Cumartesi akşamı herkes elini yüzünü yıkamış, üstünü başını temizlemiş, saçını taramış, sakalını kesmiş bir vaziyette Koreli ‘nin Masasında yavaş yavaş yerini alıyor.
Koreli masasının başında; Topal Kemal'in tasvir ettiği şekli ile bir kartal gibi teyakkuzda oturuyor.
Masadaki büyük küçük bütün karakterler hep dik, övgüyü de sövgüyü de ölçülü bir şekilde kabul etme durumundalar…
Ufak tefek espriler, gülüşler ama yine de aile bireylerinde yemek bitse de kalksak düşüncesi hâkim. Ondan önce; herkes çorbasını içmiş ya da sulu yemeğini yemiş, üstüne Korelinin kasaptan almış olduğu pirzola… Koreli herkese birer dal dağıtıyor, kendine de bir dal alıyor… Mezesi olması lazım lakin adaleti hiçbir zaman çiğnemiyor, kelle başı sayıyor, kelle başı alıyor nevaleyi… Çoluk çocuğun rızkını dışarılarda yemiyor, bizden tek farkı günlük 2 duble rakısı, onu da günün 24 saatinin 20 saatini çalışarak fazlası ile hak ediyor zaten…

Yemek bitse de kalksak düşünceleri hayallerde kalıyor çünkü Koreli ‘nin çıkışı Hz. Ali ‘nin Zülfikarı gibi; o konuştu mu, diğerlerine susmak düşüyor.
- Yarın kimse bir yere gitmeyecek, inşaat var.
- Vay.... Vay... Vay...
Hayat bitti ev halkı için… Hafta içinde arkadaşlarla konuşulmuş, dağa gideriz, denize gideriz. Gidersin, biraz daha büyü… Sıkıyorsa söyle Koreli ‘ye, 'benim işim var' de… Hayaller bitti…
Sabah gerçeklerle yüz yüze… 
İşe gider gibi kalk, marş marş inşaata, malzeme taşımaya… Karın tokluğuna amelelik, e zaten hep öyle olmadı mı ki amelelik?
Dedemle beraber yapmışlar gecekonduyu, babamla anam. Herkesin emeği, katkısı var. Eskiden şeftali bahçesi olan alanlar parsellenmiş, parselleyenler de normal vatandaşlar. Devlet her zamanki gibi çok yoğun, o yüzden parselleme işlerini sürekli vatandaşa bırakmış, vatandaş da memnun. Kendini üzmeden 1 A4 kağıdına tarlayı çiziyor, alıyor eline cetveli, tarlanın parselasyonunu yapıyor, karışan yok görüşen yok. Arada kim varsa indiriyor parayı…

Seviyorlar böyle yaşamayı, hala neredeyse aynı mantık devam ediyor sayılır, ondan sonra da vatandaş devleti, devlet vatandaşı suçluyor. Bu tür parselasyonlarda arsaların kimin olduğu pek belli olmasa da kağıt üzerinde 1 numara Motorcu Mehmet, 2 Simitçi Hüseyin, 3 numara İbrahim, 4 numara Sarımsakçı Asım, 5 numara Koreli Mehmet, böyle gidiyor sıralama… İhtiyaç meselesi, herkes kendine düşeni alıyor, kimine çok, kimine az… Sonra da bu işler de düzen bekle, gerçi düzen hiç eksik olmuyor ya..! O da ayrı konu…
İnşaata malzeme taşıma işi başlıyor.

Dedim ya gecekondu da dedemin ve babamın emekleri var. Arsa üzerinde ilk icraat başladığında; evimize yakın olan derede kerpiç kesme işi yapılıyor, kerpiçler kuruduktan sonra yine yapmış oldukları çamur harç ile kerpiçleri üst üste sıralayarak alt katı yapıyorlar. Evin nüfusu artıyor tabii ki, çocuklar büyüyünce 2 oda yetmiyor, dolayısıyla kaçak maçak 1 kat daha çıkmak şart oluyor. Para kısıtlı ama ailenin geliri artmış herhalde artık kerpiç kesilmiyor, tuğla alınıyor, çimento, kireç, kereste… E yetişmiş 3 tane amele de var, annemiz, kız kardeşlerimiz de işin ucundan fazlasıyla tutuyorlar. Kadro sağlam. Babam 1 usta tutmuş, kendi de inşaat işlerinden anlıyor zaten. Biz taşıyoruz, onlar duvarları örüyorlar.

Öğlen civarı hafta içinde program yaptığımız bizim arkadaşlar geliyorlar; dağ, deniz hayali ile… Bizim evin düzenini görünce hayalleri suya düşüyor ama pes etmiyorlar. Hemen iş başı yapıyor onlarda, yapılabilecek ne varsa bir an önce bitirelim, bırak dağı, denizi, en yakın yerde nereye gidebiliyorsak biraz dinlenecek, eğlenecek neresi varsa hemen oraya gidelim telaşı ile çalışmaya başlıyorlar. Herkes aynı evin insanı gibi, tanışık, yakın, düşünceli, duygulu, sevgili…

Bugün inşaat sektörü lokomotif ya..!
Hani bütün ekonomiyi arkasına takıp yürütüyor, büyütüyor.
Bak bizim çocukluğumuzda da lokomotifti işte… Tek farkı bütün ekonomiyi değil de hepimizi arkasına takıp yürütüyordu, bir yerde büyütüyor, bir yerde de tüketiyordu. Neyse şikayet edilecek bir durumu yok geçmişin, o zaman öyleydi…
Şimdi de çok farklı değil aslında… Şimdi de inşaat sektörü insanları tüketiyor. Ömür dediğin sayılı gün; o sayılı günleri inşaat işlerinin içinde bitiriyorlar işte… Kimisi çalışarak, kimisi de ev sahibi olacağım diye hayatını satarak… Yeni bir eve sahip olmak için 10 yıllık, 20 yıllık krediler alarak, kentsel dönüşüm ile kendi evini bir kez daha satın alarak, bütün birikimini ona yatırarak, borçlanarak, öyle böyle hayat kazanayım derken hayat kaybederek gidiyor işte…

Daha güzel bir evde yaşamak mı, daha güzel bir hayat yaşamak mı?
Bunun kararını vermek gerçekten zor. Sürüden ayrılanı kurdun kapması da yeterli kalmıyor artık aynı zamanda sürüden ayrılanın adına ‘deli’ de diyorlar…
Herkes deli ise ne olacak? O zaman akıllıya deli diyeceğiz herhalde… Yoksa şu an öyle mi?
Sürüden ayrılmak çok tehlikelidir çok…
Damdan düşen bilir bu işleri…
Çağırın gelsin damdan düşen…
Tekrarlıyorum; inşaat lokomotif sektörmüş, burada gülelim…
Çünkü bizi arkasına taktı çocukluğumuzdan beri götürüyor, getirdiği yere bakarsak götürdüğü yeri tahmin etmek kolay gibi geliyor. Dedemi, babamı  götürdüğü gibi bizi de imamın kayığına doğru götürüyor...

Şair diyor ya..; 


'Güzel günler göreceğiz çocuklar,
 Güneşli günler göreceğiz,

 Motorları maviliklere süreceğiz,
 Işıklı maviliklere süreceğiz..'

Kamyoncu cevap veriyor, kamyonunun arkasına yazdırdığı soru ile..!

'İlerde güzel günler göreceğiz demişlerdi daha ne kadar gideceğiz ?..'

Sona geldik... Derken yazının sonuna yani...
Sizlere güzel inşaatlar, güzel kentsel dönüşümler diliyorum...

Ha bir de; güzel günler diliyorum hepinize, biraz ilerde olsun ama...
  

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.