Arsız bir yağmur vardı. Beş lüks otomobil gökkuşağı renkli okulun önünde durdu. Çoğu kadın on iki kişi bir hışımla arabalardan indiler. Özellikle kadınlar burunlarından soluyorlardı. Geniş şapkalı, koyu sarı renkli bir kürk giyen orta yaşlı kadın, şaşkın bakışlarla kendilerini izleyen okulun güvenlik görevlisine okulun müdürüyle görüşeceklerini söyledi. İzin aldıktan sonra koşar adımlarla okulun giriş kapısına yöneldiler.
Müdür odasına girdiklerinde, sivri suratlı müdür önündeki bir dosyayı inceliyordu. Gelen velileri görünce çabuk çabuk koltuğundan kalktı. Bir pengueni andıran yürümesiyle onların yanlarına giderek hepsinin ayrı ayrı ellerini sıkarak koltuklara buyur etti. Aynı komik yürüyüşüyle koltuğuna geçti. Bir süre hiç kimse konuşmadı. Konuşmadı konuşmasına ama gelenlerin bakışları adeta infilak etmeye ramak kalmış barut gibiydi. Kırk yaşlarındaki, gıdısı sarkmış müdür, ne olduğunu ne bittiğini bilmiyordu ancak bildiği bir şey vardı ki; o da birazdan odasında kelimenin tam anlamıyla bir fırtına kopacağıydı..
Müdür, kısa süre içinde hepsinin gözlerini adeta bir bilgisayar gibi taradıktan sonra, merak dolu bir sesle: "Sayın veliler öncelikle hoş geldiniz. Çayımız çok taze. Şimdi hemen söylüyorum." dedi. Daha sonra kantine telefon açarak çay söyledi. Veliler birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor, içlerinden birinin söze başlamasını bekliyorlardı. Müdür de bunu fark ederek, ortaya sorunun ne olduğunu sordu. Daha fazla dayanamayan otuz yaşlarındaki bir veli pervasızca söze başladı: "Müdür bey, o kötü kadının çocuğunu koyacak bula bula bizim sınıfı mı buldunuz?" Velinin "kötü kadın" diye bahsettiği veli eskiden genelevde çalışan, daha sonra oraya gelen bir müşteri tarafından patrona borçları ödenerek oradan çıkarılan ve bu müşteriyle mutlu bir yuva kuran veliydi. Öğrencilerin velilerinden biri bunu öğrenmiş ve bu durum bir çığ gibi yayılmıştı. Müdür bey o an ne söyleyeceğini bilemedi. Onun bu duraklaması diğer velileri daha da kızdırdı. Pahalı kürkü içinde adeta bir hindi gibi kabaran ve insana birazdan kanatlanarak uçacağı izlenimini veren elli yaşlarındaki bir diğer veli, eski radyolardaki cızırtılı yayınları andıran sesiyle patladı: "Biz, bu okula her yıl için dünya kadar parayı, çocuklarımıza ahlaklı bir ortamda, en kaliteli eğitimi sunasınız diye veriyoruz, bir genelev kadının çocuğunu, çocuklarımızın sınıfına koyarak onların ahlaklarını bozasınız diye değil.." Pimi çekilmiş bomba patlamıştı. Odadaki ahlak timsalleri (!) bağıra çağıra, birbirlerini dinlemeden, dinleyemeden benzer şeyleri söyleyip duruyorlardı..
Müdür odasında bunlar olurken, teneffüste de, o sınıfın öğrencilerinden bazıları iki takım oluşturmaya başladı. Kötü (!) Kadının sarı saçlı, güleç yüzlü çocuğu da bir takıma girmek istiyordu. Coşkuyla: "ben de oynayacağım" deyince. Takım kuran çocuklardan biri aşağılayan bir ses tonuyla: "biz kötü kadının çocuğuyla oynamayız. Defol git.." diye bağırdı. Sert bir şekilde çocuğu itti. Çocuklardan biri ağzından köpükler çıkara çıkara: "o.ç seni istemiyoruz burada." diye gürledi. Çocuk kaçmak istedi bu çirkin ortamdan ancak yediği bir çelme ile bir yağmur birikintisine yuvarlandı. Dizini sert bir şekilde iri bir taşa çarptı. Dizi kanıyordu ama o canının acısını duymuyordu bile.
