Bayramı geride bıraktık, Ağustos ayı bitmek üzere, Eylül ise birçok gelişmeye gebe.
2 Eylül’deki yeni Adli Yıl Açılış Töreni tartışması giderek tırmanıyor. Hem de, Kazdağları’nda ağaç katliamı tartışmalarını ikinci plana düşürecek kadar.
Adli Yıl Açılış Töreni’nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içersindeki 'Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde yapılmasına 40’ı aşkın baro karşı çıkıyor.
Yargıtay ise, ‘açılışa katılacak yerli ve yabancı sayısının çokluğuna’ dikkat çekerek, ‘Yerim dar, o nedenle, yeni binamız hizmete girinceye kadar Külliye’ye muhtaç kaldık’ diyor.
Buna karşı çıkan avukatlar, 10 Mayıs 2014 tarihinde Danıştay’ın kuruluş yıldönümü töreninde yaşananların ve onu takip eden sürecin unutulmadığını belirtiyor.
Sözü edilen 2014 yılındaki törende, Türkiye Barolar Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu kürsüde konuşurken, yerinden tepki gösteren dönemin Başbakanı Erdoğan, daha sonra ayağa kalkarak tepkisini sürdürmüş, sonra da salonu terk etmişti. Aynı yılın Aralık ayında da Yargıtay Kanunu’nun, Adli Yıl Açılış Töreni’nde TTB Başkanının konuşma yapmasına imkan tanıyan 59’uncu maddesi iktidarın oylarıyla yürürlükten kaldırılmıştı. Bunu takip eden 2015 yılındaki Adli Yıl Açılış Törenine Feyzioğlu davet edilmedi. 2016 yılından itibaren de Adli Yıl Açılış törenleri Beştepe’deki Küllüye taşındı. Konuşmacı olarak değil, konuk (dinleyici) olarak davet edilmesi nedeniyle TTB Başkanı Feyzioğlu bu açılış törenlerine katılmadı.
Bu yıl, 2 Eylül’deki Açılış Töreni de Saray’da yapılacak. Ancak, 5 yıldır konuşma yapması istenmeyen TTB Başkanı Feyzioğlu bu kez konuşmacı olarak davet edildi.
Metin Feyzioğlu, 3 büyük ilin de aralarında bulunduğu 40’ın üzerinde Baro’nun ve çeşitli kesimlerin tepki göstermesine rağmen toplantıya katılıp konuşmak istiyor. Feyzioğlu, toplantıya katılma gerekçelerini şöyle sıralıyor:
“Türkiye’nin normalleşmesi sürecinde Yargıtay Başkanlığımız önemli bir adım attı, bize elini uzattı. Biz de elimizi uzattık. Ben meslektaşlarımın ezici çoğunluğun dediğini yapıyorum. Yönetim kurulunda da bu değerlendirmeyi yaptık.
Yargı Reformu Strateji Belgesi… Fevkalade değerli bir çalışma bu. Adalet Bakanlığımızın çatısı altında tüm barolarımızın, TBB’nin, Türkiye’deki tüm hukuk fakültelerinin, başsavcılıklarımızın, HSK’nın, yüksek mahkemelerin katılım gösterdiği çok etkili, doğru bir süreç yürütüldü. Bu sürecin sonunda bir belge çıktı ortaya. Türkiye’ye yatırım yapmak üzere bekleyen yabancı yatırımcılar var. Daha geçtiğimiz gün bunlardan önemli bir grup İstanbul Sanayi Odasına ‘Yargı Reformu Belgesi’nin içinde ne var, ne zaman çıkacak? Yatırım için bekliyoruz’ diyor.
Gerçekten düşünce özgürlüğünü mü kullandı yoksa bir terör örgütüne yardım mı etti, onun propagandasını mı yaptı, onun üyesi midir? Bakın bu tereddütlü noktalarda Yargıtay denetimi açılıyor. Düşünce özgürlüğüne ilişkin her konuda Yargıtay’ımızın yani Türkiye’deki en yüksek mahkemenin denetimine izin veren, bunun önünü açan bir düzenleme getiriyoruz… Bugün bizi yerden yere vuranlar, Temmuz ayında düzenlemenin çıkması için bir gram destek vermemiştir. Biz, çırpındık çıkması için. İnşallah Ekim’de Meclis’imizin ilk gündem maddesidir ve yasalaşacaktır.”
***
TTB ile Barolar arasındaki görüş ayrılığını böylece özetledikten sonra şimdi soralım: Peki kim haklı?
Nasrettin Hoca, kadılık yaparken bir gün bir ahbabı burnundan soluyarak gelmiş. Hasmı için söylemediğini bırakmamış. Sonra, “Hocam, Allah aşkına söyle, haklı değil miyim?” diye sormuş, Hoca ne yapsın? “Haklısın” demiş.
Ahbabı sinirleri yatışmış olarak gitmiş. Onun hemen arkasından hasmı gelmiş. Bu defa da o başlamış atıp tutmaya, yok bana şöyle, yok böyle yaptı demeye. O da Hoca’ya sormuş: Haklı değil miyim? Hoca, “Vallahi çok haklısın” demiş.
Adam da sakinleşerek gitmiş. Tüm bunlara tanık olan Hoca’nın karısı bu işe şaşırmış kalmış.
