Türklüğün tarihsel birikimi Selçukluların Hazar imparatorluğundan koparak merkezi coğrafyaya taşınmalarıyla merkezi alanda da canlanmaya başlamıştır. Dünya yeni koşullarda farklı yapılanmalara doğru yönelirken, dünyadaki uygarlık birikimi yavaş yavaş o dönemin güçlü imparatorluğu ve kültürü olan Hazar devletinin yönetiminde toplanıyordu. Daha önceleri hiç bilinmeyen ama zamanla oluşan Rönesans birikimi önce Hazar gölü kıyısındaki Hazar devletinin başkentinde ortaya çıkıyordu. I3 yüzyılda Anadolu yarımadası üzerinde önemli isimlerin bir arada bulunmasıyla gündeme gelen Türk Rönesansı, daha önceleri 10,11 ve 12, yüzyıllarda Kafkasya’da kurulmuş olan Hazar devletinde Türk uygarlığı olarak Anadolu öncesi dönemde gelişiyordu. Başkenti İdil olan Hazar imparatorluğu 15.yüzyıla doğru çeşitli gelişmelere sahne olurken, bu devletin elinde bilgi ve bilimin gücü toplanıyordu. Türklerin Göktürk İmparatorluğundan gelen gücü Uygur devleti ile yeni bir Uygarlığı yaratırken, Hazar bölgesinden gelen uygarlık birikimi bir Türk Rönesansı olarak Kafkasya’dan Anadolu’ya geçişi 13.yüzyıl içinde tamamlıyordu. Hazar kökenli Türk Rönesansı Anadolu’daki güçlenme süresini tamamladıktan sonra, Avrupa kıtasına doğru Rönesans hareketleri canlanmaya başlıyor ve 15.yüzyılda Avrupa kıtasının beşiği konumunda olan İtalyan yarımadası üzerinde canlanmasını tamamlıyordu. Böylece binli yılların başlangıcında Hazar kıyılarında başlayan ilk Rönesans hareketleri, Kuzey-Kafkasya, Orta Asya, Güney Kafkasya ve Anadolu ve Balkanlar, bölgelerine zaman içinde yayılarak, Avrupa’nın güney kalesi olan İtalya yarımadasına doğru ilerliyordu.15 yüzyılda Orta çağın bitmesi sonrasında yeni ve yakın çağlara doğru bir geçiş yaşanmış ve bunun sonucunda da Avrupa merkezli bir bilim ve kültür devrimi, Hazar gölü kıyılarında gerçekleşiyordu. Avrupa’daki sömürge imparatorlukları zamanla ulus devletlere doğru dönüşüm gösterirken, yeni oluşmakta olan ulus devletlerin başkentleri böylesine büyük bir değişim için önce kendi ülkelerini ve daha sonra da komşu ülkeler üzerinden bütün dünya kıtalarını ve ülkelerini izlemeye çaba gösteriyorlardı. Bir anlamda uygarlık beşiği Avrupa kıtasının ortasında yer alan devletlerin başkentlerini dünya merkezi yaparak buradan bütün dünyaya ve uzaya doğru siyasal bakış yapıyorlardı.
Türkiye Cumhuriyeti Asya kökenli bir geçmişten gelerek Avrupa kökenli çağdaş uygarlığa yönelmesi nedeniyle iki büyük kıtanın siyasal koşullarını bir araya getiriyordu. Dünya tarihinin geçmişten gelen birikimi Asya kökenli bir yapılanmadan geldiği için batılı bilim çevreleri Anadolu yarımadası merkezli Türk devletine Asya Minör adını takarak Türkiye’yi bir anlamda geçmişin getirdikleri ve bugünün gerçekleri arasında bir köprü konumunda görmeye çalışmışlardır. Ankara vilayetinin büyük Türk devletine başkent yapılmasıyla Bizans ve Osmanlı gibi iki büyük imparatorluğa başkent olarak hizmet eden bir Megapol olmasına rağmen İstanbul bir yana bırakılarak Anadolu’nun tam merkezinde yer alan bir Asya kenti olarak Ankara’nın muhatap olmasıyla birlikte, Avrupa’nın yanında bir konuma sahip olan Ankara kenti bir Asya devletine başkent olarak seçilmiştir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında yer alan Asya kökenli bir Ankara kentinin, yeni bir dünya düzeni kurulurken geleceği temsil edecek yeni bir yapılanmanın merkezi olarak, birleşme merkezinin tepegözü olarak Ankara Kentinin siyasal başkent seçilmesiyle birlikte Avrupa merkezli bir eski yapılanmadan uzaklaşılarak yeni dönemin yeniden Asya açılımı öne çıkartılmıştır. Ankara bu nedenle üç kıtanın merkezinden bir bakış açısına sahip olmuştur. Bu nedenle Ankara üç kıta arasında hem köprüdür hem de siyasal merkezdir.
