Dün Almanya Osmanlı ülkesine gelerek buradaki emperyalistlerin oyunlarını önlemeye çalışırken, bugünün dünyasında da Türk devleti ortalarında bulunduğu merkezi alanının, batılı emperyalistlerin kontrolü altına geçmesin diye etkili bir çıkışı Almanya ve Macaristan üzerinden orta ve doğu Avrupa topraklarında öne geçirmeye çalışmaktadır. İki kutuplu dünya döneminde Amerikan orduları Atlantik üzerinden saldırıya geçerlerken, Almanya merkezi hedef konumuna yerleştirilerek bir Avrupa ve Asya hegemonyasının önü açılmaya çalışılmaktadır. Osmanlı döneminden gelen siyasal birikim ve tecrübeler Almanya’nın konumu birlikte ele alınarak değerlendirildiği zaman aşamada bugünün dünyasına ışık tutan bazı gerçekler gündeme gelmektedir. Türkiye’de bir Müslüman hükümet işbaşına gelince, bunun önünü kesmek isteyen batı kendi Hristiyan yapılanması doğrultusunda Türkiye’deki ılımlı İslam yapılanmasının önüne geçmeye uğraşmaktadırlar. Fener Rum patrikhanesinin öncülüğünde batının etkin Hristiyanları din savaşını sürdürerek, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni basamak yaparak Asya kıtasını 21.yüzyılda Avrupa ve Amerika kıtaları üzerinden, Hristiyan yapmaya uğraşmaları yüzünden Müslüman kimliği ile Avrupa’dan uzak tutulan Türk devleti, yeni iktidarı döneminde siyasal dengeleri yeniden tesis etmeye yönelmiştir. Böylesine yeni bir sürecin başlarında ortaya Avrupalı Osmanlılar adıyla yeni bir örgüt kurulmuştur. Bu örgüt Osmanlı dönemini çıkış noktası olarak ilan ederek ve adını da buna göre belirleyerek çalışmalarını sürdürmüştür. Avrupa’ya Osmanlı düzenini yeniden getirmek bir düş olmanın ötesine gidememiştir. Doğu Avrupa ve Balkan yarımadası üzerindeki devletlerde geçmişten kalan Türk asıllı nüfusların Türk ve Müslüman kimliklerinin korunması ve eski Osmanlı coğrafyasında korunabilmesi ve yeni bir Osmanlı benzeri bir yeni siyasal düzen kurulabilmesi amacıyla yeni dünya düzeni ve geleceğe dönük çalışmalar, Avrupalı Osmanlılar örgütü üzerinden tamamlanmaya çalışılmış ama istenen olumlu sonuçlar böylesine bir örgütlenme ile başarılı olamamıştır.
Türkiye’de yeni Osmanlıcılık girişimleri ılımlı İslamcı iktidarlar tarafından sürdürülürken, Avrupalı Osmanlılar örgütü yetersiz kalmış ve bu doğrultuda yenilikler düşünülürken, siyaset sahnesinin ana örgütü olan siyasal partilere yönelik ilgilerin arttığı görülmüştür. Yurt dışından gelen göçmenlerin bütün Avrupa ülkelerindeki partilere üye olmaları ve bu partilerin yönetim kademelerine seçilerek önde gelen siyasal kadroları oluşturmalarıyla birlikte, göçmen rüzgârlarının Avrupa siyasetini partiler aracılığı ile yönlendirmesi başarılı olunca, Almanya’daki Türk göçmenlerin önce Alman partilerine üye olmaları sağlanmış ve daha sonraları da Türk asıllı parti üyelerinin bir araya gelmeleriyle Alman siyasal sistemi içinde bir Türk lobisi oluşturulabilmiştir. Almanya’daki Türk nüfusun üç milyondan beş milyona doğu artması üzerine, ülkedeki Türk lobisinin etkileri artmış ve Türk lobisi içinden çıkan siyasetçi ya da iş adamlarının ülkenin her yerinde örgütlenmiş bulunan yapılanmalar aracılığı ile rekabet düzeninde içine girdikleri yarışları kazanmaları gerçekleştirilmiştir.
Küresel emperyalizm alt kimlikleri hortlatarak bunlar üzerinden ulus toplumlarını ve devletlerini parçalamaya çalışmaları dikkate alındığı zaman bütün ulus devletler kendi ulusal toplumları ile birleşerek ulusal sınırları içinde tek bir bütünsellik içinde uluslaşma olgusunu tırmandırmaya çalışmışlardır. Önce dernek ile yola çıkan Almanyalı Osmanlılar daha sonraki aşamalarda ikinci adımda lobiciliğe ağırlık vermişler ve üçüncü aşamada da yeni bir siyasal parti oluşturmak fikrine gelmişlerdir. Diğer Avrupa ülkelerindeki gelişmelerde Türklerin örgütlenmelerine ciddi anlamda destekler sağlanmış ve Türkleri güçlü bir yapılanmaya getirmiştir.