– Senin kadılığın da bir garip Hoca Efendi. İkisine de sen haklısın dedin. Hiç öyle şey olur mu?
Nasreddin Hoca hanımının yüzüne bakıp: "Hatun, sen de haklısın" demiş.
Ben de Nasrettin Hoca gibi, Adli Yıl açılış törenine katılacak TBB yönetimine de, katılmayı reddeden barolara da ‘haklısınız’ diyorum.
Ancak, 28 Şubat sürecinde hakim ve savcıları ayağına çağırıp Genelkurmay’da onlara brifing verenlere de, otobüslerle gidip o brifinge katılanlara da, yüksek yargı organları başkanlarını çay bahçelerine salıp onlara çay toplatana da, çay toplayana da, hakim ve savcıları Sarayda ağırlayıp, salona girişinde onları ayağa kaldırtıp alkış tutturana da, ayağa kalkıp alkış tutana da asla ‘hak vermiyorum.’
***
Önümüzde bir başka önemli konu daha duruyor. Kamu çalışanlarının (memur ve emeklilerinin) maaşlarına önümüzdeki yıl yapılacak zamma ilişkin görüşmeler.
Kamuda çalışan işçilerle ilgili Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinin anlaşmayla sonuçlandığı o mutlu günde mikrofon kazası yaşayan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’a yönelik tepkilerin giderek artıyordu. Neyse ki bu tepkilerin büyümesinin önünü, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’ın ‘heeeyt’ diyerek Saray’a doğru haykırması kesti.
AKP’ye ideolojik yakınlığı olduğu bilinen Memur-Sen’in başkanı Ali Yalçın, iktidarın zam teklifini komik bulup ‘asla olmaz’ diyerek acaba gerçekten mi rest çekti, yoksa ‘Keşanlı Ali taklidi’ mi yaptı? (Haldun Taner’in yazdığı ‘Keşanlı Ali Destanı’ adlı tiyatro oyunundaki Ali, aslında ‘uysal’, hatta ‘korkak’ bir adam olduğu halde, adı yiğide, kabadayıya çıkarılıp efsaneleştirilince bundan yararlanarak gecekondu semti olan Sinekli Mahallesinin ağası kesilir.)
Zira, aynı Ali Yalçın geçmişte de böyle restler çekmiş, ancak çok düşük orandaki maaş artışlarının altına imza atmıştı. İşte bunun örnekleri:
2013 toplu sözleşme pazarlığı 1 Ağustos’ta başladı ve sürpriz biçimde 1 haftada sona erdi. Hükümet 3+3 zam teklif etmişti. Memur Sen “Bu teklif kabul edilemez” dedi. Hükümet bunun üzerine 4+4 teklif edebileceğinin sinyalini verdi. Ancak ertesi gün, diğer konfederasyonların haberi olmadan hükümetle yeniden masaya oturan Memur Sen, toplantı sonunda, ‘anlaşma sağlandığını, maaş artışının oransal olmadığını, brüt 175 lira zamma karar verildiğini’ açıkladı. Böylece 16 yıllık bir doktorun maaşında 2014 yılında 123 liralık net artış sağlandı.
Oysa hükümetin ilk teklifi kabul edilse bu doktor 123 lira yerine 223 lira zam alacaktı.
2016 ve 2017 yıllarını kapsayan toplu sözleşme trafiği 2015’in Ağustos ayında başladı. Memur Sen 2016 için 8+8 ve 2017 yılı için 7+7 zam teklif etti. Hükümet ise pazarlık masasına 2016 için 4+4 2017 yılı için 3+3 ile oturdu. Geri adım atan ve uzlaşan yine Memur Sen oldu. 2016 için 6+5, 2017 yılı içinse 3+4 oranındaki zamma imza attı.
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında Memur Sen bu kez yelkenleri suya indirmiş, pazarlık süreci OHAL şartlarında oluşturulmuştu. Sendikanın Genel Başkanı Ali Yalçın, tıpkı Türk İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın, geçtiğimiz günlerde, mikrofonun açık olduğunu fark etmeden, yanındaki Çalışma bakanına söylediklerinin bir benzeri olan şu açıklamayı yapıyordu: “Türkiye’nin zorlu dönemeçten geçtiği bir dönemde çatışmayı değil uzlaşmayı merkeze alan bir tavır gösterdik.”
AKP’nin 16’ncı kuruluş yılı “şerefine” 2018 için 10 + 6 zam isteyen Memur Sen, görüşmelerin sonunda 2018 yılı için 4 + 3,5 oranındaki zamma ‘olur’ dedi.
2019 yılı için ise, 10 + 8 talebiyle görüşmeye başlayan Memur-Sen, 4 + 5’e olur diyerek masadan kalktı.
İşin özeti şu ki; her toplu sözleşme görüşmesi öncesi efelenen Memur Sen, bir danışıklı dövüş gereği ya da görüntüyü kurtarmak için bunu yapıyor.
Umarım Memur-Sen bu defa, başlangıçtaki sert tavrını sürdürür, kamu çalışanlarına hatırı sayılır bir oranda zam yapılmasını sağlar, memurun ve emeklisinin yüzünü güldürür, beni de mahcup eder.
İYİ HAFTALAR
remzidilan_48@hotmail.com