Suriye konusu baş ağrıtmaya devam edecek gibi görünüyor. Son Moskova mutabakatı ile TSK’ya bölgede önemli görevler verildi. Bunların en önemlisi terörist gruplarla mücadele etmek ve onları bölgeden temizlemek başta geliyor. En güçlü ve tehlikeli olan da Amerika’nın da desteklediği HTŞ terör örgütü olarak öne çıkıyor.
Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Moskova zirvesinden çıkan sonuçları değerlendirirken, İdlib’de bulunan ve sayıları 30-40 bin olduğu söylenen HTŞ terörist gruplarla mücadelenin Türkiye’ye verildiğine dikkat çekiyor.
İdlib’de bundan sonra atılacak adımların çok önemli olduğunu daha önceki yazılarımızda dile getirmiştik. Çünkü bölgede birbirinden farklı çok sayıda eli silahlı ve kana doymayan gruplar var. Bunlarla nasıl mücadele edilecek, silahları nasıl toplanacak?
İşin asıl önemlisi de İdlib’de köşeye sıkışan terörist gruplar nereye gidecek? Türkiye’ye sızarlarsa sonuç ne olur?
Emekli Tümgeneral Yavuz’un da bu konuda endişeleri var:
“HTŞ’nin içinde farklı gruplar var. O gruplardan bir kısmı nötralize edilecektir, saf değişikliğine zorlanacaktır, bir kısmı da imha edilecektir. Devlet, “Bunların içeride hücresi var, şöyle olur, böyle olur” diye düşünmez. “Bu benim için tehlikedir. Suriye politikama zarar vermektedir. Ortadan kaldırmam lazım” der. Demesi lazım. PKK/PYD’yi de Irak’ta, Suriye’de vuruyoruz, onun da içeride hücreleri var. Bundan vazgeçmiyoruz, vazgeçmememiz lazım. Çünkü onun varlığıyla senin varlığın birbiriyle çelişen şeylerdir. Tamamen temizlenmesi yönünde kararlı adım atmak Türkiye’nin politikası olmak durumundadır.”
Cumhuriyet Gazetesi’ne konu hakkında bir röportaj veren Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un Hatay konusunu ilgilendiren açıklamalarını da birlikte okuyalım:
“İdlib’den çekilirsek Hatay’dan olur muyuz?” söylemlerini değerlendirelim: Öyle dediler ama bu ifadeyi kendi savaş politikalarını meşrulaştırmak maksadıyla anlamsızca kullandılar. Böyle bir şeyi düşünemezsiniz. “Fırat’ın doğusunda devletçik kurdurursan Türkiye’nin güneydoğusundan oluruz” desen bile ağır bir şeydir. Türkiye hudutlarını savunur. Türkiye’nin milli gücü buna ziyadesiyle yeter. Bizim tarihimiz bunu gösterir. Bir şeyin altını çizmek istiyorum: Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtlarına kamuoyu desteği çok yüksekti. İdlib’te bu yoktu ve kamuoyu desteği yaratmak için bu sözleri sarf ettiler. İnsanların bir kısmı buna inanıyor. Nasıl kaybedeceksiniz Hatay’ı, neden kaybedelim? İki yıl öncesine kadar İdlib’te değildik, geçmişte Hatay’ı kaybettiğimizi (!) hatırlamıyorum. Bunlar boş ifadeler. Ahmak ıslatan yağmur gibi kısa sürelidir. Algı yaratma vasıtalarıdır. Sadece kullananların sicilini bozar. Esas tehlike mevcut politikaların devamı halinde ortaya çıkabilir: Hatay’da, Kilis’te nüfusun yarıdan fazlası Sünni Arap sığınmacılardan oluştuğunda, bu insanların 30-40 yıl sonra bugünkü mezhepçi yaklaşımlarının yerini ırk kökenli dar bir milliyetçilik aldığında yeni referandum talepleriyle yüz yüze gelebiliriz. Şimdilik doğru rotaya girdik, artık zikzak yapmamamız lazım.”
Yavuz’un konu ile ilgili son cümleleri de şöyle:
“Türkiye taviz verdi, aldı” şeklinde değerlendirmek doğru değil. Bu neticede bir dış politika adımı. Dış politika elinizdeki güçle yapılabilir. Bazen ileri adım atarsanız, bunun yanlış olduğunu görürseniz düzeltmeye çalışırsınız. Aynı bir doktorun hastasına yanlış teşhis koyması, arkasından da teşhisini düzeltmesi gibi bir şey. Taviz verdi diye bakmıyorum. mecbur kaldı diye bakmak daha uygun. Tabii Türkiye’de maalesef dış politika, iç politikaya çok fazla alet edildiği, ikisi beraber adeta bir tiyatro gibi oynandığı için zararlı sonuçlar doğuruyor. Çünkü halk bir şeye hazırlanıyor, bir süre sonra devlet bunun olmayacağını görüyor. Bu sefer halkın beklentileriyle devletin tutumu arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Tabii siyasi iktidarın ne dese kabul eden bir kitlesi var. Yoksa bunların her biri çelişki. Ben ülkenin çıkarına mı? değil mi diye bakarım. İktidara zarar vermiş, muhalefete fayda getirmiş diye bakmam. Benim derdim Türkiye. Bu atılan adım; büyük bir kaosun engellenmesi ve işin doğru bir rotaya sokulması açısından önemli. Her şeyin düzlüğe çıkacağı anlamına gelmez, ama bu arkasında sabırlı ve dirayetli bir şekilde durulursa yan etkileri azaltabilir. Suriye’yi bölmek istiyor. Burada okurun dikkatine şunu da sunmak lazım. Elbette bunu özellikle Amerikancılar dile getirdiler. “PYD’ye ABD nasıl bakıyorsa Rusya da öyle bakıyor” dediler. Hayır, ikisi farklı bakıyor. Bürolarını kapatmamakla 50 bin tır silah vermek aynı şey mi? Beraber devriye gezmekle petrol kuyularını sana verdim demek aynı şey mi? Rusya şöyle bakıyor olabilir: Bunlar ayrı bir kimlik. Kendi otonom yapılarıyla bölgelerinde yaşasınlar ama merkezi devlete tabii olsunlar. Biz bile böyle bakabiliriz. Kontrol altına aldığımız bölgelerde yaşayan ağırlığı Sünni nüfus belki merkezi otoriteyle bu kadar kısa sürede haşır neşir olmaktan hoşlanmayacaktır. Bu insanlar meseleye dar mezhepçi bir zihniyetle bakıyorlar. Ama zamanla değişir.”
.