Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri, son günlerde yoğun bir biçimde Siyonist İsrail’i eleştirmekte ve bir çeşit emperyalizm olan Siyonizm’in yönettiği bu Yahudi Devletinin, uluslararası hukuka aykırı bir biçimde gerçekleştirdiği saldırı ve suç oluşturan eylemlere açıkça karşı çıkmaktadır. Özellikle insan haklarına aykırı şekilde gerçekleştirilen son Gazze katliamları, tüm İslam dünyasında olduğu gibi bütün dünya ülkelerinin açık tepkilerine yol açarken, Orta Doğu bölgesinin önde gelen merkez ülkesi Türkiye’nin de böylesine bir duruma seyirci kalması düşünülemezdi. Kuşatma altına alınarak bir anlamda açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze insanına, uluslararası bir yardım kuruluşu aracılığı ile yiyecek ve ilaç götüren bir gemiye, daha karasularına girmeden, uluslararası açık deniz bölgesinde İsrail Devleti tarafından hukuk dışı müdahale edilmesi, bunun sonucunda dokuz Türk vatandaşının öldürülmesi, aynı eylem sırasında çeşitli ülke vatandaşlarından oluşan onlarca insanın da yaralanması hiç bir biçimde kabul edilemeyecek, haksız bir eylem olarak görülmüştür. Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman bir bölge devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, böylesine insanlık dışı bir olayı görmezden gelmesi ve tepki göstermemesi söz konusu olamazdı. Başta üst düzey yöneticiler olmak üzere, Türk Devletinin ve toplumunun önde gelen yetkili temsilcileri ağız birliği yaparak, aç ve susuz insanlara yiyecek ve ilaç götüren bir gemilere yapılan saldırıyı protesto etmişlerdir. Toplumun Müslüman kesimlerinden gelen tepkilere diğer kesimlerin karşı çıkışları da eklenmiş, Türk toplumu böylesine bir haksızlığa karşı tepki göstermekte bir araya gelmişlerdir.
Orta Doğu haritasına bakıldığı zaman Türkiye, İran ve İsrail dışındaki bütün devletlerin Arap asıllı oldukları ve bu nedenle de bölgede büyük bir Arap nüfusunun bulunduğu görülmektedir. Arapların bu büyük çoğunluğuna karşılık, bölgenin çevresinde yer alan Türkiye ve İran, Arap olmayan ülkeler olarak yüzlerce yıl varlıklarını sürdürmüştür. Yahudiler iki bin yıl sonra merkezi coğrafyaya dönerek, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri desteği ile üçüncü kez kendi devletlerini kurarlarken, merkezdeki iç kuşağın taşıdığı Arap ağırlığına karşılık, merkez dışı kenar kuşaktaki Türkiye ve İran devletlerini bir anlamda kendileri için bir destek unsuru olarak görmüşlerdir. Bu çerçevede, İsrail Devletinin kuruluşundan sonra Türkiye ve İran ile yakın ilişkilere girdiği ve Arap dünyası ortasında yeniden kurulan Yahudi devletinin geleceği için Türkiye ve İran’ı, Araplara karşı bir denge unsuru olarak kullanmağa başladıkları görülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ABD bölgeye gelirken Sovyetler Birliği, İran’ın batısında kendine bağlı bir Kürt devletini Mehabad Cumhuriyeti olarak ilan etmiş, ama İngiltere ve ABD ikilisi, uluslararası Siyonist lobilerin yönlendirmeleriyle bu yeni devleti ortadan kaldırarak, Orta Doğu’da Sovyetler Birliğinin üstünlük sağlamasını önlemiştir. Bugün yaşanmakta olan olaylar açısından konuya bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin yeniden düzenlenmek istendiği anlaşılmakta ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere ile Fransa’nın beraberce çizdikleri harita eskimektedir. İsrail’in kuruluş döneminde Türkiye ve İran Yahudilerin Arap çoğunluğa karşı en büyük dayanağı olmuştur. Bugün İran’a savaş açarak, Türkiye’yi de karşısına almak durumunda olan İsrail Devletinin, kuruluş sürecinde en büyük destek gördüğü Türkiye ve İran’ın katkılarını hatırlamaması, dünya barışı açısından gerçekten umut kırıcı bir durum yaratmaktadır.
Türkiye ve İran, Arap toplumlarına sahip olmamalarına rağmen büyük çoğunluğu Müslüman toplum yapılarına sahip iki komşu Orta Doğu devletidir. İran Devleti Milattan Önceki Pers İmparatorluğunun çağdaş devamı olarak varlığını sürdürürken, Türkiye Cumhuriyeti batı emperyalizminin Siyonizm ile işbirliği yaparak yıkmış olduğu Osmanlı İmparatorluğunun devamı olan Türk Devletidir. Türk Devleti imparatorluk sonrasında onurlu bir kurtuluş savaşı yapılarak kurulan üniter, ulusal ve merkezi bir devlet modeli özelliğini taşımaktadır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında, kurucu iradeyi temsil eden kurucu devlet başkanı tarafından oluşturulan bu devlet modeli, aynı zamanda Kemalist ilkeler içerikli Cumhuriyettir. Son Osmanlı meclisinde belirlenen Misakı Milli sınırları içinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu özelliği, Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin Türk ve Müslümanların çoğunluğu açısından da örnek özellik taşımaktadır. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk ulusu adına kurulan Kemalist devlettir. Türk Devleti, Kemalist modeli ile yüz yıla yakın bir süre varlığını korumuş, İkinci Dünya Savaşı ve soğuk savaş dönemlerini atlatmış, küresel emperyalizm çağında da hem varlığını hem de kurucu irade tarafından oluşturulmuş olan devlet modelini koruyarak bugünlere gelmiştir. Siyonizm’in kontrolü altındaki küresel emperyalizmin her türlü saldırısına ve içerideki mandacı ve işbirlikçi kadroların Truva Atı olarak kullanılmasıyla, peş peşe gündeme getirilen her türlü siyasal senaryoya karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurucu iradenin gerçekleştirmiş olduğu siyasal devlet modeli ile varlığını korumaktadır.
