Meşhur hikayedir Cengiz Han Bağdat'ı işgal ettiğinde Bağdat'ın önde gelen alimi ile görüşmek istediğini söyler, Cengiz Han'ın zulmünden korkanlar huzura çıkmak istemezler fakat genç bir âlim devesini ve keçisini yanına alır, Cengiz Han'ın huzuruna çıkar. Cengiz Han: “Alim olarak bula bula seni mi buldular be çocuk?!” der. Huzura çıkan genç alim: "Aradığınız sakal ise işte keçim, sakalı var, aradığınız boy bos ise işte devem boylu boslu ve güçlü." der. Cengiz Han huzura gelen gencin hiç de boş birisi olmadığını hatta çok cesur olduğunu anlar ve sorar: "Bağdat'ı fethetmemi nasıl buluyorsun!?” Genç alim cevap verir: "Bağdat’ı sen fethetmedin bizim yaşayışımız Bağdat’ı sana verdi; Bağdat’ı biz kaybettik." der.
Kendi ellerimizle kaybettiklerimiz!
iktidarlar da böyledir, zenginlik de böyledir, hayat da böyledir.
İktidar muhalefetin güçlü olması ya da çok dikkate değer projelerinden dolayı kaybedilmez! İktidar yönetenlerin zaafiyetlerinden, yanlışlarından dolayı kaybedilir. Başkalarını suçlamak, suçlu aramak kendileri için işe yaramaz sonuç doğurur.
Zenginlik de öyledir iş bilmemezlik, israf, hırs ve işin gereğini yapmamak kıymetini bilmemek de zenginliğin insanın elinin altından kayıp gitmesi ile sonuçlanır.
İnsan ömrü de öyledir. İnsanın değerini anlayamadığı en önemli olanı ise; sağlığı, ömrü ve israf ettiği zamandır. Çoğu zaman sağlık kaybedildiğinde değeri anlaşılır. Ömür ise sona gelindiğinde değeri anlaşılır ancak değeri anlamış olmanın hiçbir hükmü kalmaz. Ömür bitmiş yol tükenmiş hiç bir pişmanlığın arzu ve ihtirasın önemi kalmamıştır.
Zamanın, sağlığın kıymetini bildik mi? Yani kendi kıymetimizi bildik mi? Akrabalarımız, komşularımızın, dostlarımızın kıymetini bildik mi?
Fertler olarak önce kendimize bakmalıyız mesela yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıl önce insanlara karşı tabiata ve canlılara karşı davranışımız hassasiyetimiz devam ediyor mu?
Dün çok önemsediğimiz değerlerimizi zaman içinde nasıl tükettik nasıl değersizleştirdik böylece sonuçta nasıl da umutsuzlaştık mutsuzlaştık!
Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu,
Ne olduysa hep bize azar azar oldu.
Arif Nihat Asya bugün olsa gene aynı şekilde söyler miydi, söylediklerini daha ağır hale getirir miydi bilmiyorum. Ancak bir gerçek var ki bu ben miyim, bu biz miyiz demeden edemiyoruz.
1980'li yıllarda ABD yapımı Dallas dizisi kamuoyuna CEYAR olarak yerleşmiş bir dizi ama ne dizi öyle insanların randevularının saatini belirleyen bir dizi idi. Dizinin konusu ABD’de bir çiftlikte geçen ailenin yaşam öyküsüydü. Dizide Ceyar kardeşinin karısı ile aşk yaşıyordu! İşte bu ahlaksız pislik dizi halkın büyük kısmını tvler karşısına kilitliyordu. Bugünlere gelince sözüm ona sağcı bilinen bazı tvlerde yerli diziler yayınlanıyor. Yerli dizilerdeki Ceyar benzeri ahlaksızlıklar ABD yapımı dizilere ahlaksızlık açısından on basar. Ama ne yönetenlerde ve ne de halkta kimsede gık yok!
Ne hazin, bu durum kültürel işgal değil mi?
Toplum olarak geldiğimiz noktanın boyutunu anlamak için önce kendimize sonra etrafımıza ve topluma bakıp görmemiz mümkündür.
Şükür ki toplumun bütünü böyle değildir.
“İyiler yüzü suyu hürmetine yaşıyoruz.” diye bir sözümüz var durum tam da bu galiba!
İstanbul’un orta yerinde Sivaslı bir delikanlı ile Rizeli hanımefendi dünya evine girmeye hazırlanıyor eş dost toplanmış düğün yapıyorlar. O da ne! genç çift salonun ortasında dans etmeye başlıyor ama ne dans(!) dansa nasıl başlanır kim kimin belinden nasıl tutar birkaç denemeden sonra başlıyorlar dansa. Yahu gençler siz bir Fransız’ın düğününde horon oynandığını ya da Sivas halayı çekildiğini gördünüz mü? İnanın sizin dans ettiğinizi bir batılı görse size güler! Ne bu hal böyle?!
Düştüğümüz komik duruma mı yanalım yolda düştüğümüz aşağılık kompleksine mi?
