı toprakları üzerine çok ciddi çekişmeler yaşanmış ve bu yüzden birinci dünya savaşı çıkartılarak güçlü bir merkezi güç olan imparatorluk yerine bir ulus devlet yapılanması geliştirilerek, emperyalistlerin orta dünyada saldırı ve işgal hareketlerine yönelmelerinin önüne geçilmek istenmiştir. Bu aşamada Türkiye’nin başkenti Ankara’ya önemli yeni misyonlar yüklenmiştir.
Yer kürenin doğusunda ya da batısında ortaya çıkan büyük devletler ve imparatorluklar uluslararası bir hegemonya yapılanmasını kendi kurdukları siyasal egemenlik düzeni doğrultusunda yönlendirerek ve yeni dünya düzenleri arayışı içine girerek, zaman içerisinde sahip oldukları siyasal gücün sağladığı desteklerle bu tür hedeflere ulaşabilmenin yollarını aramaktadırlar. Türkiye orta boy bir devlet olarak varlığını güvence altına alarak hareket etmelidir. Merkezi bölgedeki konumunu koruyabilmek için Türkiye hem komşuları ile hem de bölge devletleri ile yakınlaşma ve dayanışma girişimlerinde bulunmaktadır. Ancak bu yollardan kendini koruyabilecek bir siyasal tavır geliştirebilecek Türk devleti, kendisini çevreleyen yakın bölgeler konularında sürekli gözlem içinde bulunarak, orta boy bir devlet olmaktan gelen eksikliklerini jeopolitik konumunu kullanabilen bir büyük devlet gibi gerektiğinde ortaya koyabilmelidir. Bu tür davranışlarıyla daha aktif bir konuma sahip olabilecek Türk devleti içinde bulunduğu jeopolitik konumunu öne çıkararak, orta boy devletten daha büyük bir devlet yapılanmasına doğru adım atmak durumunda kalmıştır.
Dünyanın önde gelen büyük devletlerinin kolaylıkla yöneldiği emperyalist politikalara karşı merkezdeki Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle kendini koruyacak ve geleceğe dönük güvence altına alacak merkezi bir güç olarak her zaman için her türlü olumsuz gelişmelere karşı uyanık olmak ve böylesine bir ulusal tavrın örgütleyicisi olarak da komşuları ile, ya da partner devletler ile farklı ilişkilere giderek, yeni dengeler arayışı içinde bulunmalıdır. Uluslararası kamuoyunun oluşumu sırasında sorunların küresel ilişkilerin aracılığı ile gündeme getirilmesi ya da dayanışma veya yardımlaşma hedefleri doğrultusunda öne çıkarılması, Türkiye gibi orta boy devletlerin sahip olduğu büyük devlet benzeri tutumların daha fazla öne çıkmasını ve zaman içinde devamlılık arz etmesini sağlayabilmektedir. Dünyanın birçok bölgesinde görülebilen bu tür yapılanmaların gelip geçici olmaması için süreklilik gösterebilecek jeopolitik adımların birbirini izleyerek, ülke ve bölge boyu politikalarda ağırlıklarını her zaman için gösterebilmelidirler.
Türkiye dünya haritasında bulunduğu yeri iyi görerek ve böylesine bir yaklaşım sayesinde başkent Ankara merkezli politikalarını kurumlaştırabilmektedir. Yüz yıllık cumhuriyet tarihinin eleştirel bir bakış açısıyla ele alınmasıyla, Türk devletinin iç ve dış politikalarındaki değişikliklerin zaman geçtikçe yeni yönelmelerin süreklilik içinde öne çıkışlarının boyutlarını göstermektedir. Bir anlamda Ankara Kriterleri olarak topluca adlandırılabilecek ilke ve kurallar bütününde yer alan tutum ve davranışların başkent Ankara’nın adıyla belirlenmesi ve bunların bir paket olarak öne çıkarılması, Ankara Kriterleri kavramının Türk devleti ile milletinin ulusal çıkarlarına olumsuz yönelen her durumda, Türk tarafının hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hem de başkent Ankara merkezli bir içe dönüş hareketi biçiminde Ankara Kriterlerini öne çıkararak, aktif bir dış politikaya yönelebilmesi mümkün olmaktadır. Ulusal dış politika yönü ülke koşulları dikkate alınarak belirlenirken, Ankara Kriterlerinin öncelikli bir biçimde ele alınarak, Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak düzeyde bunlara dayanılması ve var olan sorunların çözüme bağlanması mümkün olabilecektir. Ülke ve devlet yönetimi ile ilgili olarak önceden hazırlanmış siyasal metinler ya da hukuk belgelerinin ortaya çıkarılabilmesi, geçmişten gelen bilgi birikiminin güncel sorunlara doğru yönlendirilmesi ile elde edilebilen olumlu katkılar, çözüm aşamasındaki sorunların çözüme kavuşturulmasında etkin bir biçimde kilit rol almaktadırlar. Kriter kavramının anlamı açısından konuya bakıldığında bir değerlendirme yapılması esastır. Geçmişten gelen bilgi ve değerler ile hareket edildiği zaman, var olan birikimin ana unsurlarının kullanılmasıyla birlikte çözüm için gerekli malzeme ile birlikte unsurların da ilke ve kurallar biçiminde ele alınması, bir zorunluluk olarak politika oluşturucuların önlerine çıktığı söylenebilir. Devletler hem kurumları ile hem de uzman kadrolarıyla sorunların çözümüne ya da yönlendirilmesine dönük adımlar atarlar. Bu gibi durumlarda sonuca kısa yoldan gidebilmek için devletlerin kurumsallığı doğrultusunda var olan tüm malzemenin ve uzmanlıkların devreye sokularak çözüm arayışlarının başlatılması gerekli olmaktadır.
Ankara, bir cumhuriyet devletinin başkenti olarak; Türk devletinin karşı karşıya kaldığı her türlü saldırıya karşı sorunları çözmek üzere, tarihin derinliklerinden gelen bilgi birikimine sahiptir.
(Devamı için tıklayınız)
https://www.bursaarena.com.tr/ankara-kriterleri-3-makale,9014.html