Türkiye son bir haftada baş döndürücü gelişmeler yaşadı.
Önce bir özet yapayım ve tarihe ben de bir not düşmüş olayım;

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Irak’ta bağımsızlık talepleri gibi bölgede yeni krizler çıkaracak adımlardan uzak durulması gerekiyor. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni referandum kararından vazgeçmeye çağırıyorum” dedi.

Düzenlenen forum ve toplantılarda çeşitli konulardaki görüşlerini açıklayan Cumhurbaşkanı,  bazı ülkelerin liderleriyle görüştü, ABD Başkanı Trump’la bir araya geldi ve  Türkiye’ye döndü.
 
Erdoğan’ın New York ziyareti sırasında, hakkında tutuklama kararı verilen korumaları yoktu; yanında götürdüğü korumaları ise protestolara müdahale etmemeleri konusunda tembihlenmişti. Barzani’nin referandum diretmesi öne çıktığı için, Amerika’nın PYD’ye silah yardımı, Rıza Zerrab davası, Fetullah Gülen’in iadesi ve benzeri konular arka planda kaldı.
 
Ankara’ya ayak bastıktan birkaç saat sonra olağanüstü Milli Güvenlik Kurulu toplantısına başkanlık eden Erdoğan, ardından Bakanlar Kurulu’nu topladı.
 
22 Eylül 2017 Cuma günü yapılan MKG toplantısından sonra yayımlanan bildiride, özetle, “kuzey Irak’ta yapılacak referandum gayrimeşrudur ve kabul edilemez. IKBY yönetimi vakit varken referandum kararından vazgeçmeye davet edilmiştir. Tüm ikazlarımıza rağmen bu referandumun yapılması hali̇nde Türki̇ye, i̇ki̇li̇ ve uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını mahfuz tutar" deniliyordu.   
 
Peki neydi bu sözü edilen ikili ve uluslar arası anlaşmalar ? Onu da, MGK toplantısı öncesi Başbakan Binali Yıldırım anımsattı:
“Lozan Anlaşması madde 3, madde 16, 1926 Ankara Anlaşması, 1946 Türkiye ile Irak Arasında Dostluk, İyi Komşuluk Anlaşması ve 1983 Türkiye-Irak Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması..”
 
Böylece, iktidar mensupları ve yanlıları tarafından eleştirilen Lozan Antlaşması ile Ankara Anlaşması’nın, Barzani’ye karşı çıkmanın yasal gerekçesini oluşturduğu bir kez daha teyit edilmiş oldu.
 
Amerikan’ın Sesi (VOA) Kürtçe Servisi’ne açıklama yapan Barzani, “1960 ve 1970 yıllarında değiliz. Artık kendi kaderimizi tayin etme zamanı geldi. Hiç kimsenin bize yol çizmesini istemiyoruz. Bunun sonunda ölüm de olsa hazırız” diyordu.
 
Cumartesi günü sabahı Ankara’dan helikopterle Kırşehir'e giderek ’Bozkırın tezenesi’ olarak bilinen Neşet Ertaş’ın  kabrini ziyaret eden  Başbakan Yıldırım, cevabı yapıştırdı: “Barzani efendiyi uyardık ama laf anlamaz. Anlayacağı dilden konuşmasını biliriz.”
 
Aynı gün akşama doğru Türkiye Büyük Millet Meclisi olağanüstü toplandı. Gündemde Irak ve Suriye'ye sınır ötesi operasyon konusunda hükümete verilen yetkinin 30 Ekim’den itibaren bir yıl daha uzatılmasıydı. Bu konudaki Başbakanlık tezkeresi AKP, CHP ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.
 
18 Eylül’de Irak sınırında Türk Silahlı Kuvvetler tarafından başlatılan tatbikatta, Meclis’te tezkerenin kabul edildiği gün ikinci aşamaya geçildi.


Referandum öncesi üst düzey askeri temaslar da yoğunlaştı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar,  önce önce İran, sonra da Irak Gemelkurmay Başkanını konuk etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da, 4 Ekim Çarşamba günü’de İran’a resmi ziyarette bulunma kararı aldı. Erdoğan Perşembe günü de Rusya Devlet Başkanı Putin ile akşam yemeği yiyeceğini açıklamıştı.   

Pazar günü sandık başına giden Alman seçmenler bir sürprize imza attı. Başbakan Merkel'in oy kaybederek kazandığı seçimde, aşırı sağcı, İslam ve göç karşıtı AFD, İkinci Dünya Savaşından sonra ilk kez meclise girmeye hak kazandı.
 
Türkiye iç siyasetinde ise, gündem kuzey Irak’taki referanduma o kadar kilitlendi ki; ne TEOG’un kaldırılması, ne Kadir Topbaş’ın ‘adam yerine konulmadığı’ iddiasıyla İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan istifa etmesi, ne Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine bağlı odaların seçimlerinin bir yıl ertelenmesi, ne Sözcü çalışanı Mediha’nın tahliye olması çok fazla konuşulamadı.
 
Bu arada dikkatimi çeken bir şey oldu. Geçen hafta Perşembe günü alışveriş yaptığım marketin sorumlusu ile sohbet ederken konu kuzey Irak’taki referanduma ilişkin Türkiye’nin tepkisine gedi. “Abi bir şey olacağı yok. MGK ve Meclis kararıyla halkın gazını alıyorlar” dedi.
 
Aynı sözleri, pazar günkü yazısında, gelişmeleri geçmişten bugüne kronolojik olarak çok güzel özetleyen Yılmaz Özdil’den de son söz olarak okuyunca şaşakaldım…
 
Bekleyelim görelim… 
 
***
Yazımı, araştırmacı yazar merhum Uğur Mumcu’nun 1993 yılında konuya ilişkin yazdığı, günümüze de ışık tutan yazısıyla tamamlamak istiyorum;

“Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor.

Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir. MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı ?

Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor.
CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu. MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan “Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services” adlı kitapta sergileniyor. Kitap, İngiliz The Guardian Gazetesi’nde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü‘nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış. Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor. Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.

Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan El-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor.

1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor. 1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.

Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor. MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşkesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor.

Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç: Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sh. 328-329)

Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)

70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu? Kitaba göre sürüyor. “Körfez Savaşı” sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. (sh.521) Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor. MOSSAD, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor. Kitapta, Mesut Barzani’nin İsrail’e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor. Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek… Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek… İlgi belli… İlişki de belli… Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında ? Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi ?..”
 

İyi haftalar.
 
remzidilan_48@hotmail.com
---
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
TC Murat Doğan 7 yıl önce

Sevgili Remzi Dilan'ın yorumları, gerçek anlamda ortadoğu olaylarına ışık tutmaktadır.
Ayrıca Merhum Uğur Mumcu'nun 1993 tesbitinin bu günde geçerliliğini koruması; hayatınada mal olan geniş ufuklu, araştırmacı bakışının yüceliğidir. Saygılarımla..