İçte ve dışta birçok gelişmenin yaşandığı bir haftayı geride bıraktık. 15 Temmuz hain darbe girişiminin 3. yıldönümü etkinlikleri, Doğu Akdeniz’de doğalgaz aramalarıyla ilgili çıkan kriz, Avrupa Birliği’nin yaptırım açıklaması, ABD ile S-400 restleşmesi, Düzce’deki doğal felaket, Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınması, Erbil’de suikast sonucu bir diplomatımızın şehit olması, terörle mücadelede verdiğimiz şehitler ve TBMM’nin Yargı Reformu’nu görüşemeden tatile girmesi…
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu yasama yılındaki faaliyetlerinin dökümünü, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in sorusu üzerine Meclis Başkanvekili Süreyya Sadi Bilgiç açıkladı. Buna göre, Meclis Başkanlığı’na verilen 2 bin 19 Kanun Teklifi’nden sadece 39’u kabul edilerek yasalaştı. Buna karşın Cumhurbaşkanlığı, toplam bin 915 maddeden oluşan 41 Kararname yayımladı. Siyasi kulislerde, bu durumun ‘TBMM’nin yasama görevini yerine getirmesini zayıflattığı ve ikinci plana ittiği’ yorumu yapılıyor.
Meclisin karnesi denetim konusunda da parlak değil. 27. Yasama Dönemi’nin başladığı 7 Temmuz 2018 tarihinden 10 Temmuz 2019’a kadarki bir yıllık süreçte 13 bin 488 yazılı soru önergesi verildi. Bu soru önergelerinden 2’si geri alınırken, 815’i süresi içinde, 4 bin 399’u süresi geçtikten sonra cevaplandırıldı. 7 bin 439’u ise tamamen yanıtsız kaldı. Aynı süre içinde verilen bin 459 araştırma önergesinin ise sadece 5’i kabul edildi.
Milletvekilleri bir yıl içinde yalnızca 5 ay, 1 Ocak’tan bu yana geçen 200 günde de (İstanbul seçimi nedeniyle olsa gerek) sadece 64 gün mesai yaptı. Vekiller, Meclisin 1 Ekime kadar çalışmalarına ara vermesiyle 74 gün tatil yapacak.
***
Gelelim bizim cenaha, yani basına…Basın mensuplarıyla ilgili davalar, tutuklamalar, sansür, baskı ve işten çıkarmalar da gündemin ön sıralarına tırmanan gelişmelerdi.
SETA diye bilinen bir düşünce kuruluşu “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlığıyla, yabancı basının Türkiye’deki çalışanlarını fişleme niteliği taşıyan bir rapor yayımladı. Rapora büyük tepki çekti ve suç duyurusunda bulundu.
Oda TV’den Nurzen Amuran’a konuşan İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray, sorunu anlaşılır bir dille çok güzel özetliyordu:
"SETA kendisini bir düşünce ve araştırma kuruluşu gibi gösteren, ancak asli fonksiyonu iktidara belli konularda politikalar veya uygulanılan politikaları çeşitli açılardan meşrulaştırabileceği düşünülen argümanları, metotları veya araçları üretmeye çalışan, dolayısıyla AKP’yle, bağlantıları olan bir organizasyon. İktidarın en güçlü unsurlarından birini teşkil ettiği açık…
SETA’nın araştırma görüntüsü vermeye çalıştığı son raporu bu değerlendirmeyi, olabilecek en güçlü şekilde doğruluyor.
Rapor adı verilen metin; BBC, Deutsche Welle, Sputnik, Euro News Türkiye, CRİ Türk gibi uluslararası haber kuruluşların haberlerini iktidar perspektifinden güya objektif olduğu izlenimi verilmeye çalışılan şekilde değerlendirilmekte, onların Türkiye’deki muhabirleri de yakın geçmişte bünyesinde yer aldıkları haber kuruluşlarının iktidara olan mesafeleri esas alınarak belli sonuçlar çıkarılmaktadır.
Çıkarılan bu sonuçlar, söz konusu uluslararası kuruluşların, özellikle de BBC, Deutsche Welle ve Euro News Türkiye’nin, Türkiye’deki rejimin görüntüsünü negatif bir imaj uyandıracak şekilde ve ölçüde çarpıttıkları gerekçesiyle eleştiriden öte suçlayıcı bir nitelik taşımaktadır.
Bu sözde analizler, bünyelerindeki geçmişte ağırlıklı olarak ana akım medyada çalışmış, ama iktidarın medyada kurduğu hakimiyet nedeniyle işlerinden edilmiş gazetecilerin yaptıkları haberlere dayandırılmış ve bu haberlerin iktidar karşıtlığı içinde biçimlendirildiği, bunun için özellikle çaba harcandığı kanaati veya izlenimi uyandırılmaya gayret edilmiştir.
