Gecekondumuzun küçük bir bahçesi vardı, tuvaleti de bahçenin sağ uç köşesindeydi. Çocukluk zamanımızda evlerimiz; komşularımızın evleri ile bitişik nizam, tek katlı ve de bahçeliydi.
Bizim bahçe; o günkü çocukluk ölçülerimize göre çok büyük, gecekondu ile tuvalet arası şöyle en az 100 metre falandı. Bugün gecekondu ile tuvalet arasında bir bahçe kalmadı, sol tarafa bir mutfak yapıldı, her tarafa beton döküldü, beton zemin kalebodur kaplandı, kalan mesafe yaklaşık olarak 3 metre, hadi bilemedin sonradan arka oda bir katı büyütüldü, tamam, o gün için 6 metre olsun.
Dedim ya; çocukluğumuzda gecekondu ile tuvalet arası 100 metreydi. Bu mesafe karanlıkta bir çocuk için her şeye yem olabileceği bir mesafe tabii ki... Kediye, köpeğe, böceğe, kuşa, şeytana, cine... Neydi o mendebur? Farkut 'a...
'Farkut, sepetini sarkıt' diyeceksin, sonra da çocuğun tuvalete gece yalnız gidecek, nerde, hey yavrum hey... Var mı öyle bir dünya..?
Herkes uyumak için yatağına çekildiğinde kardeşimin tuvaleti gelirdi ve bana seslenirdi;
- Abi tuvaletim geldi, beni götürür müsün?
Hay hay götürürüm, otobüs biletlerini alayım, olmadı bir taksi çağırayım, hep beraber gidelim. İşin şakası tabii ki... Ve benim de damarım tutar tabii ki;
- Götüremem, yap altına...
Haydi, bir tantana, bir gürültü patırtı... Büyükler uyumamış;
- Ne oluyor burada?
- Ufaklığın tuvaleti gelmiş. Bir numara büyük olan götürmüyor.
- Lan... cart... curt...
- Tamam, razı oldum ben...
- Hadi bakalım; kalk... Yürü... Marş marş doğru tuvalete...
Kardeşim önden, ben arkadan, yürü Allah yürü... Tuvalete gitmek 3 gün, 3 gece... Çocukluk döneminde öyle işte; adımlar küçük, gözler de küçük ama aksine büyük görüyorlar...
Böyle hikayeleşecek bir tuvalete gidip gelme olayından sonra, 5 çocuk mışıl mışıl uyurlar ki; hemen hemen 'Bana, mutluluğun tablosunu yapabilir misin Abidin' sorusu ile bağdaştırılmış fotoğraftaki gibi bir tablo, ne güzel, ne kadar içli...
Sadece tuvalet macerası değil yaşadığımız kardeşimle...
Macera çok tabii ki...
Küçük yaşlarda arkadaşlarla beraber bir yerlere gidecek olduğumuzda kardeşim, peşimize takılır, ille 'ben de geleceğim' diye tuttururdu. Aramızda 2 yaş fark vardı. Ben büyük ihtimalle hem onun sorumluluğunu üzerime almamak için hem de aramızda o varken arkadaşlarımla rahat hareket edemeyeceğim diye onu yanımızda istemezdim. Kardeşimi hüngür hüngür ağlatır, kararımdan da kesinlikle vazgeçmezdim. Genel olarak kötü niyetli bir insan değilimdir, safiyane yazıyorum bu yazdıklarımı da...
Kesinlikle yanımızda bulunmasını istemememin başkaca bir açıklaması yoktu. Çocukluk işte...
Sonra çocukluk geçti gitti tabii ki...
......
Geçenlerde arkadaşlarımın dükkanında oturuyorum, dükkan da tekel bayii... İlkokul arkadaşımın dükkanı...
Biz otururken; çocukluk ile gençlik arasındaki dönemimde mahallede anneleri, babaları işe gittiklerinde göz kulak olduğum çocukların kardeşleri beni dışarıya çağırdı. Ben de iyi niyetle çıktım. Delikanlı, bayağı bir sarhoştu ki; bana,
- Şimdi buradan bana 4 tane bira alacaksın' dedi.
Emrivaki bir tarzda söyleyince, benim cinler tepeme çıktı tabi...
- Ben sana bira falan alamam, sen yeterince sarhoş olmuşsun zaten, seni eve götürsünler, ayıl gel, ondan sonra seninle konuşalım..
Delikanlı sarhoş ya... Benim o şekilde konuşmam da onu kızdırdı herhalde... Aniden bana kafa vurmak istedi, sol kaşımdan sıyırdı, yumruk vurmak istedi, çenemden sıyırdı, bu arada onun abisi ve arkadaşları geldi, etraftan benim arkadaşlar ve komşular ayırmaya geldiler, ortalık karıştı. Bir mücadele, sinirler falan iyice bozuldu, beni tekrar dükkana aldılar. Dükkanda biraz bekledikten sonra cep telefonum aklıma geldi, elimde, üzerimde yoktu; heyecanlandım, o hengamede acaba düştü mü falan derken, arabaya bakmak aklıma geldi. Arabaya baktım, şoför muhallindeki koltukta bırakmışım. Aldım telefonu elime, tuş kilidini açtım, baktım tesadüfen kardeşim aramış. Ben de onu aradım.
- Nabıyon, iyi misin.. derken,
- Abi soluk soluğa kalmışsın, hayırdır ?.. Diye sordu..
