İzmir’de yaşanan büyük depremden sonra gözler Marmara’da beklenen depreme çevrildi. İzmir’deki deprem yaraları sarılırken, diğer yandan oluşabilecek depremlerde nasıl önlemler alınması gerektiği konusu da masaya yatırılıyor.Uzmanlar bundan sonra yaşanabilecek depremler konusunda görüşlerini yansıtıyor, nasıl tedbirler alınması gerektiğini de kamuoyu ile paylaşıyorlar.
Soru şu:
“Ege’de yaşanan depremler Marmara’yı etkiler mi?”
Deprem uzmanlarının ortak görüşünü yansıtalım:
“Etkilemez.”
Şunu unutmayalım:
Deprem kuşağındayız ve depremlerle yaşamaya alışmalıyız. Bu nedenle ne zaman nasıl hareket etmemiz konusunda eğitilmeliyiz. Binalarımızı sağlam yapmalıyız Çürük ve depreme dayanıksız binaları yıkıp, yerine yenilerini inşa etmeliyiz.
Depremleri ciddiye almak, sadece depremden depreme bu konuyu gündem almaktan da artık vaz geçmeliyiz.
Konunun eğitime dayandığını hepimiz biliyoruz. Deprem konusunda eğitime daha da önem verme zamanıdır.
Şimdi başlığımızdaki konuya dönüyoruz.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Mühendislik Fakültesi Dekanı Jeofizik Mühendisi Prof. Dr. Tolga Bekler, İzmir açıklarında meydana gelen 6,6 büyüklüğündeki depremle ilgili açıklamalarda bulundu. Bekler, '1970'deki Gediz, 1992'deki yine Seferihisar ya da Manisa depremlerini yaşadık. Maalesef deprem konusunun her 10 senede bir yaşandığı bir ülkede yine benzer depremleri görmeye alışmamız gerekiyor' dedi.
Bekler de Ege’de yaşanan depremlerin Marmara’yı etkilemeyeceği görüşünde. Söyledikleri de şöyle:
“Vücudunuzun herhangi bir yerinde oluşabilecek olan kırık ya da çatlağın, vücudunuzun başka bir bölümündeki başka bir kemiği harekete geçirmemesiyle hemen hemen aynı bir durum. Tektonizma dediğimiz bu yapı içerisindeki unsurların her birinin ayrı bir karakteri var, her biri ayrı bir kişilik. Marmara'dan geçen Kuzey Anadolu fayının farklı parçalarına ait geometrik sistemler ile Ege Bölgesi'ndeki geometrik sistemler birbirinden çok farklı. Ancak, birbirlerine çok yakın olan fayların gerinme aktarımı neticesinde yeni ve müstakil depremleri görme ihtimalimiz var. Ama dün meydana gelen deprem için söylememiz şu an için söz konusu görülmemekle beraber, ileri seviyede sismolojik, jeofizik ve jeodezik çalışmalarla daha net şekilde konuşulacağı net bir şekilde görülebilir. Özellikle yakın faylar için söylenebileceğini düşünüyorum. Şimdi yer içerisi oldukça karmaşık bir yapıya sahip ve bu yapı içerisinde bizim bildiklerimiz oldukça sınırlı. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki hem bu fizik kanunudur. Yer içerisinde gelen basınç karşısında alan gerinmeye başlar, gerinme noktası belli bir aşamaya kadar devam eder ve yer bu aşamaya kadar olabildiğince mukavemet göstermeye çalışır, yenilmesi durumunda da kırılma oluşur. Ve bu bir yırtılma sürecidir. Bir kağıdın yırtılması gibi anlık bir süreç değildir ve bu sürecin içerisinde enerji yavaş yavaş azalmaya başlar, olağan durumuna geçer. İzmir açıklarındaki 6,6 büyüklüğündeki depremin ardından daha büyük bir deprem beklemiyoruz. Tabii daha büyük bir depremi, mevcut yırtılmanın sürecinden hemen sonra yaşamamız pek gördüğümüz bir durum değildir. Bu ne anlama geliyor' Aynı fayın kısa bir süre içerisinde deprem üretmesi oldukça zayıf görünmektedir ama bu ana şokun büyüklüğüne yakın bir depremin zaman içerisinde oluşması beklediğimiz bir durum. Bu söylemek hakikaten çok zor, orta büyüklükteki bir depremi yaşayabileceğimiz gibi çok daha fazla sayıda küçük depremlerle atlatabileceğimiz bir durum olur bu 1999 yılında Gölcük'te yaşanan 7,5 büyüklüğündeki depremden bu zamana kadarki süreci de değerlendiren Prof. Dr. Bekler, '1999 yılına kadar olan depremlerin süreci içerisinde bina ve deprem yönetmelikleri mevcut ihtiyacı karşılayabilecek nitelikte değildi. Bu kadar ciddi anlamda yapısal hasar, ekonomik ve can kaybı yaşamamıştı Türkiye. 1912 Mürefte, 1939 Erzincan, 1967 Mudurnu ve 1953 Gönen depremlerinin olduğu zamanlarda bu kadar fazla nüfus, yerleşik düzen ve yapısal unsur fazla değildi. Dolayısıyla 1999 depreminden sonra meydana gelen tüm depremleri de kapsayan ve bunların etkilerini olabildiğince düşürmeye yönelik kanun, yönetmelik ve yönergeler ne kadar fazla yerinde uygulanırsa bu risklerden o kadar az etkileniriz diye düşünüyorum. Türkiye'nin en büyük eksiliği maalesef eğitimden ve bilimden uzak kalmasıdır. Ne kadar fazla uzak kalırsak, o kadar fazla zarar göreceğimiz aşikar.”