Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde vicdanımı hep sızlatan bir anıyı paylaşmak istedim. Bu özel günlerin bizlere yüklediği sorumlulukların farkındayım. Paylaşma ve yardımlaşma. Günah sayılabilecek her şeyden vazgeçme mecburiyeti de bu aya mahsus olmamalı. Kazanılmış değerler olarak kalıcı hale gelmesi asıl niyetken ve biz bu günlerin anlamını tam idrak edememişken maalesef ay biter, bayram gelir. Tatili fırsat bilip ziyaret, hatır sorma işinden de sıyrılırız. Bu zaman böyle bir zaman.
Gittikçe kaybettiğimiz bizi biz yapan geleneklerimizin yaşandığı günlere ait anımın kahramanı vaktiyle iyi yaşamış bir ailenin geride kalan tek evladı. Yeni taşındığım sahil kasabasında bir kır kahvesinin en kuytu yerinde derme çatma bir kulübe dikkatimi çekmişti. Kahvenin görünümüne aykırı bu yerin depo olarak kullanıldığını düşünürdüm, ta ki Erol ağabeyi oradan çıkarken görünceye kadar. O kahvenin misafirlerini rahatsız etmeden sakız, yelpaze, toka gibi ufak tefek şeyleri eski bir bebek arabasında satardı. Meğer o kulübe gerçekten depoymuş ve Erol ağabey sokaklarda yatarken buraya getirilmiş. Eli yüzü, konuşması düzgün bu adamın hikâyesine gelince: Annesi avukat, babası mühendismiş. Anne ve babasının arka arkaya vefatından sonra yakın akrabaları sana iş kuracağız yalanıyla evini sattırmışlar. Engelli olması ve çalışamaması sorun olmamış onlar için, acımamışlar. Birkaç zaman ilgileniyormuş gibi yapıp kapılarını kapatmışlar. Eş dost tanıdıkların araya girmesi de bir şey değiştirmemiş. Sonrasında bir huzurevine yatırılmış. Ama o sokaklarda yatmayı tercih etmiş. Bağımsız olmak isteği mi, yoksa orada gördüğü kötü davranışlar mı etkili olmuş bilemem? Ben onu tanıdığımda bu haldeydi.
Bir ramazan günü kahvenin önünden geçerken deponun yıkıldığını gördüm. Kahvenin sahibi birkaç kişi ile hararetli bir şeyler konuşuyordu. Erol ağabey başını iki eli arasına almış onları izliyordu. Bu manzara içimi parçalamıştı. Meğer hayırlı bir başlangıçmış. Bir hayırsever değiştirmek istediği küçük tahta evini bağışlamış, benim gibi hikâyesini duyunca. Herkes çok mutlu oldu. Erol ağabey aç ve evsiz bırakılamazdı. Gelen geçen kahve sakinleri ihtiyaç olsun olmasın onun sattıklarını alırlardı. Yiyip içtiklerinden ikram ederlerdi. Hastalandığında sağlık ocağının doktoru bakar, ilaçlarını verirdi.
Hepsi güzel de ben güçlü bir “sosyal devlet” isterdim tüm bunları yapan. Her insanın hayali değil midir yaşadığı topraklarda mağdur olduğunda sırtını dayayacağı, kendisine sahip çıkacağından emin olduğu güçlü bir devletin olması?
Yeterli olmasa da emekli olan insanlarımızın evlatları, onların kaybından sonra yıllarca devlete vergi ödemiş ana babalarının haklarından yararlanıyorlar ama sadece kız çocukları. Erol ağabeyin hikâyesine tanık olduğum günlerde bu konuyu hep dile getirmiştim. Niye tek erkek çocuk ve hele de muhtaçsa anne babasının bu hakkından yararlanmasın? Diyelim ki evlatların bazıları muhtaç değil, anne ve babaların isteği doğrultusunda maaşları o mağdur çocuğa bırakmalarının yolu açılmalı bence. Senelerce vergi ödemiş ailelerin paraları sırf bu yüzden devlete kalıyor. Çocukta böyle ona buna muhtaç yaşıyor. Herkesin kendinden sonra bırakabileceği malı mülkü akarı olmayabilir. Bu haksızlık bence.
Mal mülk derken de hiç anne babası ile ilgilenmemiş, bakımını vicdanlı kardeşlerine bırakmış insanlar da tanıdım. Ama mal paylaşımında diğeri kadar hak sahibiler. Böyle olmamalı. İnsanın emeğini kendisinden sonra bağışlamak özgürlüğü olmalı. Kanunlarımız ne kadar buna müsaade ediyor bilmiyorum ama gördüğüm gerçekler bunlar.
O kadar çok sorunumuz var ki düzeltilmesi gereken. Hiçbir kuruluş, meslek odaları ve STK’ lar görevlerini yapmıyorlar. Siyaset kanımıza, alyuvarlarımıza kadar “zerk edilmiş”.. Bu, halkı ele geçirip mankurtlaştırmanın başka bir yolu. Ne zaman kendimize geleceğiz?
Aydınlanmış toplumlarda halk devleti şekillendirir, istek, arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda. Bizim gibi- kimse kusura bakmasın- geri bırakılmış toplumlarda hükümetler halkı şekillendiriyor.
Şu güzel günlerin bize bir getirisi olarak uyanabilsek ah! Yüce Kur’an hep “AKLETMEZ MİSİNİZ?” demiyor mu? Sizce de böyle düşünmekte haklı değil miyim?
Ülkece bayramlara ulaşacağımız günlerin özlemiyle, şatafatsız, abartısız, bolca paylaşım, yardımlaşma ve gerçek amacına uygun bir Ramazan dilerim.