Eski Yunan filozoflarından Platon’un “bir şeyin ne olduğu bilinmeden onun hakkında kesin, genel-geçer şeyler söylenemez” sözü bilgi felsefesinde çok manidar bulunur. Çünkü bilme, öğrenme, öğretme ve dahası yargıda bulunma kavramlarla yapılan bilgi temelli bir etkinliktir. Kavramlar varolanı çerçeveleyen zihinsel yapılar olarak düşüncededir, dile geçmediği, yani tanımlanmadığı sürece öznel ve bulanık kalır. Kavramın tanımının yapılmasıyla birlikte öğrenmenin, öğretmenin yolu da açılmış olur. Bu bakımdan bir şey hakkında “kesin”, “genel-geçer” yargılarda bulunmadan önce “bu nedir?” sorusunun cevabının iyi bilinmesi gerekir.
Söz konusu yazının başlığı “eleştirel düşünme” olması bakımından “tanımlama” öncelik kazanıyor. Bir tür zihinsel etkinlik olarak “eleştirel düşünme” edimi kişinin hem “bilimsel bilgi” hem de “etik alanında” “gerçeği”, “doğruyu” arama ve bulma çabasını ifade eder. Bilimsel eğitim, öğrenilen her şeyin olduğu gibi kabul edilmesini değil, tam aksine öğretilenlerin doğruluğunun enine boyuna sorgulanmasını amaç edinir. Belli kalıplarda kalarak doğruluğa yaklaşmak ya da onu bulmak mümkün olabilir mi? Böyle bir tutum olsa olsa bir tür dogma olur, dogmanın doğası da düşünerek eleştirmeye açık değildir. Şimdi konuyu adım adım açmaya çalışalım.
“Eleştirme” kavramı olur olmaz herşeye karşı çıkmak anlamında değildir. Böyle bir kavram, daha çok bir şeyin neden “doğru” ya da neden “yanlış” olduğunu gerekçeleriyle ortaya koyma biçimini ifade eder, yani gerekçeli düşünmedir eleştirme işi. Burada yeri gelmişken “doğruluk” ve “gerçeklik” arasındaki bir ayrımın altını çizelim. Günlük yaşamda bu iki önemli kavramı çoğu zaman aynı anlamda kullandığımız oluyor. Oysa ki, ikisi arasında dikkate değer bir fark var. Doğruluk epistemolojik bir kavram; bilginin, mantıksal önermelerin ve eylemlerin ya da davranışların doğruluğundan söz etmek mümkün. Gerçeklik ise daha çok ontolojik, yani varlıksal bir şey, bir var olma tarzı. Varolan şeyin gerçekliğinden söz ediyoruz. Başka bir anlatımla; varlığı biz gerçeklikle tanımlarken, varlığa ilişkin önermelerin bilgisini ise “doğru” ya da “yanlış” gibi terimlerle değerlendiriyoruz. Şimdi bu önemli ayrıma kısaca değindikten sonra doğruluğun üç ayrı anlamına bakarak eleştirel düşünmeyi tanımlamaya çalışalım.
Doğruluğun mantıktaki karşılığı “mantıksal tutarlılık” biçiminde ortaya çıkıyor. Buna doğruluğun birinci anlamı diyelim. Kişinin okuduğu bir metinde benzer veya farklı düşünceleri ayırt etmesi, bunları tek tek bir araya getirerek kendi aralarında gruplaması, dahası çelişkileri ve mantıksal tutarsızlıkları fark etmesi ya da kendi söylemleriyle pratiği arasındaki örtüşmeyi yoklaması, uyumsuzluğu görmesi eleştirel düşünmekle mümkün. Demek ki, bir yanıyla eleştirel düşünme çelişkileri, tutarsızlıkları fark etmek, yakalamak ve ortaya koymak gibi bir etkinliği yerine getiriyor, böyle bir görev üstleniyor.
