Arabistan’ın hemen her konuda Amerika’nın uydusu haline geldiği görülüyor. Özellikle koltuğu kaybetmeme uğruna Amerika’nın her dediğini yapan, aldığı her kararı destekleyen Suudi Arabistan, petrol gelirinin çok önemli bir bölümünü de Amerika’dan aldığı silahlara veriyor.
Biraz geriye gidip anımsayalım:
ABD başkanının kamuoyu önünde yaptığı açıklamalarda; "Suudi Arabistan'ı biz koruyoruz. Kral Selman'ı severim”. Ancak Kral'a, “sizi biz koruyoruz, eğer biz olmazsak orada iki hafta oturamazsınız, bizim ordumuz için ödeme yapmalısınız'” dedim", "Biz Suudi Arabistan'ı koruyoruz ve onların para dışında bir şeyleri yok" şeklindeki ifadeleri iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeyini yansıtması açısından önemli.
Suudi yönetiminin, ülke hakkında, ABD başkanı tarafından söylenen bu aşağılayıcı açıklamalara karşı kayıtsız kalması ise akla birtakım soru işaretlerini de getiriyor.
Başka bir ülkeden, Suudi yönetimine yönelik en ufak bir eleştiriye misliyle karşılık veren Suudi yönetiminin, Trump'ın bu üslubu karşısında sessiz kalması, Suudilerin Amerika’dan ne kadar çekindikleri gerçeğini de ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz yıl Kanada dışişleri bakanının Suudi Arabistan hakkında söylediği birtakım ifadeleri şiddetle reddeden Suudi yönetimi Kanada'ya çok sert ekonomik ve diplomatik yaptırımlar ile cevap verirken, Trump'ın her geçen gün dozu artan rahatsız edici üslubuna karşı sessiz kalmayı tercih ediyor.
Bu, somut bir örnektir.
Kaldı ki, Suudiler Türkiye’ye karşı bile tehdit kokan sözler söylemekten çekinmiyor.
ABD ile iyi ilişkiler geliştirmeye büyük önem gösteren Suudi Arabistan için ABD en önemli güvenlik garantörü konumunda. Suudi Arabistan yüzyıla yaklaşan bu süreçte karşı karşıya kaldığı en önemli bölgesel tehditleri ABD desteği sayesinde hasarsız atlatabildi.
Şimdi dikkat:
İran’ın yayılmacılığından çekinen Suudiler şimdi Amerika’nın peşine takılıp, İran’a karşı neredeyse savaşmayı bile göze aldılar. İsrail ile birlikte hareket etmekten bile kaçınmıyorlar.
ABD açısından, başta Suudiler olmak üzere Körfez bölgesinin devasa petrol ve doğal gaz kaynaklarının denetimi ABD'nin hem kendi enerji güvenliği hem de küresel liderlik iddiası açısından hayati önemde bulunuyor. Bu karşılıklı çıkarlar 1932 yılından günümüze Suudi-ABD ilişkilerinin çok yakın seyretmesinde büyük rol oynadı.
14 Şubat 1945 yılında ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile Kral Abdülaziz bin Suud'un Kızıldeniz'e demirli USS Quincy zırhlısında yaptıkları görüşme ile başlayan ABD'nin Körfez bölgesine yönelik güvenlik garantörü rolü günümüzde de devam ediyor.
Aradan geçen bunca zamana rağmen hiçbir bölgesel ya da küresel güç, Körfez bölgesinin ve dolayısıyla Suudi Arabistan'ın güvenliğini sağlama konusunda yeterli kapasite ve motivasyona sahip olamadı. Bu durum, Suudileri ABD ile ittifakı -ne pahasına olursa olsun- sürdürmeye mecbur bırakmakta.
Bu konuda her ne kadar Suudi yönetimi, özellikle de Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerle pahalı savunma anlaşmaları imzalama konusunda istekli olsa da sayılan ülkelerin Körfez güvenliğini sağlama konusunda yeterli kabiliyet ve motivasyonları olmadığı için bu girişimler Suudi güvenliğine çok az katkı sağlıyor ve Suudilerin güvenlik alanında ABD'ye bağımlılığını pratikte azaltma konusunda pek bir işe yaramıyor.
Özetleyelim:
Suudi Arabistan Krallığı, koltuk uğruna en yakın ülkeleri ve işbirliği içinde olanları bile gözlerini kırpmadan satabiliyor. Daha önce Türkiye le olan yakınlaşmasını bile çıkar uğruna feda etmediler mi? Biz bu nedenle her zaman “Sakın Suudi Arabistan’a güvenmeyin” uyarısını yapmışızdır.
Katar’a karşı yaptıkları düşmanca tutum ile gerçek yüzlerini ortaya koymadılar mı?
Filistin davasını satmadılar mı?
Yemen’deki Müslümanlara karşı yaptıkları katliam ve zulümlerle Arap davasına ihanet etmediler mi?
Söylenecek ve yazılacak o kadar çok şey var ki, yerimizin darlığından bunları da bir başka yazımızda sizlerle paylaşmak istiyoruz.
.