Batı merkezli dünyada İstanbul her zaman için doğunun başkenti olarak anılmıştır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara olduğu için İstanbul, eski merkezi konumunu yitirerek ve bölgesellikten uzaklaşarak, ülke merkezli yeni yapılanmanın içinde eskisinden çok farklı bir çağdaş dünyanın arayışına doğru bir arayış dönemine girmiştir. Roma-Bizans ve de Selçuklu-Osmanlı imparatorluklarının uzun süreli başkentliğini yapan İstanbul hem doğunun başkenti hem de Batının doğuya uzanan köprüsü olarak görülmüştür. Binli yıllarda bilimsel gelişmelerin hızla ilerlemesi üzerine Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı yapılanmaları üst üste gelince şehir önce Konstantinopolos, sonra Konstantiniye isimlerini almış ve Müslümanların bu şehre gelmeleri sonrasında da İslam kenti anlamına gelen İstanbul adı kullanılmıştır. İki büyük Hristiyan daha sonraları da iki büyük Müslüman imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul şehri bir süre sonra payitaht adıyla kullanılmaya başlayınca İslam dünyasının en büyük merkezi konumuna gelerek yüzyıllarca Halife devletinin dış dünyaya açılım merkezi konumuna da getirilerek üç büyük tek tanrılı dinin buluşma, kesişme ve her türlü haber, siyasal gelişme, yenilikçi gelişmeler gibi toplumsal düzeni sarsan gelişmelerin de merkezi kenti olarak geçmişten gelen Asyalı konumuna gelmiştir. İstanbul’un büyük geçmişi olmasına rağmen, yeni dönemin başkenti olan Ankara da merkezi olduğu cumhuriyet devletini kullanarak, böylesine büyük bir birikimin yeni başkente aktarılmasını sağlamıştır. Eski başkent İstanbul’un imparatorluklar döneminden elde ettiği siyasal birikim daha sonraki aşamalarda cumhuriyet devletinin önemli çalışmaları sayesinde cumhuriyetin başkenti Ankara’nın da geçmişin birikimi ile zenginleştirilmesi üzerine kültür, eğitim ve bilim alanlarında Ankara en az İstanbul kadar geliştirilmiştir. İstanbul’un geçmişten gelen birikimi dikkate alınırsa, Türkiye iki başkentli bir ülke olarak tanımlanabilir.
İstanbul'un geçmişten gelen kozmopolit bir merkez olması üç büyük kıtanın çekişme noktasında hem geçmişin devamlılığının sürdürülmesi hem de yeni dönemler ve gelecek için de tarihsel süreklilik içinde bilim, kültür ve araştırma çalışmalarında geniş boyutlu işbirlikleri gündeme getirilerek geleceğe dönük önemli diyalogların ve ortak çalışmalarında zeminini hazırlamıştır. Dünyaya Ankara’dan bakmak konusunda Türk başkenti bulunduğu jeopolitik konumları yerinde kullanarak, üç kıta arasındaki diyalog platformlarının canlı tutulmasını belirli yoğunlukları üst düzeylerde tutarak Ankara’daki bürokrat ve uzman kadroların sağlaması gerekmektedir. Devletin kuruluşu sırasında Erzurum ve Sivas kongreleri aracılığı ile Osmanlı döneminden kalma bilgi birikimi ve bilimsel kadrolardan en üst düzeylerde yararlanılmış ve daha sonra da ülke düzeyine yayılan kongre ve konferanslar aracılığı ile katılan eğitim, bilim ve kültür kadrolarından yararlanma yoluna gidilmiştir. Erzurum ve Sivas kongreleriyle başlatılan yeni devlet oluşumu sürecinde imparatorluk döneminin bilgi birikimlerinden ve o dönemin önde gelen temsilcilerinden olabildiğince yararlanma yoluna gidilmiştir. Kuruluş aşamasında görev yapan kurucu kadroların daha sonraki aşamalarda da belirli konularda yetkili kılınması ve bu kadroların içinde başarılı olan uzman kişilerin gelecek dönemlerdeki gereksinmelerinin karşılanması aşamalarında, yepyeni bir çağdaş devlet kuran Kemalist kadrolar, iyi ve kaliteli çalışmalarıyla ulusal kurtuluş savaşının önde gelen devrimci potansiyelini harekete geçirerek, yeni bir devletin en üst düzeyde kurulabilmesine katkılar sağlamıştır. Ankara gibi önemli bir kentin yeni merkez olarak düzenlenmesi ülke güvenliğini sağlamıştır.
