8 yaşındaki kız yine kâbusunda aynı şeyi; annesinin iki yıl önce yağmurlu bir akşam vaktinde bavulunu toplayıp onu babasıyla bırakarak evi terk ettiği anı görmüş ve hıçkırıklar içinde uyanmıştı. Gözyaşları bardaktan boşanırcasına yağan yağmur kadar keskindi. Babası, kuzusunun ağlayışını duyar duymaz soluğu onun yanında almış, onu sıkı sıkıya sarmış, alnında birikmekte olan terle karışık gözyaşlarını öpüyordu. O kadar çok ağlamıştı ki, bir süre sonra sesi çatallaştı ve hıçkırık da tuttu. Arada bir kendini öne doğru atıyordu. Adam bir süre hiçbir şey demedi. Kızının ağlayarak rahatlamasını bekledi. Bir süre sonra çocuk, bir serçe yavrusu gibi yüzünü okşayan babasının nasırlı elleri arasında derin bir uykuya daldı. Orta boylu adam kızın boynunu öperek, koklayarak onu pembe ayıcıklı yatağına yatırdı. Sevdayla onun üzerini örttü. Kızının en çok sevdiği renk olan yeşil gece lambasını yaktı. Bir süre keder dolu bakışlarla onu seyretti. Oda lambasını kapattı. Yavaşça kapıyı kapatarak odadan çıktı..
Annesi, o akşam kendisi gibi evli olan ve iki sokak ötede oturan bir adamla kaçmıştı. Küçük kız bunu bilmiyordu, babası ona bunu söylememişti. Ancak bir gün kız, okul dönüşü mahalle arasında pencereden pencereye yüksek sesle sohbet eden kadınların konuşmasını duymuş ve gerçeği öğrenmişti. Kadınlar, çantasını fırlatıp, yere kapaklanan ve hıçkırıklara boğulan kızın, konuşulanları duyduğunu anlamışlardı. İki kadın da fırlayarak çocuğun yanına gelmiş ve dizi kan içinde kalan yavrucağa sarılmışlar; ona konuştuklarının annesiyle ilgili değil, başka biriyle ilgili olduğunu gözyaşları içinde söylemişlerdi. Söylemişlerdi söylemesine ama çocuk çok akıllıydı. Kadınların çaresizce çırpınışları bir sonuç vermemişti..
Kızın babası hamaldı. Nerede iş olursa orada çalışıyordu. Çok güçlü bir adam değildi ama mangal gibi yüreği vardı. Kızını hiçbir şeyden mağdur etmemek için canını dişine takıyor, sabahın köründen akşam saatlerine kadar çalışıyordu. Kendinden çok daha kuvvetli olanlardan fazla yük taşıyordu. İşverenler onun bu özelliğini bildiklerinden adam hemen hemen hiç işsiz kalmıyordu. Akşam yemeklerinden sonra, ertesi günkü kızının sevdiği elleri hırpalanmış elleriyle yapıyor, hazır ediyordu. Kızıyla arasında sözcüklerle anlatılmaz bir sevgi bağı vardı. İster istemez küçük kızın psikolojisi olumsuz yönde etkilenmişti. Adam, en az ayda bir defa, psikoloğun isteği üzerine bazen iki defa kızını tedaviye götürüyordu. Akşam bütün vaktini kızına ayırıyor, onunla oyunlar oynuyordu. Çocukken “Çocuk Kalbi” adlı bir kitap okumuştu. Bu kitap sayesinde çocuk ruhunu çok iyi biliyor; tahsilli olmamasına rağmen kızının ruhuna öyle güzel hitap ediyordu ki, küçük kız psikologdan daha çok babasının ilgisiyle günden güne kendini daha iyi hissediyordu. O, kızının hem annesi hem babasıydı. Karısı tarafından terk edildikten hayli süre geçmiş olmasına karşın hayatına hiçbir kadını almamıştı. Bütün hayatı kızının mutluluğu üzerine kuruluydu. Yakışıklı değildi belki ama sağlam bir karakteri olduğundan çok talibi vardı. Ne zaman biri ona bu konuyla ilgili bir haber getirse kibar bir şekilde teklifi reddediyordu. Bu da haliyle küçük kızının çok hoşuna gidiyordu zira babasını kimseyle paylaşmaya niyeti yoktu. O, şövalyesiydi. Baba kız kötü günleri yavaş yavaş da olsa geride bırakıyorlardı.
Yıllar geçmiş, adamın saçlarına kırlar düşmüştü. Emekli olmuş ama yine de çalışıyordu. Konservatuvar opera bölümü son sınıf öğrencisi kızının tüm ihtiyaçlarını eksiksiz karşılamak için bunu yapması gerekiyordu. Bu sürede ayrılan eşi, bir şekilde kızının okulunu öğrenmiş, bir gün kızıyla görüşmek üzere konservatuvara gelmişti. Kızı onu donuk bakışlarla karşılamış, tek kelime bile etmeden arkasını dönerek onun yanından uzaklaşmıştı. Kadın birkaç kere daha gelmiş, her seferinde gözü yaşlı bir şekilde onun yanından ayrılmak zorunda kalmıştı.
Kız, bölüm birincisi olarak okulu bitirdiğinde, bin kişinin önünde yaptığı konuşmasına şöyle demişti, “Değerli hocalarım ve arkadaşlarım, sizlerin önünde şu an yaptığım bu konuşma benim için onur verici ancak benim içi daha gurur verici olan başka bir şey var ki; o da hayatını bana adamış olan, ilkokulda öğretmen bize babalarımızın mesleğini sorduğunda, babam hamaldır dediğimde kahkahalarla gülen arkadaşlarımıza o zaman verdiğim cevabı şimdi tekrarlayarak diyorum ki; hamal Hasan Demir’in kızı olmaktan gurur duyuyorum. O dünyanın en güzel kalpli babasıdır. Annem bizi terk ettiği günden beri benim kahramanımdır. Şimdi bana verilen bu plaketin gerçek sahibini, sizlerin huzurunda buraya davet ederek kendisine takdim etmek istiyorum…
Adam gözlerinden yağmur gibi boşalan gözyaşları eşliğinde oturduğu yerden kalktığı anda salondaki yüzlerce kişi de aynı anda ayağa kalktılar ve kızının yanına doğru ilerleyen adamı ayakta alkışlamaya başladılar. Kızı plaketi sunmadan önce, cebinden çıkardığı mendille babacığının gözyaşlarını özenle sildi. Kendisi de dakikalardır gözyaşlarını tutuyordu. Göz göze geldiler. Titreyen elleriyle kızının sunduğu plaketi mahcup bakışlarla alırken zaman durdu…