Arkadaşlarının; canından çok sevdiği anneciğine "kötü kadın" demesine bir anlam veremiyor, kırılan onurunun acısıyla ve hızlı hızlı atan küçücük kalbiyle, hayatın acımasızlığıyla o yaşında yüz yüze geliyordu. Çocuk cılızdı ama mangal gibi yüreği vardı. Bir fişek gibi yerinden kaldı. Kendisini yere düşüren toramana daldı. Toraman boş bir çuval gibi yere serildi. O esnada nöbetçi öğretmen çocukları ayırdı..
Dışarıda bunlar olurken velilere: "nasıl konuşuyorsunuz, hiçbir velinin özel hayatı bizi ilgilendirmez, bizim işimiz eğitim.." diyemeyen evlere şenlik okul müdürü lafı eveliyor, geveliyor, pilli bir oyuncak gibi bir o veliye, bir bu veliye dönerek: "bakarız efendim, hallederiz efendim.." diyordu.
Durum artık bütün okula yayılmıştı. O akşam, feleğin sillesini yemiş zavallı kadın ağlamaklı bir sesle kocasına, "biliyordum, bir gün geçmişimin başımıza kakınç olacağını biliyordum" diye serzenişte bulunuyordu. Çocuk yan odadaydı ama konuşulanları duymuştu. Koşa koşa annesinin yanına geldi ve kocaman kalbiyle annesine sevdayla haykırdı: "sen dünyanın en iyi annesisin, seni çok seviyorum.." Kadın yavrusuna sarıldı. Göz pınarlarından boşalan ve yağmuru andıran gözyaşlarına hakim olamıyordu. O esnada yemek masasında oturmakta olan kocası, gururla oğlunu izliyordu. O da oğlu gibi güçlü, çok güçlü biriydi. Bir süre sonra adamın bakışları yavaş yavaş keskinleşti. Bakışlarında bir kaplanın bakışı vardı. Adam ertesi gün ne yapacağını çok iyi biliyordu..
Ertesi gün karısıyla birlikte zat-ı muhterem (!) müdürün yanında aldı soluğu. Adam bir beyefendiydi, amacı kaba kuvvet de değildi. Gayet sakin bir ses tonuyla, "müdür, dün gelen, arkamızdan söylenmedik laf bırakmayan cancanları çağırın buraya, ne dertleri varsa yüz yüze konuşalım.." dedi. Müdür, her zamanki gibi kem, küm edince adam, "gelsinler, medenice konuşalım, gerekirse akşama kadar burada bekleyeceğim" dedi. Adamın sakinliğe müdüre güven verdi. Kısa sürede velilere ulaşıldı. Bir önceki gün "mangalda kül bırakmayan", ahlakın, namusun sadece kendilerine ait olduğunu düşünen velilerden, saatler geçmiş olmasına rağmen teşrif eden(!) olmadı. Aslında bu duruma şaşırmamak gerekiyordu zira onlar yalnızca karşılarında adeta kıvrak hareketlerle dans etmede mahir müdür beye esip gürleyebiliyordu.
Ertesi gün veliler bir üst kuruma şikâyete gittiler. Kurum yetkilisi, hiçbir velinin hayatını, geçmişini sorgulamaya hakları olmadığını gelenlere sert bir şekilde söyleyerek onları uğurladı..
Pazartesi, İstiklal Marşı sonrası,
Kötü (!) kadının çocuğu, müzik öğretmeninden mikrofonu rica ederek, sözcüklerle anlatılmaz bir özgüvenle ve önünde merakla kendisini izlemekte olan yüzlerce gözün içine içine bakarak şunları söyledi: "O gün annem hakkında kötü şey söyleyeni yere serdim. Aynı şeyi yapanı gene yere sererim. Her anne bir melektir. Benim de annem bir melektir ve ben canım annemi çok seviyorum.." Çocuk sözünü bitirir bitirmez, öğretmenler, öğrenciler ve velilerden oluşan izleyicilerden aynı anda dakikalarca sürecek bir alkış koptu. Herkes ağlıyordu. Çocuğun bu yürekli davranışı şikâyete gidenlerin kendilerinden utanmasına da yol açmıştı..
İNSANLARIN BAZILARININ KUŞ BEYİNLERİYLE ANLAYAMADIĞI SU KADAR BERRAK BİR GERÇEK VARDI: KADIN YÜREKTİ, SEVGİYDİ, ANAYDI.. GENELEVİNDEKİ KADIN DA YÜREKTİ, SEVGİYDİ. ANAYDI..
KUTSALDI..
HER KADIN BAŞIMIZIN TACIDIR..
BÜTÜN KADINLARIN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUM...