Sıradan bir gündü. Mesaiye başlayan Savcı yeni bir dosyanın kapağını açtı, incelemeye başladı. Dosya içerisinde en üstte bulunan fezlekeyi okuduğu sırada kapısı tıklandı. Dosyanın kapağını kapatarak;

- Girin.. diye seslendi.

Elinde bir kağıt bulunan 50-55 yaşlarında düzgün giyimli bir şahıs içeri girerek;

-Günaydın savcı bey dedi.

-Günaydın, buyurun bir şey mi istediniz?  

-Savcı bey ben bir dilekçe vermiştim. Takipsizlik kararı vermişsiniz. Niçin verdiğinizi anlayamadım. Bir bakar mısınız? diyerek elindeki kağıdı uzattı. Kağıdı alan savcı okumaya başladı ve okuyup bitirdikten sonra;

-Osman sen misin?

-Evet benim, müşteki Osman benim, şüpheli Hikmet’te komşum olur. Kendisine 3.000 TL para vermiştim. Bugüne kadar ödemedi. Siz de dosyayı kapattınız. Ben paramı nasıl alacağım? Devlete de güvenemeyecek miyiz? Söyleyin..

Daha devam edecekti. Ancak savcı işaret parmağıyla sus işareti yaparak;

-Tamam Osman şimdi beni dinle. Bu komşundan alacağına karşı senet aldın mı?

-Hayır, ama bana borcu var..

-Bak Osman... diye sürdürdü savcı. Olayın taraflar arasında hukuki ihtilaf niteliğinde olduğunu, hukuk mahkemelerinde dava açabileceğini, alacak verecek konularında ceza davası açılamayacağını, bütün bunların takipsizlik kararında da yazılı olduğunu teferruatlı bir şekilde anlattı. Osman tatmin olmamıştı.

-Peki ben alacağımı nasıl alacağım, söyleyin bana..

Savcı, bir kez daha uzun uzun anlattı ve yeterli olmuştur diye düşünerek sordu;

-Beni anladın mı?

-Sizi anladım, ama şimdi ben parayı nasıl alacağım?  

Savcı bir kere daha anlattı, fakat Osman anlamıyor veya anlamak istemiyordu. Sanki komşusundan parayı alıp kendisine verme görevini savcıya yüklemek istiyordu.

Bu diyalog epey sürdü. Savcı da çok fazla zaman kaybı yaşamıştı. Osman’a;

-Bu kadar yeter, git itiraz et!..  

Osman, çıkarken şikâyet edeceğini söylüyordu. Aradan yirmi dakika geçmişti ki, telefonu çaldı. Arayan Başsavcı vekili idi.

-Savcım bu deliyi bana niye gönderdin? Kapımın önüne yatmış gitmiyor..  

Tabii ki şahsı oradan almak gerekiyordu.

-Tamam başsavcım, gönderin bana..  

Bu arada dosyasını çıkarıp bakınca “şizofreni” hastası olduğunu anladı. Birkaç dakika içinde Osman odaya girdi ve hiçbir şey olmamış gibi elindeki kâğıdı uzattı. Savcı, konuşmasına izin vermeden,

-Tamam, senin işi halledeceğim. Yalnız biraz zaman alacak. Dedi ve odanın duvarında aslı takvime bakarak devamla;

- Bunun için 4 ay sonra ayın 3’ünde gelmen lazım.. dedi.

Dört ay sonra ayın üçü Pazar günüydü. Osman bunun farkında değildi, sadece süreyi uzun bulmuştu. Suratını ekşiterek ;

-Dört ay çok olur, daha önce olmaz mı?  

-Bak Osman, seni sevdim. Üç ay sonra yine ayın üçünde gel. Sakın başka bir gün gelme. diye cevapladı savcı.

Ancak o tarih de Cumartesi günüydü. Osman sevinerek odadan çıktı ve hızlı bir şekilde Adliyeyi terk etti.

Osman üç ay sonra Cumartesi günü adliyeye geldi mi bilinmez. Ama savcı o günden sonra bir daha Osman’la karşılaşmadı. Üç saatte çözemediği olayı “Deli gibi düşünmek” suretiyle üç dakikada çözüme ulaşmıştı.

Deli ile deli olmak buna denirdi herhalde.

Ne dersiniz?..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.