Ben de ilgili şahısları tanıdığı için böyle böyle oldu dedim, mevzuu anlattım,
- Bulunduğun yerden ayrılma, ben geliyorum abi... Dedi ve telefonu kapattı.
Gelmesi bayağı bir uzun sürdü. Beklemekten sıkılmışken, bir anda bayiinin önünde siyah bir cip durdu, cipten kardeşim indi, dükkanın önünden aşağıya doğru hızlı adımlarla inmeye başladı ki ben de hemen dükkandan çıktım, arkasından seslendim ve o tarafa doğru koşmaya başladım. Bana saldıran şahıslar da 4 kişi aşağıda duruyorlardı. İlk gördüğümde duruyorlardı ama sonra baktım duramıyorlardı. Korkudan paniğe kapılmışlar, panikleyince ikisi yere düşmüş, ikisi de Çamlık'ın sınır duvarının taşlarının arasına girmeye çalışıyorlardı. Tabi taşların arası sıva dolu olduğu için de giremiyor ama yine de kendilerini, son şanslarını denemek zorunda hissediyorlardı. Yere düşen ikisi yetmemiş gibi bir de utançtan olacak kafalarını yerlere ve duvarın önündeki ağaçlara vuruyorlardı. Hatta biri hızını alamamış olacak ki benim ayaklarıma da vurmaya başladı kafasını... Ağızları, burunları dümdüz olmuştu.
- Yapmayın etmeyin çocuklar' dedik, dinletemedik...
Baktık bizi dinlemiyorlar, cipe bindik ve oradan ayrıldık. Yolumuzda giderken, olanlardan haberdar etmeye karar verdiğimiz için karakola uğradık ve olanı biteni anlattık. Karakoldaki polis arkadaşların bize plaket vermedikleri kaldı. Onlar da bunalmış keratalardan... İfadelerimizi verdikten sonra bir iki prosedür daha gerekti, o prosedürleri de yerine getirdik ve evlerimize, kendi hayatlarımıza geri döndük.
Sonra bu mevzudan dolayı mahkemelik de olduk. Keratalar şikayetçi olmuşlar, bira ısmarlamadık diye... Neyse, sonuçta mahkemeye de çıktık... Mahkeme neticesinde; benden özür dilendi, ben hakime;
- Aynı şeyi yapacaklarsa, özürlerini kabul etmiyorum' dedim, hakim tekrar sorunca onlar da;
- Yok vallahi, billahi bir daha böyle bir şeye yeltenmeyeceğiz, tekrar tekrar özür dileriz' dediler,
- Tamam' dedik ve mahkeme de bitti.
Tuvalete gittiğinde yolunda güvenlik tedbiri aldığımız çocuk büyümüş, bu olayda abisinin güvenliğini almıştı.
Ee vakti zamanında mahallede delikanlı başı olarak görev yapmış, gece hayatı yaşadığı dönemlerde Bursa pavyonlarında, meyhanelerinde izler bırakmış, ortam görmüş, ortam yaratmış, ortam yaşamış, ortamlara adını yazmış, vakti zamanı gelince de o defterleri kapatmış..
Mahallemizin meşhur 'Çonçon' lakaplı delikanlısından da bu beklenirdi vesselam...
Evet...
Bu hikayede adı geçen kardeşim Halil de size anlatılması gereken sıraya göre üçüncü Halil 'di benim için... Tabii ki '3 Halil' yazımı düzenlemem sırasında, tarihi olarak kronolojik bir sıra izlediğim doğrudur. Yoksa kardeşim Halil, hayatımdaki Halil'lerin en önemlisidir. Bizzat kendi hayat hikayemizin içinden çıkmış; mert ve koca yürekli olmasıyla birlikte insancıllığını bir nevi maske olarak kullandığı sert mizacı ile saklamaya çalışan bir delikanlıdır kardeşim..
'Sarımsağı soydum ektim, soyuna çekti, soymadan ektim, soyuna çekti' derdi rahmetli babam, kardeşim de ona çekmiş işte. İyi ki babama çekmiş, onun gibi dik, onun gibi mert olmuş vesselam...
Kardeşim Halil'e hakkımız helal olsun.
Allah eksikliğini göstermesin, karısı ve çoluk çocuğu ile sağlıklı, mesut, bahtiyar yaşasın, yaşasınlar...
Onlar ersin muradına, biz çıkalım kerevetine...
Hadi bakalım daha önce de yazmıştık; 'Söz uçar, yazı kalır'...
Yazıyı da okunduktan sonra insan böyle kanatlanır...
Şimdi tabiidir ki; Çökertme Türküsünü her dinlediğimde herkesten önce kardeşim Halil gelir benim aklıma...
Bana Kardeşim Halil'i, Halil Dedemi ve Çökertmenin Halil'ini (3 Halil'i) hatırlatan türküyü duyduğumda her ne kadar hüzünlü hikayeleri hatırlatmış olsa da, yine de yüreğim kıpır kıpır olur benim...
Kardeşimi, Dedemi, Çökertmenin Halil'ini ve bir de zaafım olan mavi gözlü Selanikli efsanemizi, benimle birlikte zeybek oynarken düşlerim...
Sizi bıktırdım mı bilmiyorum ama yine soruyorum; benim yerimde siz olsanız, Çökertme Türküsü 'nü daha da çok sevmez misiniz, dinlerken içlenmez misiniz ?..