….Endülüs’ün büyük bir İslam Medeniyeti olmasında en büyük katkı belki de Tarık bin Ziyad’a aittir...
Canlılar doğar, büyür, güç-kuvvet-kudret sahibi olur, gerileme dönemini yaşar ve ömürleri biter ya!
Devletlere de bir ömür biçilmiştir.
İbni Haldun’un girişi 200 sahife olan “mukaddime” kitabında; “devletlerde insanlar gibidir, doğarlar büyürler, gelişirler, gerileme dönemini yaşarlar ve ömürleri son bulur” der. Endülüs Medeniyeti’de böyle olmuştur. Dejenere edilmiş ve ömrü nihayete ermiştir. Lakin Müslümanların batıya kazandırdıkları ahlak-edep-iktisat-hukuk- kavramları bin yıl kalıcı olmuş, müslümanların devrimlerinin batının gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.
“Herşeyin bir ömrü var”
Musa İbn Nusayr’ın azadi kölesi Tarık Bin Ziyad’a nasip olan İberia
Yarımadasının fethi, 780 yılı aşan Endülüs Medeniyeti’nin batıya hayat vermesi sırasında 1000’li yılların son çeyreğinde dünyanın diğer bölgelerinde Müslümanların büyük başarılarından söz ediliyordu.
***
Selçuklu Sultanı Muhammed Alparslan 43.000 yiğitle, Malazgirt’te Bizans
Kralı Diogenes’in 200.000 kişilik ordusuyla karşı karşıya geliyordu. Malazgirt’te 1071’deki Karşılaşma Cuma namazının sonrasında Alparslan’ın barış elçisi göndermesi, Diogenes’in kabul etmemesi ve ardından büyük bir mücadelenin başlaması, iki saat gibi kısa süren savaşın neticesi Selçuklu Sultanı Muhammed Alparslan’ın kesin galibiyetiyle sonuçlanması, Diogenes’in esir düşmesi, Alparslan’ın kendi çadırında sekiz gün kralı ağırlaması kendi yemeğinden ve soğuk su ikram etmesi, uzun sürecek barış anlaşmasının yapılması, buna göre 1.500.000 altın ve 360.000 yıllık vergi karşılığında ülkesine gönderilme kararıyla anlaşma yapıldı.
Bizans’da Diogenes’in yerine geçirilen kral VII. Mikhail tarafından kabul edilmedi. Bizans’a gelen Diogenes’in gözleri de dağlanarak, günümüz ismiyle İstanbul sokaklarında bir binekle dolaştırılarak hakaretlere maruz bırakılır…
***
Batı 1095 yılında topal ayaklı eşeğiyle papa II. Urban ülke ülke, kasaba kasaba, köy köy dolaşarak hristiyanları Kudüs’ün üzerine sevk etme çalışmaları
neticesinde, günümüzde de devam eden ve tarihte “Haçlı Savaşları” adıyla anılan savaş/soykırımları başlatmıştı.
***
Endülüs’te ise 1200 yılından itibaren gerileme başlamış, yavaş yavaş Müslümanların egemenliği yerini hristiyanların güçlerini birleştirmesiyle batılı yöneticilerin kontrolüne, yani kilisenin egemenliğine geri dönmeye başlamıştı. 300 yılı aşan gerileme dönemi can sıkıcı olmakla beraber Müslümanların ehli sünnet inancını da kaybetmelerine yol açmaktaydı. Kur’an ve Sünnet çerçevesi dışında bazı konularda insiyatifle davranmalar, fevri hareketler, İsmailiye ve Fatımi akımlarının yaygınlaşması batılı aydınların ve halkın gözünde Müslümanların değer kaybetmesine neden olmuştu.
***
Gırnata kentinde sıkışıp yaşamlarını sürdürmeye çalışan Müslümanların emiri Ebu Abdullah uğradığı baskılar sonrasında 1492 yılında bir tören düzenlenerek egemenliğin temsili anahtarını Kral Ferdinand’a teslim etmek zorunda kalmıştı. Bu olay Endülüs Medeniyeti’nin son bulması, hristiyan kilisesinin tekrar batılıları ele geçirmesi anlamına geliyordu.
***
Endülüs Medeniyeti geriye parlak ışıklı sokaklar, camiler, kütüphaneler, medreseler (üniversiteler), hamamlar, hanlar, yollarda ücretsiz hizmet veren kervansaraylar bırakıyordu.
