Cihad, günümüz kullanım diline her ne kadar savaş olarak yer etse de aslı itibariyle cihad, gayret ve hizmet etmekle birlikte çaba sarf etmek anlamında kullanılan Kuranî bir kavramdır. Cihadın savaş olarak zikredilmesi, Müslümanlara karşı savaş başlatıldığında Müslümanların kendilerini ve dinlerini korumak için başlayan savaşın içinde yer almalarındandır. Oysa cihad, savaş ilan edip savaş başlatıp, karşındakini yok etmek değildir. Cihad, kişinin kendisiyle verdiği Allah’ın kulu olmasına engel olan vasıflardan ve yaşam tarzından arınma mücadelesidir. Cihaddan söz ediyorsak, kendi dışımızda birisiyle savaşmaktan değil bizi mahluktan daha aşağıda yapan vasıflarımızdan arınmak adına kendimizle yaptığımız mücadeleden söz ediyoruzdur. Bakara suresi 218. Ayeti kerimede,
İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
denilerek bu gerçek vurgulanmaktadır. İman etmek yani sunulan insanlığı ve tevhidi kabul edip sonra eski anlayışı ve yaşam tarzını terk ederek hicret yapmış olmak, kendimizle cihad etmektir çünkü doğumdan itibaren yapılan öğretilerle yerleşmiş şartlanmalar, alışkanlıklar ve yaşam şeklinden oluşan mevcut halin alışkanlıklarını ve anlayışını terk etmek için mücadele verilmeli, gayretli olunmalıdır. Eskinin terkiyle birlikte yeninin devreye girmesi zorlu bir süreçtir. İşte, kendimizle yaptığımız cihadın gayesi Allah’ın kulu olabilmek içindir ki bu Allah’ın Kendisi için kendisiyle cihat edene verdiği rahmetidir. Allah’ın kulluğuna ve dostluğuna ulaşmış gönül insanı Niyazî-î Mısrî Hz, bu hakikat için,
Adavet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşman
Ki asla senden ayrılmaz ömür ahir olunca ta
demektedir. Adavet, düşmanlık anlamında kullanılan kavramdır. Sultan bu dizelerinde, “Düşmanlık yapma kimseyle çünkü asıl düşmanın senin kendi nefs-i emmarendir. Başkalarıyla nefs-î emmaren yüzünden savaşma çünkü bütün savaşların arkasında o savaşları başlatan nefsin emmare boyutunda mahlûk sıfatlar hakimiyetinde oluşudur. Gurur, kibir, öfke, haset, zulüm hakimiyetinde olan insanlar kendi egoları için savaşırlar. Sen kendi nefsinle cihad et ki savaşma sebeplerini kendinden uzaklaştırıp kalbini temizle. Eğer nefsinle cihad ederek kalbini egodan arındırmazsan ömrün boyunca kendine zulmedersin” demektedir. Cenab-ı Resulullah efendimiz, yine bir savunma mücadelesi olan Uhud savaşından dönüşte, “Küçük savaştan çıktık büyük cihada gidiyoruz” dediğinde, yanındakiler, “Ya Resulullah, bu savaşta yenilgiye uğradık, canımızı zor kurtardık! Bundan daha büyük bir savaşa mı gidiyoruz?” diye sordular. Hz. Muhammed Efendimiz, “Evet ama bu dış düşmanla savaş değil kişinin kendisiyle yapacağı cihadıdır” cevabını verdi. Müslümanın cihadı, kendisine kendisini ve dinini yok etmek gayesiyle savaş başlatılmadıkça dış düşmanla değil, kendisiyledir. Cenab-ı Allah, Bakara suresi 190. Ayeti kerimede,
Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.
buyurarak bu gerçeği beyan etmektedir. Müslüman, insanlara saldıran ve onlara karşı galip gelip zulmeden değildir. Müslüman hakkını ararken bile zarar vermekten, zulmetmekten, incitmekten uzak dururken, hakkını insanlığa ait rahmanî değerler içinde arayandır. Kendi nefsiyle cihad etmemiş, kalbini fitne, zulüm, ego, nefret, haset, kin hastalıklarından temizlememiş olanın diğer insanlara saldırması Allah için cihad değil nefsi için savaştır. Nefsi için savaşanlar ve hele ki bu yaptığını Allah için cihad adıyla pazarlayanlar bunun bedelini çok ağır öderler. Öncelikle kendi nefsimizle cihad edip Allah’ın “Kulum” dediklerinde bulunmaması gerekenlerden arınmadıkça iman sahibi Müslüman dahi olamayız.
Bizim, kendi cihadımızı yapıp galip gelmeden, arınmadan, nefs-î emmaremize kulluk yaparken bir de kendimize “Kulum” deyişimiz, bizi Allah’ın kulu yapamaz.
Ne diyordu Cenab-ı Allah ayetinde bizlere, “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler.” İman edelim, içinde nefsin ilahlığına secde edilen yaşamdan hicret edelim, kalbi arındırmak için kendimizle cihad edelim ki “Kul” olabilelim. Tövbe suresi 20. Ayeti kerimede,
İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.
denilmektedir. Allah yolunda, mallarımızla ve canlarımızla cihad etmek, malımızı ve canımızı Allah’tan daha çok sevmekten geçip, can ve mal için yaşamaktan geçerek Allah’ın kulu olarak yaşamaktır. İnsan, yaşadığı dünya hayatı içinde kulluk özelliğini eşya sahibi olmak için ve Allah’ın istediği gibi değil de canının istediği gibi yaşarsa, bu yaşam içindeyken ne yaparsa yapsın yaptığı ibadet ve kulluk olmaz çünkü kulluğu paraya, mala, makama yapıyordur. Dünya mal biriktirmek ve nefsin istediğini yapmak yeri değildir. Kalbinde nefs-î emmare bulunanın dünya yaşamındaki kulluğu emmaresine olurken gördüğü eşya olur. İnsan, kulluk yaptığına şehadet eder! İslam mensubu müminlerden olarak Allah’ın kulu olmak, dünyada yaşarken her yüzde Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmekle mümkündür. Cihad, bu şahadete mâni olanları yok etmektir. Dünya, Allah’ın varlığının delili olan, Allah’ın varlığını gösteren, O’nun birliğine yol gösteren, Allah’a işaret eden her şey olmasıyla Allah’ın şehadet âlemi olarak zikredilen yerdir. Bu sebeple Bakara suresi 115. Ayeti kerimede,
Doğu da Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
denilerek bu gerçek beyan edilir. Dünya, yaşarken Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet edilerek Allah’ın kulu olunacak boyuttur. Kalbimizde Allah’a iman ve Rahmaniyet olmadan şehadete ermek mümkün olamaz. Cihad, kalbimizdeki dünyalıkları ve zulmanî vasıfları kalpten çıkartıp kalbi arındırmak için kendimizle yaptığımız kutsî mücadeledir. Kendisiyle cihadı olmayanın savaşı çok olur. Kendisiyle davalı olan âlemle davalı, kendisiyle barışık olan âlemle barışık olur. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet eden, cihadından zaferle çıkmıştır.