Kadim kültürümüz vardı. Şükrediyorduk; sağlığımıza, evlatlarımıza, soframızdaki nimetlere..
Paylaştıkça çoğalan paramız vardı, paylaştıkça çoğalan sevgimiz vardı ve paylaştıkça azalan dertlerimiz vardı. Çok mutluyduk. Neredeyse hiçbir şeyin noksanı hissedilmezdi.
Bir bayramlık bir de günlük elbisemiz vardı ve kredi kartı borcumuz yoktu. Kredi kartı ile takım elbise almadığımız için giyindiğimiz elbise bedenimizi mengene gibi sıkmıyor, sıkıntı değil mutluluk veriyordu.
Ne kadar alıştırıldık borçlu yaşamaya.
Ya işten çıkarılırsam korkusu ya kredi kartı borcumu ödeyemezsem korkusu hayatımıza, mutluluğumuza kâbus gibi çökmeye başladı.
Hayatımızdan gereksiz eşyaları, gereksiz elbiseleri, gömlekleri çıkarttığımız zaman onlara hiç de ihtiyacımızın olmadığını göreceğiz.
Bu yazıyı okuduğunuz sırada evinizde iseniz lütfen elbise dolabınızın yanına gidiniz ve elbiselerinize göz gezdiriniz neredeyse birkaç yıldır giyinmediğiniz gömlek, kazak, takım elbisenizin olduğunu göreceksiniz. Onları ne için almıştınız oysa elbise dolabınız tıka basa dolu…
Merhum babam “Oğlum kazandığının hepsi senin değil, zekâttan kastetmiyorum, zekât zaten senin değil fakirlerin. Onu vermezsen haram işlemiş olursun, zekâtın dışındakilerin hepsi senin değil, onda başkalarının da hakkı var.” derdi. Böyle bir sosyal ortamı düşünebiliyor musunuz?
Peki ne oldu, nasıl oldu da tüketici toplum olduk; sadece tüketici değil üretmeden tüketen olduk. Sürdürülebilir değildir.
“İhtiyaçlar sınırsızdır.”
Ekonominin perspektifinde kurallaştırılmış Batı kökenli, tüketim mantığına dayalı bir kavramdır. İhtiyaçları sınırsızlaştırdığınızda ne olur, nasıl yaşarsınız?
Mütevazı bir başlangıç yapalım.
Kirada oturan kirasını ödeyebilen bayramlık ve günlük elbisesi olan bununla mutlu olan bir bireyken imkân buldunuz iki odalı bir eviniz oldu.
Artık hedefinizde üç odalı bir ev vardır ve sizi o kadar sarar ki iki odalı evinizin keyfini çıkaramazsınız.
Bir de biriktirdiniz, denkleştirdiniz binek araç aldınız. Bu defa gözünüz daha lüks bir aracınızın olması sizi aracınızın keyfini çıkarmanızı elinizden alır, sabahın erken saatinde otobüs beklediğinizi çoktan unutturmuştur.
Çalıştınız çırpındınız üç odalı ev biraz daha lüks araba… E.. şimdi ne olacak, onu da aldınız.
Şimdi başladı beyninizi kemirmeye uykular gitti nasıl yaparım da iyi bir muhitten bir ev, hanıma bir araba, kendi arabanızı dabir üst modele çıkarma arzusu…
Eee artık yeter çünkü yaşlandınız ama sahip olduklarınızın keyfini çıkarmadan.
Değdi mi?
Tabii ki değmedi. Oysa insan ömrü hiç de zannedilen gibi uzun değil ve TUL–İ EMEL için değmez.
Bunun yerine kadim kültürümüzün gereği olarak sahip olduklarınıza şükretseydiniz. Keyfini çıkarıp mutlu olsaydınız.
Milyarder iş adamı; Apple kurucu ortağı ve CEO’su, 56 yaşında ölen Steve JOBS‘ın son yazısı:
“İş hayatında büyük başarılara ulaştım.
