Bazı arkadaşlarımız ve dostlarımız, günün olaylarını sosyal medyada çok güzel yazıları ile yansıtabiliyor. Söylemek isteyip de zaman bulamadığımızda kağıda dökemediklerimizi dillendiriyor. Bu nedenle biz de günümüze ışık tatan bu yazılardan bazen alıntılar yaparak sizlerle paylaşıyoruz.
 
Hamdi Topçuoğlu hocamız da İstanbul’daki yağış ve selden sonra “Sular çekilir çekilmez” başlıklı bir yazıyı paylaştı. İstanbul’da yaşanan sel felaketini “Bu sorun sadece İstanbul’da mı?” diye soruyor.
 
Özellikle de Bodrum’da yağan yağmurlardan sonra dere yataklarındaki durumu gözler önüne seriyor. Dere yataklarına yapılan yapılaşmaların doğru olmadığına parmak basıyor. “O kadar boş alan varken neden dere yataklarına binalar yapılıyor? Yerleşik yaşama geçen ilkel insanlar, evlerini yaşamlarını kolaylaştırmak için dere kıyılarına yaparmış. Günümüzde bırakın derenin kıyısını, dere yataklarına kuruyoruz evlerimizi, fabrikalarımızı. Üstelik Allah'ım sen koru anlayışıyla. ” diye de sorguluyor.
 
Topçuoğlu’nın şu teşhisine de katılmamak mümkün değil:
 
“Bir boğaz kenti olan İstanbul’un bırakalım evlerini, apartmanlarını; metrolarını, alt geçitlerini, tüp geçitlerini su basıyorsa bu doğanın, talan zihniyetine attığı okkalı bir tokattan başka bir şey değildir.”

 
Son yağışlardan sonra Hamdi Topçuoğlu’nıun bu anlamlı ve şiir güzelliğindeki yazısını da sizlerle paylaşalım:
 
“Çinçin, tatlı, mavi, keten, maltız, değirmen, çengel, soğuk, ılık, sıcak, ayamama, göksu, hoş, büyük, küçük, kanlı, kara, ak, sarı… İstanbullu olup da adı bu ve benzeri bir ad olan bir dere cadde ya da sokağından geçmemiş olsun.
 
Peki, bu sorun sadece İstanbul’da mı ?
 
Hele bir çevrenize bakın. Sizin de çevrenizde birazcık kuvvetli bir yağışta canavara dönüşen dere olduğuna bahse girerim.
 
Önceki Muğla Valisi Sayın Amir Çiçek, bir söyleşimizde “Meteoroloji ne zaman Bodrum’a kuvvetli yağış haberi geçse, gözüme uyku girmiyor. Orada dört dere var. Dördü de yanlış kentleşmenin ürünü afet deresi.” demişti.
 
İki yıl önce yaşadığımız felaketi unuttuk; şimdi dereler kuru; ama yarın bir kuvvetli yağışta bu derelerin yine taşacağını, yine canların yanacağını Bodrumlu olup da bilmeyen var mı?
 
Thames Nehri Londra'yı neredeyse karpuz gibi ikiye böler. Londra metrosu 1863 yılında yapılmıştır. Siz hiç Londra metrosunu sel bastığını okudunuz mu?
 
Paris'in ortasından Sen Nehri akar. Çevresinde yüzlerce yıllık saraylar anıtlar vardır. Siz hiç Eifel'in, saint Michel'in, Notre Dame'ın sularla dolduğunu duydunuz mu?
 
Hollanda'nın topraklarının büyük bir bölümü deniz seviyesinin altındadır. 31 Ocak 1953 felaketinden bu yana, neden Hollanda' da Polderler su altında kalmaz biliyor musunuz?
 
Yerleşik yaşama geçen ilkel insanlar, evlerini yaşamlarını kolaylaştırmak için dere kıyılarına yaparmış. Günümüzde bırakın derenin kıyısını, dere yataklarına kuruyoruz evlerimizi, fabrikalarımızı. Üstelik Allah'ım sen koru anlayışıyla.
 
Dereüstü Sokak, Dereiçi Sokak, Kurudere Caddesi...
 
Kentlerin çevresinde dünya kadar yapılaşmaya uygun alanlar olmasına karşın neden buraları yapılaşmaya açar belediyelerimiz hiç düşündünüz mü?
 
Yanıt basit:
Adam sendeciliğimizden, dost ahbap kayırmalarımızdan, açgözlülüğümüzden, kolaycılığımızdan, bilime sırtımızı dönmemizden... En önemlisi doğaya saygısızlığımızdan.
 
Ulaştırma bakanı “ Bu bir afettir!” demiş.
 
Doğru. Sel de bir afettir. Ama müsebbibi nerede?
Aslında bu sorunun yanıtını, doğanın talanına karşı direnen gönüllüler kadar “Bunlara kulak asmayın. Gereğini yapmak zorundayız. Bunların dikili ağacı yoktur ülkede.” diyenler de çok iyi biliyor. Onların da doğanın gerçekleri göz ardı edilerek yapılan yolların, fabrikaların, hanların - hamamların nice görkemli olursa olsun yangınlar, seller, depremler karşısında kumdan kaleler gibi darmaduman olacaklarını bilmemeleri mümkün mü?
 
Belediye başkanlarına “Şehir emini” denmesi boşuna değildir.
Şehremeni, kentlinin malını, canını emanet ettiği kişidir.
 
Şimdi kim, İstanbul'da yaşanan bu felakette şehrin son çeyrek asrına damga vuranların günahı yok diyebilir ?
 
Bir boğaz kenti olan İstanbul’un bırakalım evlerini, apartmanlarını; metrolarını, alt geçitlerini, tüp geçitlerini su basıyorsa bu doğanın, talan zihniyetine attığı okkalı bir tokattan başka bir şey değildir.
 
Peki, bu tokattan ders alır mıyız ?
Hayır hayır…
Sular çekilir çekilmez unuturuz.
 
Her yağmurdan sonra “Sel felaketi yaşar mıyız?” diye endişe içinde bekliyoruz.
Bu, artık kaderimiz olmamalıdır.


 
necdetbuluz@gmail.com
 
www.facebook.com/necdet.buluz
 
 
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.