2019 yılı Türk-Amerikan ilişkilerine S-400 krizi ve yaptırımların damga vurduğu yıl oldu. İlişkilerdeki kötüye gidiş daha da derinleşirken, neredeyse sadece iki ülke lideri arasında kişisel ilişkiye dayanan bir hale dönüşmesi dikkatleri çekiyor.
Amerika’nın Sesi Türkçe bölümü (VOA), 1919 yılında ABD-Türkiye arasında yaşananları değerlendiren bir analiz yayınladı. 2020 yılında yaşanabileceklere de ışık tuttu. Son derece önemsediğimiz ilişkilerin seyri konusunda biz de bu yazıdan bazı alıntıları sizlerle paylaşmak istedik:
YPG meselesinden Fethullah Gülen’in iade talebinin hala karşılık bulmamasına, S-400 ve F-35 krizlerinden Kongre’de ardı ardına gelen yaptırım paketlerine, Türkiye’deki tutuklu Amerikalılar’dan Barış Pınarı Harekatı konusundaki görüş ayrılıklarına kadar çok sayıda konu ilişkilerde ciddi anlamda çatlaklar yarattı.
İlişkilerde en nihayetinde NATO müttefikliği ruhunun ağır basacağı beklentileri kimilerince dile getirilse de krizler öyle bir boyuta sardı ki yılın son dönemlerinde Türkiye’nin NATO üyeliği bile sorgulayan çevreler oldu.
2019 yılı Kongre’de Türkiye’yle ilgili yaptırımların eksik olmadığı bir yıldı. Geçmişte komisyonlarda geçtiğinde bile büyükelçiyi çağıracak kadar kriz yaratan Ermeni tasarısı Kongre’nin her iki kanadınca kabul edildi.
Halen Kongre’de Türkiye’yle ilgili 20’nin üzerinde yaptırım tasarısının olduğu belirtiliyor. Bunların küçük bir kısmı genel kurul ya da komisyonlardan geçti, bir kısmıysa hala bekliyor.
Temsilciler Meclisi’nin yaptırım tasarılarından birini 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda geçirmesi zamanlama açısından kimi çevrelerce ‘manidar’ bulunurken, Senato Dış İlişkiler Komisyonu da 11 Aralık’ta bir yaptırım tasarısını onayladı.
Kongre’nin her yıl geçirdiği savunma bütçe yasa tasarısı da Türkiye’ye yaptırım çağrısı içeren maddeler eklenerek onaylandı, Başkan Donald Trump da yasayı imzaladı.
Kongre üyelerini Türkiye’ye karşı bu kadar öfkelendiren iki ana konu, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımı ve ABD’nin IŞİD’e karşı savaşta desteklediği YPG’ye karşı Suriye’nin kuzeyindeki operasyonuydu.
Kongre’den Trump yönetimine, Rus savunma sanayi ya da istihbarat sektörleriyle önemli düzeyde iş yapan ülkelere yaptırım uygulanmasını öngören CAATSA yaptırımlarının da Türkiye’ye uygulanması için baskılar geliyor.
Belki Brunson krizi hariç hemen her krizli konuda Erdoğan’a karşı daha anlayışlı bir tavır sergilediği gözlenen Trump bugüne kadar özellikle Kongre’den gelen baskılara nispeten karşı durabildi.
Bakanlara yaptırım uygulanması, ticaret görüşmelerinin askıya alınması, yeni gümrük vergileri gibi arada geçici nitelikteki bazı tedbirler hariç Türkiye’ye kapsamlı yaptırımlara, Türk ekonomisini çökertebilecek türden adımlara onay vermedi.
Ancak şimdi sorular soru Trump’ın Kongre’ye daha ne kadar daha “dur” diyebileceği.
Eski Başkan Barack Obama döneminde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Güney Avrupa ve Doğu Akdeniz’den Sorumlu Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapan, şimdi Brookings Enstitüsü’nde kıdemli uzman Amanda Sloat VOA Türkçe’ye verdiği röportajda bu sorunun yanıtını şöyle verdi:
“Şu ana kadar Trump Türkiye’ye yaptırımları uygulamaya koymama yönünde bir çizgi izliyor. Dolayısıyla şimdi öne çıkan soru şu: Kongre, Başkan’ın muafiyet tanıma yetkisini elinden alan ilave tedbirler geçirir mi? Buna rağmen Başkan hala yaptırımları uygulamama yolunu seçebilir. Bu da Washington’da Başkan ile Kongre arasında gerçek anlamda gerilimler yaratmaya başlayabilir.”
Birçok uzman ilişkilerin tarihindeki en kötü dönemini yaşadığını düşünüyor. Özellikle Kongre’de daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye dostu olarak bilinen isimler bile şimdi Türkiye’ye karşı sert bir tavır takınmış durumda.
Başkan Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkiyse bunun tam tersi bir tablo yansıtıyor; birbirlerinin hassasiyetlerini anlayan, aynı dili konuşan iki lider görünümünü çiziyorlar.
“Trump bu ilişkiyi kurtarabilir mi?” sorusunu yönelttiğimiz Amanda Sloat’a göre, ülkeler arası ilişkiyi sadece iki ülke liderleriyle yürütmek tehlikeli. “Bir ülkenin başka bir ülkeyle ilişkisini, sadece bu iki ülkenin liderleriyle yürütmek tehlikeli, özellikle de bu kişilerin sonsuza kadar lider olamayacaklarını düşündüğünüzde. Yasama organları, iş dünyası, sivil toplum ve genel anlamda halklar arasında daha geniş kapsamlı ilişkilerin tesis edilmesi önemli. Hem Erdoğan hem Trump duygusal ve ne yapacaklarını tahmin etmenin güç olduğu liderler dolayısıyla aralarında iyi bir ilişki olduğunda bu iki ülke ilişkileri için de olumlu oluyor ancak aralarında gerilim ve sorunlar oluştuğunda ilişkiler de kötü seviyelere inebiliyor.”
.