Özgürlüklerin sınırı, kendini bilmek, sadece kişilerin değil tüm varlıkların yerine kendini koymak ya da öz anlatımla “farkındalık” kültürü ile doğru orantılıdır.
Halen acımasız KÜRESEL GÜÇ YÖNETİMLERİ ve o doğrultuda düşünenlerde görebiliyor muyuz bu yüce ve asil kavramları?
Bu konudaki yetersizlik hatta hastalık, aktarma organlarını besleyemeyen ve denetim altına alamayan bilgi ve sevgi yoksunluğu ile ilgilidir.. Evrensel hukuk ve Birleşmiş Milletler buna benzer işlevsiz beyin takımı örgütleridir.
Hücre ya da organların kansız kalması nasıl YETMEZLİK sonucu ÖLÜME yol açıyorsa, bilgi sahibi olmalarına karşın, SEVGİ ve FARKINDALIK kavramlarındaki yoksunluk da günümüz çoğu bireylerin içindeki insanlığı öldürmüştür. Yüreğindeki insanlığı öldürenlerin acımasızlığı cinayetlere, toplu kıyımlara yol açıyor gördüğünüz gibi dünyada..
Kutsal varlık kavramları yerine, sömürme ve kan dökme ilkesine dayalı ulus ideolojisi hastalığı ile yetiştirilmiş insan modeli giderek ön plana çıktı.. Lokmayı paylaşma, ortak değerler de dayanışma ve anlaşma yerine, sırtını evrensel inanç ve hukuk değerlerine dönme acımasızlığında.. Ne acı ki bu kirli değerlere uygun yetiştirilmiş olan nesiller direksiyon başında..
Çağlar boyunca yüce insani değerlere aykırı yetişmiş ruhsuzlar gibi, dünyayı yönetmeye çalışan yöneticiler iş başında....
Mazlumların direksiyon başına geçtiğini hiç gördük mü bugüne kadar? Vur kaç taktikleri dışında.. BEYİN TAKIMI konumundaki EVRENSEL HUKUK ve İŞLEVSİZ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER iflas etmiş, ölüm makinası DEVLET anlayışı insani değerleri yerle bir etmekte...
Ne ilahi ne insani adaleti dinleyen hatta ipleyen yok..
Asıl çözüm insan haklarını koruyacak bu iki BEYİN TAKIMI konumundaki Evrensel Hukuk örgütlerinin dijital saat gibi çalışabilmesindedir. "Benim içimde insan yok, bırakın dünyayı kainatın bile efesiyim” anlayış ve yapılanmasındaki güçleri hizaya sokacak hukuk ve örgütler yoksa, uygarlığın ayak izine rastlayamayız Tarih boyunca dünyada dikilmiş eserlerin hatta mabetlerin ne anlam ve kıymeti olacak ki, savaşlarla kıyımlarla ezilmiş yok olmuş mazlumlar varken..
O zaman tek çözüm, günümüz dünyasında evrensel hukukun yaşatılması ve işletilmesini sağlayacak, içinde insan taşıyan halkların dik durmasıdır. Özellikle ölümü göze alacak derecede kendi halklarının dik durması, çok önemlidir caydırıcılık yönünden.
Bu denli yürekli olabileceklerini sanmasam da..
Bu yürek güzelliği ve cesaretini gösterecek kendi halkını toplu olarak katledecek herhangi bir KÜRESEL canavar güç de olamaz o zaman.. Militarist darbelerde olabilmesine rağmen..
Yakın tarihte ve halen günümüzde savaş suçları işleyenlerin yargılanmasını isteyecek ULUS HALKLARINI hemen devreye sokacak yolları bulmalıyız, nasıl örgütleneceğini tartışmalıyız bugün.
“BED-ASLA NECÂBET Mİ VERİR HİÇ ÜNİFORMA” demiş yıllar önce ZİYA PAŞA... Günahsız Kitlelere SOYKIRIM uygulayan KİRLİ ULUS ve KÜRESEL güçlere, UYGARLIK üniformasının hiç yakışmaması anlamında.. Bu güç kompleksli uluslar insan haklarına bağlı değil iseler, asla UYGAR da değillerdir.
Ziya Paşa’nın “ZER-DÛZ PALAN URSAN EŞEK YİNE EŞEKTİR” sözüne daha çok layıktırlar..
Tekrar edelim, asırlar geçmesine karşın insanın, insan hakları ile ilgili gelişimi düzeyinde yeterli İlerlemeler sağlanamamıştır…
Nedeni ise çıkara, sömürüye dayalı hesaplardır.. “Benim olmalı” duygusu sonsuzluğa dek sürecek bir hırsın ifadesidir..
Üstünlük hevesi bulutlar üzerinden aşağıda kalanlara tepeden bakmaktır.
Dışlayıcılığın temel noktası, hasta üstünlük duygusunun çıkış noktasıdır.
Günümüzde insan bedeni içindeki yüce değerlerin giderek azaldığı ile ilgili eylemler İçimizi yakıp kavuruyor.
Kibrit suyu dökülesi eylemleri daha da kötüleştirip bataklığa çeviren ise, toplumlara verilen yanlış eğitimlerdir.
Belki tüm yöneticiler değil ammma, geçmişinden hiç ders almayan SİYONİST KATİL CERRAHLAR gibi..