Dünya tarihi içinde önemli bir yer işgal eden Yahudi tarihine göre, Yahudileşme sürecinin Milattan Önceki dönemlerde ilk İsrail Devleti Mezopotamya’da ortaya çıkarak, ilk kez Filistin bölgesinde devlet yaratmasından sonra gündeme gelmiştir. Ancak ilk İsrail Devleti, Babil Krallığının Orta Doğu bölgesini bütünüyle ele geçirmesinden sonra yıkılmıştır. Bölgenin çeşitli yörelerine dağılan Yahudilerin daha sonraki aşamada, büyük Mısır göçü sonrasında yeniden eski yerlerine dönerek, ikinci kez İsrail Devletini kurmuş oldukları tarihi bir gerçektir. Ne var ki, Milat dönüşümü sırasında Roma İmparatorluğu’nun Orta Doğu’ya gelerek bu bölgeleri ele geçirmesi ve bir büyük Akdeniz imparatorluğu kurması üzerine, İsrail Devleti Romalılar tarafından ikinci kez yıkılmış ve Yahudiler Akdeniz üzerinden dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmışlardır. İki bin yıl önce ortaya çıkan bu dağılma süreci, dünya tarihi ile beraber kıtalar arasında devam etmiştir. Daha sonra, Avrupa’da Vestfalya Barış Antlaşması sonrasında, krallıkların ulus devletler süreci ve Fransız Devrimi ile bütün Avrupa ülkelerinde ulus devletlere dönüşümü başlayınca, dünya ülkelerine yayılmış olan Yahudi toplulukları ulusçuluk akımlarının hedefi haline gelmiş ve bu aşamadan sonra da Yahudilerin kendi ulus devletlerini kurmaları süreci de başlatılmıştır. Rusya, Polonya ve Almanya gibi ülkelerde birbirini izleyen Yahudi katliamları ve pogromlar bu ihtiyacı giderek artırmış ve böylece dünyanın tam ortasında yeniden bir Yahudi devleti olarak üçüncü İsrail’i kurma hedefi uluslararası alandaki güçlü Yahudi lobilerinin desteği ve öncülüğü ile Siyonizm akımını gündeme getirmiştir. Üç yüz yıllık bir geçmişi olan Siyonizm akımı, iki bin yıllık Yahudi sorunu olan İsrail devletinin kuruluşunu ana hedef olarak seçince, on sekizinci yüzyıldan başlayarak bugünkü İsrail’in kuruluşuna doğru giden bir doğrultuda, Siyonizm bir siyasal akım olarak tarihsel olayların yönlendirilmesinde en büyük belirleyicilerden birisi olmuştur.
Dünya tarihi bağlamında Yahudilerin yaşadıkları olaylar ve bunların karşısında izledikleri tutumlar dikkate alındığında, ciddi bir Siyonist örgütlenme içerisinde oldukları görülmekte ve iki bin yıl sonra dünyanın birçok ülkesine dağılmış olan Yahudilerin yeniden merkezi alana gelerek, kendi devletlerini kurmaları için birçok aşamadan geçtikleri görülmektedir. Yahudiler ilk iki İsrail’i, siyasal gelişmeler sonucunda yitirdikten sonra tarihi olaylardan ders alarak Orta Doğu’ya iki bin yıl sonra dönebilmişler ve her türlü zorluğa ve büyük devletlerin karşı çıkışlarına rağmen Siyonizm’in güçlü örgütlenmesi sayesinde üçüncü kez İsrail’i yeniden kurabilmişlerdir.
Bu açıdan konu ele alınırsa; üçüncü İsrail Devletinin yeniden kurulabilmesi, bütünüyle Siyonizm akımının elde ettiği bir başarıdır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kovulan ya da dışlanmak zorunda bırakılan Yahudileri yeniden toplayarak dünyanın merkezinde bir Yahudi devleti kurulabilmesi; Siyonizm’in elde ettiği başarılar sayesinde gerçekleştirilmiştir. Bugünkü İsrail Siyonizm’in bir doğal sonucudur. Bu nedenle, İsrail ve Siyonizm birbirinden ayrılamayacak kadar bütünleşen bir yapıya sahiptir. Nasıl Kemalizm Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratıcısıysa, Siyonizm de İsrail devletinin yaratıcısıdır. Her iki akım devlet yarattığından, ortaya çıkan bu iki devletin temelinde birer siyasal ideoloji bulunmaktadır. İki ideoloji iki ayrı devlet kurarken, kendi modellerini de devletlerin kuruluşu sırasında ortaya koyarak, geleceğe yönelik bir doğrultuda devletlerin birbirlerinden çok farklı bir çizgide yapılanmalarını sağlamıştır. Bu nedenle, Kemalizm ile Siyonizm birbiriyle hiçbir zaman karıştırılmamalıdır.
Devam edecek
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....