Bu seriyi iki yazıda bitirecektim ama…
Egoların tavan yaptığı, satın alınabilir değerde değil “ederde” insanların kol gezdiği günümüzde ne mümkün…
Aslında iş dönüp dolaşıp önce birey, sonra vatandaş olamayanların bir kahraman arayışına ya da daha kötüsü “biri olsun, işleri halletsin” tembelliğine dayanıyor.
Birey meselesi üzerine bir parantez açmak gerek…
Bizde “birey olmak” deyince en özet haliyle “kendi çıkarı için her şeyi yapmaya hazır olma” anlaşılsa da durum pek de öyle değil gibime geliyor bir süredir.
Çünkü ben olmadan biz, birey olmadan vatandaş olunamayacağını, vatandaşın olmadığı yerde de sağlıklı bir siyasi düzenin oluşamayacağını her geçen gün biraz daha kuvvetlice görüyorum.
Sadece siyasette değil, toplumun oranla dezavantajlı kesimlerinde ya da kendini dezavantajlı hisseden insanlarında da var olan tutum:
- Kahraman beklemek.
- Mücadeleyi birilerine yıkma (gayreti).
Siyasi partiler, sendikalar, dernekler, federasyonlar, konfederasyonlar…
Kahraman bekleyip mücadeleyi birilerine yıkma peşindekiler bir yanda… Bunu “kişisel fırsata” çevirmeye çalışanlar, kişisel ezikliğini insanların etrafında “başkanım, başkanım” diye dolaşmasıyla tatmin etmeye çalışanlar diğer yanda…
Ya birinin peşine takılarak ya da peşine takınılan olarak konfor alanı yaratma çabası…
Ha bir de üyesi olduğu sendikayı, derneği, partiyi hatta camiyi kendi “mekânı” sayanlar var ki oralar iyice sorunlu…
Durum bu kadar çeşitli olunca “gelin peşimden” diyenler de çoğalıyor, temsil ettiği insanları dünya malına, mülküne tamah edip satanlar da…
Siz bir partiye belli bir sebepten oy verip oradaki vekilin sizi temsil etmesini istiyorsunuz. O vekil sizin oyunuzla seçilip hiç de onay vermediğiniz bir başka partiye geçebiliyor.
Bu da bir “ahlak” meselesidir.
Sendikalar, dernekler, federasyon ve konfederasyonlar deseniz, kişisel ikbal ve tatmin yeri olmaktan öte değiller…
Çünkü hak arama bilinci, en az vatandaşlık bilinci kadar zayıf.
Hal buyken hiçbirine “sen ne yapıyorsun kardeşim, şu bir yılda ne yaptın, ne ettin, neyi başardın, neyi başaramadın” diyen olmadığı gibi hesap vermelerinin yolunu açan bir sistem de mevcut olmayınca…
Kahraman beklemenin, uyuşuk ve hissiz halimizin toplumsal benliğimize işlemiş marabalıktan ve müritlik tembelliğinden kaynaklandığına dair derin şüphelerim var.
Yani sonunda “böyle başa, böyle tarak” gibi durum çıkıyor ortaya…
Ilık suya atılıp kaynadığını fark etmeden can veren kurbağa mı anlatır durumu, yoksa buz içinde donup hissizleştiğini anlamayan insanın daldığı ölüm uykusu mu?
Bilemiyorum ama…
Her durumda birey-vatandaş-toplum şeklinde gitmesi gereken tekâmül serüveninin yarıda kalıyor olması bir hakikat.
İnsanlar her “sahte kahramanın” ardından yılgın, bezgin ve umutsuz bir bakışla kalıveriyor.
Beri yandan…
Hak ve sorumluluklarının farkında ve bilincinde olmak, işini iyi yapmak, yetki verdiğine hesap sormak, sosyal konu ve kurumlarda inisiyatif alıp katkı sağlamak, dillere pelesenk olmaktan öteye gidemeyen millî ve hukuk-adalet gibi evrensel değerlere sahip çıkıp geliştirmeye çalışmak, özgürlük ve sorumluluk dengesi (kendi özgürlüğünü kullanırken, başkalarının haklarına saygı göstermek, toplumdaki her bireyin eşit derecede önemli olduğunu unutmamak) gibi konularda alınacak çok mesafemiz var.
Topyekûn herkesin o noktada olması elbette beklenemez ama…
Hâkim zihniyet ve toplumsal konumlanma ne kadar önemli değil mi?
Sonuç itibari ile…
Feodal güçlerin hüküm sürdüğü topraklarda özgür insan yetişmez, insan özgürleşmedikçe vatandaşlık bilincine erişemez, vatandaşlık bilincinin olmadığı yerde de demokrasi olmaz. Çünkü demokrasi bireye, dolayısıyla vatandaşlık bilincine hitap eder.
Çözüm, çekirdek ailededir.
Farklı kılıflarla pazarlanan, başkalarının örfü-adeti olan poligamide değil…
Aile yılı ilan ettiğiniz bir yerde “aşiret” ve benzeri orta çağ kavramları olmaz, olamaz.
Ağalarla, şeyhlerle ve onlara maraba-mürit olma gönüllüleriyle yürünecek yol da yoktur.
Kabul etsek te etmesek te gerçek bu.
Haftanın Notu:
Patronların atanarak bakan olabildiği bir sistemden vatandaşın hayrına bir şey çıkmaz. Kadıyı kime şikâyet edeceğiz meselesi... “Bizi kıskanan(!)” ülkelerde bu tür işler " Conflict of Interest - Çıkar çatışması Yasası" ile yasaklanmıştır.