Kimilerinin gözünde hayatım başarının timsali.
Fakat işin dışında çok az neşem oldu benim.
İşin sonunda zenginliğim ve alışmış olduğum hayatın bana getirdiği tek gerçeklik…Ölümle yüzleştiğim şu anda yatağımda uzanıp hayatımı gözlerimde canlandırırken fark ettim ki gururlandığım şöhretim ve servetim ölümün karşısında ne kadar da manasızmış.
Arabayı kullanmak için, size para kazandırması için birilerini işe alabilirsiniz. Ancak hastalığınızı taşıması için, kimseyi işe alamıyorsunuz.
Kaybedilen maddi şeyler bulunabilir veya yerine başkası konur fakat kaybedildiğinde bulunamayacak veya yeri dolmayacak tek şey var: O da “Hayat.”
Şu an hayatınızın hangi sahnesinde olursanız olun, zaman ile sahne perdesinin kapanması ile yüzleşeceksiniz. Tavsiyem; ailenize, eşinize, arkadaşlarınıza çok kıymet verin ve sevin.
Kendinize iyi davranın ve insanlara değer verin. Yaşlandıkça ve ümit ediyorum akıllandıkça fark ediyorsunuz ki 300 dolarlık saat de 30 dolarlık saat de aynı zamanı gösteriyor.
İç huzurun bu tarz şeylerle elde edilmediğini anlıyorsunuz.
İster first class, ister ekonomi uçun bilin ki o uçak düşerse siz de düşeceksiniz. O yüzden umut ederim ki şunu anlarsınız.
Kahkaha attığınız, sohbet ettiğiniz, şarkılar söylediğiniz, Kuzeyden-Güneyden, Doğudan-Batıdan, Cennetten ve Dünyadan konuştuğunuz ahbaplarınız, dostlarınız, eski arkadaşlarınız, anneniz, babanız, erkek kardeşiniz, kız kardeşiniz varsa bilin ki gerçek mutluluk; onlarmış…
Çocuklarınızı zengin olması için eğitmeyin; onları mutlu olmaları için eğitin.
Böylelikle büyüdüklerinde her şeyin fiyatını değil, değerini bilirler.
Yemeğinizi ilacınız gibi yiyin; aksi halde ilacı yemek yerine yersiniz. Sizi seven kişi, sizi asla bırakmayacaktır. Bırakmak için yüzlerce neden saysa da mutlaka sizde kalmak için sebep bulacaktır.
Bilin ki insan ile insan olabilmek arasında çok büyük fark var ve bunu anlayan çok az insan var. Doğduğunuzda sevildiniz ve ölürken de sevileceksiniz. Bu arada kalan zamanı başarmak zorundasınız.
Hayattaki en iyi altı doktor;
Güneş ışığı
Dinlenmek
Egzersiz yapmak
Sağlıklı yemek
Kendine güven ve
Arkadaşlar.
Bunları hayatınızın her evresinde muhafaza edin ve sağlıklı bir ömrün tadını çıkarın...Steve JOBS"
Milyarder iş adamı kansere yakalanıp ömrünün sayılı günlere sıkıştığını gördüğünde, elli altı yaşında dünyayı terk etmeden insanlığa okuduğunuz bu unutulmaz dersi hediye ederek gitmiştir. “Hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi Ahirete” derken dengeyi, “Yarın öleceğinizi bilseniz ağaç dikiniz” derken de dünyaya misafir geldiğimizi ve bizden sonra da geleceklerin olduğunu, emanete riayet ve insana karşılıksız hizmeti öğütlemektedir.
“Her şeye canını sıkma ey gönül,
Ne bu dertler kalıcı, ne de bu ömür..”
Sahip olduklarınızın kıymetini bilin, dünyevi şeylerin mutluluğunuzu elinizden almasına müsaade etmeyin.
Mutlu kalın, sağlıcakla kalın.
Vesselam.