Kötü bir özenti ve kötü bir taklit.
Gönüllü asimilasyon tam da bu olsa gerek..
Hasılı kelam, bazı gençler bir alem bekaret ile namusun ne alakası var diyecek kadar çığırından çıkmış. LGBT faaliyetleri artmış, yayınlar uyuşturucu sosyal medya üzerinden sistemli faaliyetler tam gaz yol alırken toplum da normalleşme yolunda hızla ilerlemekte! LGBT faaliyetlerini deşifre eden bu konuda çok önemli çaba ve gayret içinde bulunan araştırmacı gazeteci Muhammet Binici’nin yazı ve tv söyleşilerini dinleyip şok olmamak elde değil. Durum sanıldığının tam aksine sadece Ülkemizi değil bütün insanlığı tehdit eder hale gelmiştir.
Gençliğimiz büyük tehlike ve tehdit altındadır.
İşveren bir alem, bürokratı sormaya gerek yok!.
Köylü bir alem kendi yiyeceği sebzelere tarım zararlıları kullanmazken satmak için yetiştirdiği sebze veya meyveyi fazla üretebilmek için insan sağlığına zararlı kimyasal maddeleri zirai ilaç adı altında dayıyor!
Pazarcı marketçi bir alem üç liraya köylüden aldıkları mahsülü otuz liraya satmayı ticaret, serbest piyasa gereği olduğunu düşünebilmekte! Kandırmak, ihtikar normalleşmiş.
Geçenlerde anlattılar hayret ettim bazı uyanık köylüler kendilerini kasabaya taşıtmak için ambülans çağırıp hasta numarası yapıyorlarmış! Yaptıkları sahtekarlığın acil ambülans ihtiyacı olanın hayatını nasıl tehlikeye attıklarını nasıl düşünmezler!
Çivisi çıktı şu insanlığın.
Bazılarının vakıf dernek vs derken sosyal konumunu güçlendirmeleri ve şahsi menfaat temin edenlerini mi dersiniz!
Kimilerince tarikat şeyh vs derken hurafelerin din haline getirildiği, sözümona keramet olarak egzantirik olağanüstü ve insanüstü olayları yaşanmış hikayeler olarak anlatarak, ulaşılmaz insan tipi yaratıp DİN’i birtakım insanların inhisarına ve otoritesine teslim edip, yapılanın takva zannedilmesine mi yanarsınız? Dinin asıl kaynağı Kur’an ile insanlar arasına aşılmaz duvarlar örülmesine mi yanarsınız.
Politik arenadan bahsetmeye gerek yok! Bize göre demokrasi bize göre siyasi partiler kanunu ve tabiatıyla bize göre sonuç!
Maalesef siyasi parti kamplaşması tarafların gözlerini adeta kör etmiş gibi. Mesela domuz etinin kasaplık sayılması, zinanın yasaklanması, kanunun çıkarılmaması İstanbul Sözleşmesi ve AB kriterleri gerekçeleri ile çıkarılan kanuni düzenlemelerin mensubiyet duyduğu partisi tarafından yapılmasına rağmen bu gibi konularda yapılan hatalardan dönülmesi önerisinde bulunanlara karşı durulmasına çoğu zaman karşılaşmışızdır.
Buna örnek olarak, zina yasası tartışıldığı bir ortamda cami cemaatinden bir şahsın “Sanki zinayı yasaklayan kanun varken zina yapılmıyordu; yasak olsa ne olur serbest olsa ne olur?!..” demesini unutamam. Nasıl bir tarafgirliktir böyle!
Aman partim yıpranmasın! anlayışı.
Bu durum bütün siyasi taraflar için geçerlidir. İstanbul’da belediyenin getirildiği içler acısı durumun taraftarları tarafından halen savunuluyor olması garip değil mi?
Oysa bir seçmen oy verdiklerini yönetime getirdiklerini muhalefetten önce kendisi sorgulamalı ve beklentilerini dile getirmelidir. Oy vermek yönetime getirmek, yönetenlerin yaptıklarından sorumluluk duymaktır.
Gerçekten bize ne oldu?
Müslüman toplumların ahlakı böyle olamaz, olmamalı!
Hadi inanç tarafını bir an için bir yana koyalım, insan desen insan böyle olmamalı.
Sözün bittiği yer denilen bu galiba.
Kimseyi suçlamadan önce kendimize sormalıyız ve cevabını bulmalıyız. Kültürümüz geleneklerimiz ve insanlarla aramıza koyduğumuz engellere değer mi diye?!
Sonra kendisi ile barışık olmayanın başkaları ile barışık olamayacağını, başkaları ile barışık olmayanın kendisine barışık olamayacağını. Kendisi ile barışık olmayanın mutlu olamayacağını kendi kendimizden neden mutluluğu esirgediğimizi sorgulamalıyız.
Soruyu tekrar kendimize soralım:
Değer mi?
Kalın sağlıcakla,
Vesselam...