Ne Londra’da ne Paris sokaklarında bir ışık veren lamba yokken ve çamurdan geçilmezken bir medeniyet “Endülüs İslam Medeniyeti” Müslümanların dünyalığa meyletmeleri neticesinde yok oluyor, yerini, kilise tanımlamasıyla ‘İNSANLARI TEMİZLENMEYE KARŞI KORUYAN’ kilisenin egemenliğine bırakıyordu. Asırlar boyunca bu mesele Oxford üniversitesinde “hamama girip yıkanmak barbar ve dinsiz kimselerin adeti” olarak anlatıldı.
***
İslam inancının bozuk olarak yaşanır olmasıyla bir medeniyet yok olmuştu. Ana mesele aslında buydu.
Aslından uzaklaşılan İslam inancı!
***
Batılı ile müslüman bilim insanları arasındaki fark çok nettir. Müslümanlar yazdıkları kitaplara “riya” olmasın diye isimlerini bile yazmazken, batı (L) zihniyetliler ise her yaptıkları buluştan ‘patent’ adı altında insanlıktan büyük bedeller talep etmişler/etmektedirler.
***
Mesela Muhyiddin Arabi’nin eserini çalan batılılar ebced hesaplarının şifrelerini öğrenip kendileri bulmuş gibi lanse etmeleri günümüzde de devam edegeliyor. Edison, ampülü icat ettiğinde Muhyiddin Arabi’nin eserlerinden ampülü öğrendiğini yıllar sonra itiraf etmişti. Uzaya müslüman bilim insanlarının yaptığı ortaya koyduğu hesaplamalarla gidilmedi mi? Batılı bilim insanlarının bilimi müslüman bilim insanlarından öğrendiğini önceki yazımızda örnekleriyle bahsetmiştim. Batılı bilim insanları, öğrendikleriyle veya müslümanların kitaplarından aldıkları bilgiyle ortaya koydukları bir çalışmayı programı insanların kullanmaları için ‘patent’ istiyorlar. Bütün dünyanın kullandığı rakamların mucitleri Müslümanlar sadece “0”(sıfır) rakamını her kullandıklarında batılılardan patent isteseydi, dünyanın en düşük para birimiyle yapılacak hesaplamayla bile günümüzde batılıların giyecek donları kalmazdı.
Bizim şanlı tarihimize batılılar sahip olsaydılar biz Müslümanları hiç konuşturmaz “at gibi kişnetirlerdi”…
Örnekleri çoğaltmak mümkün bu kadarı konunun anlaşılması için yeterli sanırım.
***
Endülüs Medeniyeti sonlanırken hem hristiyanlara, hem de İslam dünyasına önemli katkılar sağlamıştı. Bir medeniyet son bitiyorken,İstanbul başkentli Osmanlı İmparatorluğu insanlığı aydınlatma adına en parlak dönemindeydi...
Yeter ki değerlerimize sarılıp insanlığa huzur barış refah getirme gayretinde olalım.
***
Batı medeniyeti günümüzde ‘üstünmüş gibi’ görünse de üstünlüğünü müslüman bilim insanlarından elde ettikleri bilgi ve donanımdan elde ettiler. Bilimi bir üst seviyeye çıkaramadılar. Bu görev biz müslümanlara düşüyor. Batının atalarımızdan aldığı, yitirdiğimiz bilimi tekrar alıp insanlığa hizmet etmeye devam etmeliyiz. Batı’(L) inanç ve sistemlerle insanlık kurtuluşa eremez. Batının dayatmalarıyla üzüntü ızdırap göz yaşı ile dolu günler aylar yıllar geçirilir. Yaklaşık yüz yıldır bunu gözlemliyoruz. Evet gece iyice kararmadan güneş doğmaz.
İyinin doğrunun faydalının adaletin tesis edilmesi için, batılıların insanlığı sömürü istemleri ve dejenere dayatmaları bırakılmalı. Kendi ajandamızdaki gündemlerle mesafe alınmalı ve özümüze sarılıp insanlığın da özlemle beklediği medeniyetin inşaası için kolları sıvamalıyız.
***
Batı aşıkları yaratılışınızdaki değerlere karşı durarak insanlığa fayda sağlayamazsınız. Bilime, teknolojiye, bilim insanına ve en önemlisi insana en büyük değer islam inancında medeniyetindedir. Beş yazımda bunlara kısaca örnek vermeye çalıştım. Doğruluğunu araştırabilirsiniz.
Yazı dizimizde dejenere edilmemiş bir İslam Medeniyeti’nin özetini insanlığa katkılarını göz önünde koymaya çalıştım...