Ankara'dan dünyaya bakmanın yolu önce yerkürenin içinde bulunduğu yeni durumun gözlenmesini ve bu çizgide dünyanın çeşitli bölgelerinde ne gibi yeni durumların ya da siyasal gelişmelerin gündeme geldiğini belirleyerek, dünya ülkelerinin neler yaptıkları ya da siyasal koşulların nasıl değişmeler geçirdiği yerinde izlenerek oluşumların yarattığı yansımalar ve yeniliklerin önceden belirlenmesi gerekmektedir. Ankara'dan dünyaya bakıldığı zaman görülen yeni durumların ele alınarak hareket edilmesinde acil önlemlere başvurulması gerekmektedir. Amerika ve Avrupa gibi ülke ve bölgelerin çok yakından izlenmesi, gelişmiş ülkelerdeki düşünce kuruluşları ve üniversitelerin izlenmesi ile siyasal partiler ve merkezlerin hangi yeni fikirler ile harekete geçtikleri araştırılmak durumundadır. Gelişmiş ülkelerdeki son durumun diğer ülke ve bölgelere nasıl yansıdıklarının öncelikle belirlenmesi zorunludur. Amerika ve Avrupa’daki gelişmelerin diğer bölgelere ve ülkelere nasıl etkiler yarattığını hatasız belirleyebilmek için ileri ülkelerdeki oluşumların, hangi noktalara geldiğinin önceden araştırılması yararlı olmaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu Asya, Avrupa ve Afrika ülkelerindeki kamuoyu ve siyaset alanlarındaki gelişmelerin uzayıp gitmesi ile karşılıklı karışıklıklar öne çıkarabilirken, bilim, siyaset ve araştırma merkezlerinin yeni gelişmelerin etkisiyle eskisinden daha farklı yansımaları yeni araştırmalarıyla öne çıkarabilmektedir. Beş yüz yıllık bilimsel gelişmeler bütün dünyayı çağdaş bir yapılanmaya doğru sürüklerken, yüz yıllardır yapılan bilimsel çalışmalar, deneyler ve araştırmalar bütün ülke ve toplulukların daha iyi yönetim modellerine gereksinmeleri bulunduğunu ortaya koymaktadır. Ankara’dan dünyaya bakışın ilk aşaması büyük devletler ve eski bölgelerin ele alınarak incelenmesidir. İkinci aşamada batı merkezli dünya düzeninin bütün dünya ülkelerine yansımalarını öğrenmektir. Batılı merkezlerin tutum ve davranışları iyice öğrenildikten sonra olayların ortaya çıktığı ülke ve bölgelere öncelik verilmelidir. Bu tür bir yaklaşım ile olaylara, gelişmelere ve siyasal sorunlara öncelik verilerek dünyadaki son durum belirlenebilecektir. Dünyadaki gelişmeler yerinde izlenerek değerlendirilecek ve daha sonraki aşamalarda, dışarıdan gelen sorunların ya da benzeri sosyal konuların ağırlıklı bir biçimde incelendiği çalışmaların tamamlanmasıyla sorunların Türkiye’ye ve iç kamuoyuna ne gibi yansımalar getireceğinin incelenmesine öncelik verilecektir. Bu tür bir değerlendirme, Türkiye’nin dünyadaki yerinin belirlenmesinde Ankara ile dünya arasında dayanak noktası olarak katkı sağlayacaktır. Dünyaya Ankara’dan bakmak öncelikle dış dünyanın gerçekçi biçimde görülerek ele alınmasına yardımcı olacaktır. İkinci aşamada Türkiye’nin iç dünyasına bakarken de Edirne’den Ardahan’a ya da Samsun’dan Hatay’a kadar Misak-ı Milli sınırlarının içindeki vatan topraklarının bilimsel bir bütünsellik içinde ve ulusal bir çizgide kucaklanmasını gerekli kılmaktadır. Milli sınırlar içindeki ülke topraklarının Türk devletinin hegemonyası içinde ele alınması her aşamada öne çıkarılarak, devletin içinde kurulu bulunduğu başkentin hukuksal yapısının açıklığa kavuşmasını sağlayacaktır. Yeni dünya düzeni bütün kıtaları ve devletleri zorladığı gibi her devleti bölgesel ve küresel dayatmalar ile karşı karşıya getirmektedir. Bugün dünya haritasında bulunan devletlerin hemen hepsi başkentlerini merkeze alarak iç ve dış jeopolitik gelişmelere karşı kendilerini savunmak zorundadırlar. Türk ulusu, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği için başkent Ankara’dan dünyayı izleyerek hareket etmek durumundadır. Bu çerçevede Türk vatandaşları dünyaya Ankara’dan bakarak, bütün olayları bilimsel açıdan değerlendirmek zorundadır. Türkiye devleti ve Türk Ulusu ancak Ankara merkezli bakış açısı ile güvenlik sorunlarına köklü çözümler getirebilir.