Dünyaca ünlü matematikçimiz Cahit Arf “bilimde kesinlik yoktur; eğer kesinlik olsaydı bilim değil dogma olurdu” demektedir. “Dogma” sözcüğü doğruluğundan asla kuşku duyulmayan görüş ya da öğretiler alanı olarak tanımlanıyor. Bilim felsefesi, bilimin bütününde “tam” ve “tutarlılığın” olanaklı olup olamayacağını tartışıyor. Kimi matematikçiler yakın tarihte çok iddialı bir biçimde matematiğin tümünün “tam” ve “tutarlı” olduğunu ileri sürdüler. Bu konuda önemli girişimlerde bulundular. Fakat, büyük matematikçi Kurt Gödel genç yaşında yaptığı çalışmalarla matematikte tamlık ve tutarlılığın sadece sınırlı dizgelerde mümkün olabildiğini, bütününde ise imkânsız olduğunu ispat etti. Buradan hareketle şunun altını önemle çizelim. Bilimin tümü “keşfedilmiş”, “olmuş-bitmiş”, “doğrulanmış” ve “kesinliğe ulaşılmış” bir alan değildir. Matematik en sağlam, kesin, evrensel, zorunlu önermelerden oluşan bir yapı olarak kabul edilse bile, matematiğin bütününün “tam” ve “tutarlı” olması imkânsızdır. İşte burada, bilimsel bilgi olarak kabul edilen önermelerin doğruluğunu sorgulama biçimi olarak eleştirel düşünme zorunlu olarak eğitimin merkezinde yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, eğitimin esas hedeflerinden birinin öğrendiklerinin çoğundan şüphe edebilen ve her bilgiyi yeniden gözden geçirebilen insanlar yetiştirmesi gerektiği daha net olarak ortaya çıkıyor. Bu yanıyla eleştirel düşünme bize, doğruluğun ikinci anlamını, yani bilim özelindeki önermelerin doğruluğunu sorgulama olanağını kazandırıyor. Bilimsel önermelerin nesnesine bakmada bize ışık tutuyor eleştirel düşünme.
Doğruluğun üçüncü anlamıyla daha çok “etik alanında” yüzleşiyoruz. Buradaki “doğruluk”; bir durumu, bir olguyu doğru anlayıp doğru değerlendirme ve doğru eylemde bulunma biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Her toplumda yerleşik kültür ya da kültürler etik alanındaki doğruluğun anlamını, yönünü değiştirmede etkili olabiliyor. Sadece yerleşik kültür mü? Elbette hayır. Öznellik, değer yargıları, önkabuller ve başka şeyler doğru değerlerdirme ve doğru eylemde bulunmada önemli engeller. Böyle durumlarda bilen özne için gerçeği, doğruyu bütün ayrıntılarıyla görmek hiç kolay değil. Çünkü bilgi varolanın, varlığın bilgisi olması bakımından gerçeğin bilgisi olmayı amaç edinir. İşte bu durumda gerçeğin bilgisini görmek için onu örten perdenin kaldırılması gerekir. Bilginin nesnesini gözden kaçırmadan, “nesnel bir bakışla” bu perde, öznenin nesneye yönelmesini engelleyen bir yapı olmaktan çıkabilir ve olguların bilgisi gözler önüne serilebilir. Dolayısıyla eleştirel düşünme kişiye, etik alanında doğru bilgiye ulaşılabilme, doğru değerlendirme yapabilme olanağı kazandırıyor. Kişi, kişisel değer yargıları temelinde değil insanlığın değerlerini esas alarak bir değerlendirme yaptığında ve eylemde bulunduğunda değer üretiyor. Böylelikle eleştirel düşünme kişiye daha çok değerler temelinde düşünme, hareket etme ve doğru değerlendirme imkânı veriyor, kişinin insanlaşmasına katkıda bulunuyor. Yani, insana insan olmanın bilgisini kazandırıyor eleştirel düşünme.
Kısacası kişi eleştirel düşünme becerisi edinerek hem bilimsel bilgi alanında hem de etik alanında doğruya bir adımda daha yaklaşabiliyor ve doğruyu bulabiliyor. Eğitim, öğrenciye eleştirel düşünebilmeyi öğretebildiği ölçüde evrensel ve bilimsel bir nitelik kazanabilir. Ancak eleştirel düşünebilen toplumlar “muasır medeniyetler seviyesi”ni yakalayabilir ve hatta üzerine çıkabilir. İşte bunun için bütün eğitimciler, öğretmenler olarak öncelikli işimiz çocuklara eleştirel düşünebilme becerisi kazandırmak olmalıdır.
Cok guzel olmus biz eski ogrenileriniziz