İşte çalışmayı bir rapordan ziyade bir andıç metni kılan faktör budur. Raporun sahipleri tarafından aksinin iddia edilmesinin manası yoktur. Çünkü ortaya çıkan şey, daha önce çeşitli kumpaslarda görülen kanıt üretme metotlarından ve ürünlerinden pek de farklı değildir.
Bunun siyasi bakımdan kimin işine yarayacağı, kullanıp kullanılmayacağı siyasi güç kullanıcısının ihtiyaçlarına ve takdirlerine bağlıdır."
***
SETA Raporunu takip eden bir başka gelişme ise Rusya’nın resmi yayın kuruluşu olan Sputnik’in radyosu RS FM’deki işten atılmalardı.
Yeni parti kurma hazırlığındaki eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu programa çıkaran gazeteci Yavuz Oğhan ile programın 2 editörünün RS FM ve Sputnik’teki görevlerine son verilmesi, ayrıca Zafer Arapkirli’nin aynı radyodaki sabah programının yayından kaldırılması kamuoyunda tartışma başlattı.
Sputnik Türkiye’de muhalefete yer veren yayınlarıyla dikkati çekiyordu. AKP iktidarını destekleyen ‘Ana Akım Medya’dan uzaklaştırılan bazı gazetecilere bünyesinde yer veriyordu. Yayın konuğu politikası da esnekti ve bu nedenle izleyicisi ve radyo dinleyicisi giderek artıyordu. Acaba ne oldu da durum değişti? Acaba bu tavır değişikliğinde S 400 füzelerinin Türkiye tarafından satın alınması ve parçalarının uçaklarla yurda getirilmeye başlamasının rolü var mıydı?
Hatırlanacağı gibi, ‘ben başbakanın veya cumhurbaşkanının uçağına kesinlikle binmem, binmeyeceğim’ diye büyük laf eden Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanının uçağında, Erdoğan’ın yanı başında görününce, ‘Demirören Medya Grubunun başına getiriliyor’ yorumu yapılmaya başlanmıştı.
***
Sorunun cevabını BirGün yazarı Ümit ALAN, ‘Füzeyle uçak arasında gazetecilik’ başlıklı yazısında veciz bir şekilde verirken, yapılan yorumu da değerlendiriyordu:
‘Türkiye’de gündem denilen şeyin, sanki bir senarist konuları birbirine bağlıyormuş gibi gelen ilginç bir seyri var.
Birkaç hafta önce bir rapor (SETA) çıkıyor, uluslararası medya kuruluşlarında çalışan gazetecileri fişliyor. Sonra birden Rusya’dan S-400 füze alımıyla ilgili bir gelişme yaşanıyor, Rusya ile aralar ısınıyor. Sonra o raporda adı geçen kuruluşlardan Sputnik’te (Rusya devletinin yayın organıdır) çalışan bir ekip, iktidar partisinden kopup yeni arayışlara geçen eski Başbakan ile röportaj yapıyor. Röportaj kurum bünyesinde yapılmamış olsa dahi bu ekip aniden Sputnik’ten uzaklaştırılıyor. Biz burada füze ile gazetecilik arasında bağlantı var mı düşünürken birkaç hafta önce uçak ile gazetecilik arasındaki bağlantıyı tartıştığımız akla düşüyor vesaire. Füzeydi, uçaktı, rapordu derken gazetecilik nerede ve nerede olması gerekiyor? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu bu olsun.
İster füzeyle gelsin, ister uçakla gezsin gazetecilik hakkında tekrar tekrar doğrulanan bir şey var. O da bağımsızlık. Eğer bir sermaye grubuna bağlıysan, gazeteciliğinin sınırı o grubun çıkarları ve iktidarla ilişkisidir. Eğer bir devlete bağlıysan, o devletle ilişkilerdir. Kim olursa olsun bir gruba bir çıkar angajmanıyla bağlıysan sınır orada çizilir. Bağımsız yani yalnızca okuruna karşı sorumlu medyayı güçlendirmediğimiz sürece gazetecilik, uçakla füze arasında bir yerlerde olacak. El feneriyle arayıp duracağız. Elbette oralarda bile “gazetecilik” için mücadele eden birileri hep olacak ama bu hiçbir zaman sürekli olmayacak. Şiir gibi bir akış için bağımsız gazetecilik şart.'
---
İYİ HAFTALAR
remzidilan_48@hotmail.com