Neler yaşadı neler, geride bıraktığımız hafta Türkiye ve dünya.
Avrupa Parlamentosu’nun, “üyelik görüşmelerini askıya alma” kararı Türk halkı olarak hepimiz üzüldük… Ayrıca, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların ve Siyasi Partilerin yöneticilerinin bazı Avrupa ülkelerinde Türk Vatandaşlarına hitap etmesine izin verilmemesine de..
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ve Suudi Arabistan Kralı ile eşdeğer görülüp “diktatörü öldür” pankartı taşınmasına da..

Erdoğan’ın koruyan 8 Türk Polisi hakkında ABD’de yakalama kararı çıkarılması ve bunların Almanya’ya sokulmasına izin verilmemesine de..

PYD’ye silah yağdıran ABD’nin, Türkiye’yi değil de, İsrail ve Ürdün’ü ilgilendirecek şekilde, Suriye’nin güney doğusunda ateşkes ilan edilmesi için Rusya ile anlaşmaya varmasına da..

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin  üs kurması için hükümetin anlaşma imzaladığı Katar’a, Trump’un sinyali sonucu 4 Arap devletinin yaptırım uygulamasına da.. AKP iktidarının büyük destek verdiği Barzani’nin Eylül ayında bağımsızlık konusunda referandum yapma ısrarına da..

İsviçre’de, BM Genel Sekreterinin refakatinde yapılan Kıbrıs görüşmelerinden, Yunanistan ve Rum tarafının “Türk askeri gitsin, garantörlük kaldırılsın” ısrarı nedeniyle sonuç alınamamasına da…

***
“Bir elinde cımbız bir elinde ayna, umurumda mı dünya” diyenlere söyleyecek sözümüz yok. Bir elinde ayna, diğerinde büyüteç taşıyan ve dünyadaki gelişmeler umurunda olanlaraysa önerimiz şudur; “gereksiz kabadayılık ile hesapsız politikalar Türkiye’yi içte ve dışta bu hale getirdi” diye kestirip atmayınız. Yerine göre aynaya da bakınız, büyüteç tutup karşıya da.   

***
Ayna örneğini verince aklıma, yıllardır KKTC’de gazetecilik yapan değerli meslektaşım Abdullah Azizoğlu’nun, “aynahaberkktc” sitesindeki son yazısı geldi. Abdullah, Kıbrıs görüşmelerinin başladığı 28 Haziran’da yayımlanan yazısında, sonucun olumsuz olacağını belirtmişti.

Yazıdan bir bölüm şöyle:          

“Diyar diyar dolaşmaktan imanı gevreyen Kıbrıs müzakereleri bu sefer de İsviçre'nin Crans-Montana kentinde başlıyor ama gözden kaçmaması gereken bir husus var.. Kış günlerinde Kıbrıs’a ‘pelerinli mont’ giydirmeye karar verip Mont Pelerin’e götürdüler; havalar soğuktur diye sesimizi çıkarmadık. Şimdi de bu kavurucu sıcaklarda mont giydirmeye çalışıyorlar. Üstelik daha etkili olsun diye bu sefer montun anasına çağırdılar ve ‘lâ havle’ çekip ona da ‘eyvallah’ dedik. Üstelik Kıbrıs’ı yollara döküp mont anaya götürenler, havanda su dövdüklerini Kıbrıs’ta yaşayanlardan da iyi biliyor.  Pelerini vurgun yiyen Montun Anasından Kıbrıs Türk Devleti çıkacak… Rumlar oyalama taktiğine devam ederse,  Annan Planı’nda öngörülen iki kurucu devletçikten birini ilan edeceğiz. Bayrağımız, Anayasamız aynı kalacak ve adı “Kıbrıs Türk Devleti (KTD)” olacak.."

***
Yazımın başında Türk halkının üzüldüğü dış gelişmelerden söz etmiştim. Ya içerdeki üzüntü verici gelişmeler. Başkanlık sistemine ilişkin anayasa değişikliği ve hain 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL uygulamalarının sonuçlarını birebir yaşıyoruz ya da şahit oluyoruz. Neden 10 binler, yüz binler 24 gün Ankara’dan İstanbul’a yürüdü, milyonlar o yürüyüşün önderi Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinlemek için Maltepe’de toplandı ? Eski Yargıtay Cumhuriyet  Başsavcısı Sabih Kanadoğlu yürüyüşün hukuksal analizini şöyle yapıyor:  
"Adalet Yürüyüşü, toplumun bağrından yükselen “hak-hukuk-adalet” haykırışlarının dört bir yanda duyulması kadar aynı zamanda fiili olarak askıya alınmış ve demokratik bir devletin olmazsa olmazı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının aslında ne kadar kolay olduğunu; burada bütün sorumluluğun devlet yetkililerinde olduğunu göstermiştir. Adalet krizini gündeme taşıyan bu yürüyüşün ne denli gerekli ve yerinde olduğunu her yeni gelişme bir kez daha göstermektedir. Sadece bu hafta içindeki Yeni HSK’nın adli yargı kararnamesi ve Yargıtay üyeliği seçimi bunu ortaya koymaktadır. Adalet Yürüyüşü, öfke ve çaresizlik içinde kalan herkesi kapsayan yeni bir umut doğurmuştur. Beklenti, yürüyüş ivmesinin dikta tehdidine karşı yeni eylemlerle adalet ve bağımsız yargı temelinde her türlü Adaletsizliğe karşı yeni bir ortak karşı koymanın dayanağını oluşturmasıdır"

***
Son olarak, bu hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde büyük tartışmalara yol açacak, AKP ve MHP’nin TBMM İçtüzüğü değişikliği teklifine dikkat çekmek istiyorum.
TBMM Kanunlar ve Kararlar Daire Başkanlığında uzun süre yönetici olarak görev yapan  Doç. Dr. Şeref İba, “Osmanlıdan Bu Yana İçtüzük Metinleri“ kitabında şöyle diyor özetle:
130 yılı aşan modern parlamento tarihimizin başta gelen birincil kaynakları arasında içtüzük metinleri vardır. Yasama organının yapılanmasının ve işlerliğinin hukuki çerçevesini çizen içtüzükler ‘sessiz anayasa’, parlamento hukuku ise ‘sessiz anayasa hukuku’ olarak adlandırılabilir. Türk parlamento tarihimizin ilk içtüzüklerinden günümüze kadar hiç değişmeden gelen hükümler ve kök salmış uygulamalar vardır. Yasama laboratuvarının çetin testlerinden başarıyla geçen, yılların eskitemediği kimi içtüzük hükümleri, eski içtüzüklerin yenilere bıraktığı en değerli miraslardandır.   

40 yılı aşan meslek yaşamının yaklaşık 35 yılında Parlamento Muhabirliği yapmış bir gazeteci olarak, arkadaşım Şeref İba’nın ‘yılların eskitemediği’ dediği İçtüzük hükümlerinin bu son değişiklikle ‘tarihe karışacağı' endişesini taşıdığımı belirtmek istiyorum. Bir başka endişem de, CHP’den yapılan açıklamadan anladığım kadarıyla, İçtüzük Teklifinin görüşmeleri sırasında söz söze değil göğüs göğüse bir mücadelenin yaşanacağı.. 

İyi Haftalar.  


remzidilan_48@hotmail.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.