Türkiye, içte ve dışta önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçiyor.
Bir yanda Türkiye’nin dış politikasının geleceğini etkileyecek zorunlu sınır dışı askeri müdahaleler; diğer yanda Başkanlık Sistemi'ni kalıcı hale getireceği söylenen uyum yasalarını çıkarma telaşı.
Dış politikada, ABD ve AB ülkeleriyle Türkiye arasında tırmanan gerginliği iktidar mensupları ve çevreleri içe yansıtırken sanki şu senaryoyu dikte ediyor; Erdoğan, Beyaz Saray’da Trump ile görüşmesinde ve telefonla yaptığı konuşmalarda, yumruğunu masaya vuracak ve ‘yeter artık’ diyecek.. Trump da nihayet işin ciddiyetini kavrayacak. Keza, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tıllerson’ı kabulünde sağ yanağına bir tokat atacak. Ertesi gün yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında da Çavuşoğlu, konuk bakanın sol yanağını hedef alarak, tokatlama ve Amerika’ya haddini bildirme işlemini tamamlayacak.
Tabii ki, halkın hoşuna giden böylesi senaryoların hayal ürünü olduğunu, lidere hayranlığı veya ideolojisi aklının önüne geçmemiş olan herkes bilir. Bu davranışlar aslında, halk arasında yaygın olan ‘bisküvi’ ya da, Bahçeli’nin söylemiyle ‘bisküvet’ olarak bilinen sorunun cevabı gibidir; ‘Sert girer yumuşak çıkar’ bil bakalım bu nedir? Cevap: Çaya batırılan bisküvi.
Liderlerimiz, bakanlarımız, kısacası siyasetçilerimiz, kamuoyuna konuşurken mevzuya sert giriyor, nedense karşı tarafla görüşmelerden sonra yumuşacık oluyorlar.
***
Tabi, bu içe dönük hayali senaryolar ne ilktir ne de son olacak.
Örneğin, yıl 1977.. Londra’da yapılan NATO zirvesinden haber bekleniyor. Zirve sırasında bir araya gelen ABD Başkanı Carter ile Başbakan Süleyman Demirel görüşmesine çevrilmiş gözler. Zira, Amerika’nın Türkiye’ye uyguladığı ambargo kalkacak mı sorusunun yanıtı bekleniyor. Basının o günkü haber iletişim aracı olan telekslerin zilleri çalmaya başlıyor. flaş…flaş…flaş diye başlayan Anadolu Ajansı’nın haberinde ‘Başbakan Demirel, Başkan Carter’in masasına yumruğunu vurdu’ deniliyor.. Demirel’in Carter’den ambargonun hesabını sorduğu belirtilen haberde, Başbakanın ‘Çizgimizi gösterdim, artık onlar düşünsün. Türkiye’nin boyun eğecek bir ülke olmadığını söyledim” dediğine de yer veriliyor.
Haberi geçen Anadolu Ajansı’nın o zamanki Genel Müdürü Atilla Onuk’u saygıyla anarken, aynı başlığı kullanan o günkü gazetelerden birinin, Milliyet’in birinci sayfasını paylaşmadan geçmek istemedim.
Dış politikanın iç siyaset malzemesi yapılmasının bu ülkeye nelere mal olduğunu geçmişte gördük, şimdi ve bundan sonra da yaşayarak göreceğiz.
***
Allah ülkemizi, devletimizi ve milletimizi sorumsuz politikacılardan korusun diyerek, geçmişten günümüze ışık tutacak bir başka siyasi gelişmeyi aktarmak istiyorum: 1970’li yıllardaki Milliyetçi Cephe (MC) Hükümetleri uygulaması ve günümüzde hayata geçirilmeye çalışılan ‘AKP-MHP İttifakı.’
12 Mart Muhtırası’ndan sonraki dönemde Türkiye İşçi Partisi kapatılıp CHP dışındaki sol’un meclise girmesinin engellendiği bir ortamda, sağ görüşün hükümet olmasını sağlayacak bir formül bulundu: Milliyetçi Cephe Hükümetleri.. Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında 1975 yılında kurulan Birinci MC hükümetinde Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ile bu partilerin bakanları görev aldı. Ömrü kısa süren 1. MC’den sonra kurulan diğer MC hükümetlerinde ise Prof Dr Turhan Feyzioğlu yer almadı. AP-MSP-MHP’den oluşan MC Hükümetleri ülkede kamplaşmayı artırdı, Bülent Ecevit liderliğindeki CHP’nin yükselişini önleyemedi. Yapılan seçimde CHP birinci parti oldu, ancak hükümeti kuracak sayıda (226) milletvekili çıkaramadı 213’te kaldı.. Eksiğini, yıllarca tartışılacak milletvekili transferi yöntemiyle tamamlayarak hükümet kurabildi.
O günlerde hiç bir partinin milletvekili sayısı hükümet kurmaya yetecek sayıda olmadığından ve sağ partiler CHP ile koalisyon hükümeti kurmaya yanaşmadığı için MC Hükümetleri formülü Demirel tarafından ortaya atılıp denenmişti.
Ya şimdi öyle mi ? AKP’nin hükümet etmek için yeteri kadar milletvekili var. Sadece Anayasayı değiştirecek sayıda milletvekiline sahip değil. Peki bu ittifak kurma arzusu niye? Sebep, ister Anayasa ve seçim yasalarında muhalefeti ters köşe yapacak değişiklikler yapmak, ister Cumhurbaşkanı seçiminde oy oranının yüzde 50 artı bir olmasını garantilemek veya bu iki konuya ek başka konular olsa da su akar yatağını bulur.
Bir bakarsınız, tıpkı MC denemelerinden sonra CHP’nin seçimi kazanması gibi, AKP-MHP ittifakına rağmen bir başka parti koltuğu alır götürür. Örneğin, Cumhurbaşkanı seçimi ikinci tura kalabilir ve CHP’nin adayı ya da Meral hanım ikinci turda Erdoğan ile yarışabilir..CHP’nin adayı henüz belli olmadığı için o konuda bir şey diyemiyorum.
Meral Akşener’in ve İyi Parti’nin geleceğine ise GEZİCİ’nin açıkladığı anket sonuçları parlak bir ışık tutuyor..
Gezici Araştırma Şirketi Genel Müdürü Murat Gezici, son yaptıkları araştırmanın sonuçlarını Halk TV'de yayınlanan, Uğur Dündar'ın hazırlayıp sunduğu Halk Arenası programında açıkladı. MHP'nin baraj altında kalacağı ileri sürülen ankette, İYİ Parti'nin oy oranının yüzde 22,2'ye yükseldiği belirtiliyor.
Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin anket sonuçlarında ise, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener oylarının, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'a yaklaştığı kaydediliyor. Anket, Cumhurbaşkanı seçiminin birinci turundan sonuç alınamadığı taktirde, Akşener'in yüzde 42.7, Erdoğan'ın ise yüzde 45.2 oy oranıyla seçimin ikinci turuna katılacağına işaret ediyor. 12.1 oranındaki kararsız oyların ise bu iki aday arasında paylaşılacağı hesaplanıyor.
İyi haftalar.
remzidilan_@hotmail.com