Küresel emperyalizmin alt kimlikleri hortlatması sonrasında, ulus devletlerin hepsinde ciddi anlamada alt kimlikçilik sorunları ortaya çıkarak ülkeleri sarsmaya başlamıştır. Almanya Avrupa’nın en güçlü ülkesi olarak yeni bir politik döneme girerken Avrupa’nın ortalarında bağımsız devlet olarak yer alan Avusturya, Danimarka, Hollanda gibi küçük ülkeler giderek bir Alman birliği arayışı içine girmiştir. Almanya hem orta Avrupa Germen nüfusunun odak noktası konumuna gelmiş, hem de kendi devleti içinde diğer alt kimlikli vatandaşlarının hareket tarzları ile karşı karşıya gelmiştir. Orta Avrupa’nın Germen topluluklarına Almanya sahip çıkmaya çabalayarak, Avrupa kıtasının tam ortalarında, bu güçlü ülkenin artan işçi ve çalışan orta yaş kuşağı nesiller ihtiyacı, geleceğin dünyasında bir Büyük Almanya devletini Avrupa’nın tam ortalarında insanlığın karşısına çıkartabilecektir. Benzeri bir durum bugünün koşullarında Türkiye için de söz konusudur. Almanya Avrupa’nın ortalarında kendisinden kopmuş Germen toplulukları ile birlikte bir büyük devlet arayışı içine girerken, yeni Osmanlıcılık söylemleri ile de Osmanlı hinterlandında sahip birçok Türk asıllı topluluk ve ülke bugünkü dünya haritası üzerinde birlikte yaşamaktadırlar. Almanlar yıllarca Osmanlı uzantısı toplum ve devletlerin yönlendirmesini yaparak Çanakkale savaşı sonrasında yeni bir geniş alan hegemonyası ardında koşarken, Türkler böylesine bir emperyal oluşumun öncülüğünü yapmamışlardır. Türklerin sömürgecilik yapmamaları dünya barışı için olumlu bir örnek oluşturmuştur. Almanların komşuları üzerinden büyük bir Alman birliği oluşumunu kurmak istemelerini öne çıkarmıştır. Birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı devletinin Almanya önderliğindeki orta alan askeri yapılanması, daha sonraki aşamada Macaristan, Bulgaristan ve Türkiye gibi Türk asıllı ülkelerin Anglo Sakson devlet ve toplumların saldırılarına karşı, Alman ve Türk asıllı toplum ve devletlerin birlikteliğini öne çıkarmıştır. Almanlar ve Türkler orta dünya devletleri ve ulusları olarak birinci cihan savaşında dayanışma içinde savunma yapmışlardır.
Almanya için bir alternatif olarak kurulan sağ ulusalcı parti son birkaç seçimde beklenenin üzerinde oy alması, kamuoyunda büyük sarsıntılar yaratmış ve tedirgin olan seçmen kitlelerini giderek yeni sol ve sağ partiler arayışına yönlendirmiştir. Alman ulusal kimliğinin ötesinde sol ya da sağ çizgiler hazırlayan yeni partiler ortaya çıkarak seçmen kitlelerini etkilemeye başladığında, siyasi partiler listesi değişmiştir. Önce aşırı uçları sarsan oy patlaması ile başlayan yeni süreç daha sonraki aşamada da aşırı uçlardan yavaş yavaş alt kimlikler temeline oturmaya başlayınca, Türkler de kendi siyasal partilerini kurarak Almanya siyasetinde nüfusu toplam ulusal nüfusun on beşte biri olan Almanya’daki Türk nüfusunun, siyasal bir parti ile örgütlenerek siyasal alandaki yarışa girmesine zemin hazırlamıştır. Beş milyonluk bir oy potansiyeline sahip olan Türk lobisinin yeni kurulan DAVA isimli partiye sahip çıkarak, genel siyaset düzeni içinde Alman yasaları ve siyasal düzeni çerçevesinde çağdaş bir siyasal örgütlenmeyi gündeme getirmişlerdir. Türkiye’nin doğu bölgesindeki gibi bir sorun ile Alman devleti karşı karşıya gelmiştir. Avrupa ülkelerindeki siyasal parti listelerine bakıldığı zaman ideoloji ve siyasetlerin yerini etnik köken ve dinsel kimlik örgütlenmelerinin aldığı yeni bir durum vardır. Almanya Türk partisinin Avrupa Parlamentosu seçimlerine girmesi üzerine aşırı uçtaki Almanya için alternatif partisinin, Türklerin ve diğer etnik grupların Alman siyasal alanı içindeki yerlerinin belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Almanya’nın bölünmez bir bütün olduğunu savunan ulusalcılar ise hem aşırı uçlara hem de etnik kökenli örgütlenmelere karşı çıkmaktadırlar.
