Bir bakıyorsunuz bir ormanlık alana dört bacağı kesilmiş halde bir köpek yavrusu atılıyor.
Bir mahallede, bir köyde toplu halde zehirlenmiş köpek ölüleri ortalığa dökülüyor
Bir bakıyorsunuz kediyi bacaklarından bağlamış, kuyruğundan asılan resimler.
Bir bakıyorsunuz aşırı kazanç hırsıyla atlarının sırtına aşırı yük vuran insanlar.
Bir bakıyorsunuz televizyon ekranlarında fenomen olmak için papağanın boğazını sıkan manyaklar.
Ve son olarak da güzel Bursa’mızda köpeği 6 parçaya bölen satanistler !
Ne oluyor bu millete?..
Hayvanlara işkence yapmak neyin nesi?..
Bu ülkenin toprağına suyuna havasına ne oldu?..
Biçim içimize şeytan mı karıştı?..
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ;
“Burada bir çiftlik kuracağım. Bu çiftlikte hayvanlar yetiştireceğim. Bir küçük ormanın kenarında tarım endüstrimize ait bacalar tütecek.." diyerek kurmuştur bu ülkeyi.
Yılda bir sefer kutladığımız kurban bayramında bile gereken özen ve ihtimam gösterilmelidir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (SAV) ;
“Hayvana binecekseniz tatlılıkla bininiz. Yük vuracaksanız takatinin üstünde yüklemeyiniz. Kesecekseniz en az ızdırap verecek şekilde kesiniz" buyurmuştur.
Hayvanlara özen göstermeyenlere uyarı yine Allah’ın resulünden gelmektedir.
“Ben size Allah’tan korkunuz, hayvanları incitmeyiniz, rahatlarını bozmayınız demiyor muyum?.." buyuruyor.
Bu uyarıya aldırış etmeyenlere Resulullah’ın da ikazı daha da sertleşiyor.
“Canlı hayvana işkence, eziyet edene lanet olsun.” Buyuruyor.
Bu bedduaya müstehak olan insanlar da her halde ne bu dünyada ne de ahiret aleminde huzur yüzü göremezler.
Bişri Hafi hazretleri şehirde gezinirken hep çıplak ayakla gezinirdi. Onun gezdiği şehirde hiçbir hayvan pisliğini yolun ortasına yapmazdı. Yapmazdı ki, Bişri Hafi üzerine basıp da ayakları kirlenmesin istiyordu.
Hayvanlar insanlara saygı gösterirken insanlar neden onlara saygı duymazlar.
Bizde eksik olan ne var ?
Eğitim mi eksik,
İnsanlık mı eksik,
İman mı eksik ?
Biz ki çağlar boyunca tarihe mührünü vurmuş büyük bir milletiz.
Mahatma Gandi ;
“Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir.." diyor. Biz bu hasletlerden mi uzaklaştık yoksa.
Hayvanlar bizim en iyi arkadaşımızdır.
Türk milleti atı ile adeta bütünleşmiş bir millettir.
Bir Kızılderili atasözü şöyle der ;
“Her şey aynı nefesten alır : Hayvanlar, insanlar, ağaçlar… Hayvanlar olmazsa insanlar ne yapar ? Tüm hayvanlar gitse insanların ruhu büyük bir yalnızlığa boğulur, insanlar yalnızlıktan ölür”
Hayvanı seversen o da sevildiğini bilerek seni sever.
Açlıktan ölmekte olan bir köpeği alıp doyurursanız sizi ısırmaz.
Eskilerin dediği gibi
“Köpek yal veren eli ısırmaz”
Bu davranış insan ile köpek arasındaki en temel farktır.
Köpekler kendilerine iyi davrananlara her zaman sadakat göstermişlerdir.
Mart Twain bu durumu izah için ;
“Köpekler centilmendir. Umarım onların cennetine giderim, insanların değil.” Diyerek adeta onlarla bütünleşmek istemiştir.
Bir köpek bu dünyada kendinden daha çok sizi seven tek varlıktır.
Bir çok insan öldüğü zaman köpeğinin onun mezarına giderek orada yatıp kalktığına çoğu kez şahit olmuşuzdur. Sahibinin ayrılığından duyduğu üzüntüyü adeta bütün dünyaya anlatmak ister gibidir.
Bu millet tarihin her evresinde, bitkilere, hayvanlara, çocuklara ve kadınlara önem vermiş.
Her fırsatta onların haklarını korumuş ve gözetmiştir.
Buhari “Bir Müslüman’ın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o Müslüman için birer sadakadır.” Diyerek bu işin önem ve feyzini ortaya koymuştur.
Hayvanlar, bitkiler bizim en iyi arkadaşlarımız olmalı. Onlar bizim hata ve kusurlarımızı görmezler. Bize bir suç yüklemezler.
George Eliot; “En iyi arkadaşlarımız hayvanlardır, ne soru sorarlar, ne de kusur, kabahat bulurlar." demektedir.
Hayvanlara karşı bu kadar acımasız ve gaddar olan bir insan, hemcinslerine karşı nasıl davranır zannediyorsunuz. Bu kişilere insan diyebilir miyiz ?
Arthur Schopenhauer; “Hayvanlara karşı acımasız olan, iyi bir insan olamaz" diyor.
Yine bir Kızılderili sözü ile sözümüzü noktalayalım.
“Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki ? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir"
Türkler tarih boyunca hayvanlarla iç içe yaşayan ve onlara tarih sürecinde oldukça önemli ayrıcalıklar tanıyan, onlara değer veren bir millet olmuştur. Türkiye'de hayvan severleri bir araya getiren ilk resmi dernek İstanbul'da 1912 yılında "Himaye-i Hayvanat Cemiyeti" adı ile kurulur. Öyle ki bir zamanlar Osmanlıda hayvanlar ile ilgili yapılan bazı hususlar batılıları dahi şaşırtmıştır:
Hayvan ve ağaçlar yararına oluşturulan vakıflar,
Kediler için yapılmış binalar,
Hayvanların beslenmesi için tahsis edilmiş uşaklar,
Hayvanların beslenmesi için bırakılan miraslar (Örneğin sadece Beyazıt Vakfiyesinde kuşların beslenmesi için yılda 30 altın ayrılmıştı),
Hacı Baba mertebesine yükseltilmiş leyleklere sanki kutsalmış gibi yapılan muameleler,
Dünyada örneğine rastlanmayan Bursa'daki Leylek (Gurabahane-i Laklakan) bakım evi,
Dolmabahçe'deki kuş ve Üsküdar'daki kedi hastaneleri, Cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, hatta mimari açıdan eşi ve benzeri bulunmayan kuş köşkleri, (Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2014, Empati ve Hayvanlarla İletişim)
Bunların en güzel örnekleridir.
Umarım varlığımızı devam ettirmek için hayvanlara sahip çıkan bir nesil yetiştiririz.
Unutmamalıyız ki ;
“O ki yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır” (Secde suresi 7. Ayet )
“Hayvanları da O yarattı” (Nahl suresi 5. Ayet )