Sınırları geniş belirlenen demokrasilerin Avrupa gibi gelişmiş ve modern ülkelerde bile bölücülüğü öne çıkardığı, son Alman seçimlerinde açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye karşı bölücülüğü destekleyen Avrupa ülkelerinin yeni dönemde kendi ülkelerinde de etnik kökenli siyasal örgütlenmelerin bölücülük yapma tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedir. Yeni dönemde Almanya, bütün dünya ülkelerine karşı etnik köken ve ırksal yapılanma konularını insan hakları diye savunulmalarını zorla kabul ettirmeye çalışırken, kendisinin ulusal çıkarları doğrultusunda diğer devletlerin çatısı altında kendi alt kökenleri üzerinden yepyeni bir siyasal model yapılanmasına doğru yönlendikleri anlaşılmaktadır. Yıllardır batı dünyasının önde gelen devletleri böylesine çifte standartlı bir yapılanmaya dönük çalışarak dünya ülkelerini parçalanmaya doğru yönlendirirken, şimdi gelinen noktada Avrupalı ülkelerin düştüğü çelişkili durumlar Türkiye gibi dünya ülkelerinde de görülmektedir. Etnik ve dinsel farklılıkların giderek siyasal örgütlenmelere dönüşmesi ulus devletlerde tedirginlik yaratırken, her ulus devlet kendi durumunu yeniden inceleyerek değerlendirme yapmak durumundadır. Uluslar bir devletin çatısı altında yaşayan herkesi ulus devletin ulusu olarak görmek ve bu doğrultuda ülkede birlik ve beraberlik statüsünü koruyarak devletlerin ülkeleri üzerinde kamu düzeni oluşturma yetkisi ile gücünü artırmak zorundadırlar. Ulus devletlerin birliklerini koruyamaz bir duruma geldikleri zor aşamalarda, aynı ulusun içindeki farklı kimliklerin kendilerine benzer bir biçimde örgütlenmeye çalıştıkları da artık bugünün gizlenemeyecek önde gelen siyasal gerçekliğidir.
Türkiye bütün dünya ülkelerinde temsilcileri ile bulunan modern bir orta doğu devletidir. Devletlerin ve toplumların birlikte var olduğu ve birbirlerine karıştığı çeşitli dünya bölgelerinde Avrupa, Asya, Afrika ve de Amerika gibi büyük kıtaların kesişme noktalarında her devletin jeopolitik konumları bölgesel sorunların kontrol edilmesinde ve çözüme kavuşturulmasında etkin rol oynamaktadır. Kıtadan kıtaya, bölgeden bölgeye her devletin konumu değiştiği için sorunlar farklılık göstermekte ve bunların çözüme kavuşturulmasında farklı yöntemler ve bakış açılarıyla hareket edilerek kesin sonuçlar alınabilmektedir. Almanya Avrupa’nın ortasında yer alan merkezi bir orta alan devletidir. Türkiye Cumhuriyeti yeni dönemde Avrupa Birliği ile birlikteliği sağlamak için Almanya gibi merkezi devlet ile yakınlaşmak ve bu ülkenin olanaklarından yararlanarak, tarihin zor aşamalarında gündeme geldiği gibi, Almanya’nın Orta Doğu’da ki girişimlerine benzer bir biçimde Türkiye Cumhuriyeti de Orta Avrupa bölgesinde kendi ulusal çıkarlarını korumak amacıyla siyasal çalışmalara yönelmesi durumunda, Avrupa ve Orta Doğu gibi bölge ülkeleri gibi devletlerle yakınlaşarak barış ve güvenliği gerçekleştirmek için üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmek zorundadır.
Her ülkede çeşitli siyasal partiler vardır ve bunların siyasal aktiflikleri ile üretilecek siyasal tavır ve çözümler sorunların aşılabilmesi doğrultusunda işe yarar ve yeni bir düzenleme getirebilirse, o zaman her devlet için geçerli olan farklı yaklaşımların devreye girerek sonuç alması gerekmektedir. Almanya bütün Avrasya bölgesine dağılan Alman asıllı vatandaşları ile nasıl ki, Asya ve Avrupa ülkelerini gözetim altına alıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bazı partiler ile yakınlık sağlayarak Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa’nın en büyük ülkelerini yakından izlemesinde dünya barışı açısından ulusal ve küresel yararlar vardır. Türkiye’nin Almanya’yı daha yakından izlemesi de Avrupa kıtasının güvenliğine katkı sağlayacaktır. Alman-Türk birlikteliği gelecekte Avrasya barışının öncüsü olabilir.
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....