Seyyahlar tarih boyu kültür elçiliği yapmışlardır.
Gelinen teknolojik gelişmelere rağmen bir beldeyi ve içinde yaşayanları tanımak ve tanışmak gerçek anlamda seyyahların gözlemleri ve anlatımları ile olacaktır.
Seyyahlar sizi taa tarihin derinliklerine götürürler. Bir bakmışsınız dünyanın başka bir köşesinde yaşayan insanları, yaşadıkları coğrafyayı o kadar güzel anlatırlar ki o tarihe bir an gider ve orada yaşarsınız.
Seyyahlar kültür alışverişinde elçilik yapmakla kalmazlar, tarihe geçecek notlar nakşederler.
İbn’i Batuta (1304 - ö. 1369 Fas asıllı), Evliya Çelebi (1611-1685-Kütahyalı olup İstanbul’da doğmuştur) gibi ünlü seyyahları bilmeyenimiz yoktur.
Modern Seyyah Prof. Dr. Ali Arslan Hoca bugünün önemli sosyolog seyyahlarındandır.
Ali Hocanın; İslam dünyası neden geri kaldı, batı neden ilerledi sorusuna cevap aradığı seyahatinde; Suriye’ye gittiklerinde Şam Camisinin gölgesinde öğle ikindi arası yatıp uyuyan halktan bahsederken aynı seyahatinde İngiltere’de otobanda gecenin üçünde ilerledikleri bir sırada ilerde bir ışık gördüklerini, ışığın olduğu yere vardıklarında ise iki yaşlı İngiliz’in kar kürekleri ile kendi yollarını açtıklarını görünce, işte batılılar neden ilerlemiş, Müslümanlar neden geri kalmışların cevabının en azından bir sebebinin tembellik olduğu tespitini bizlerle paylaşmış, ben de bu konuyu yazıma taşıyarak daha önce yaptığı bir seyahatte tespitlerini yazmıştım.
Prof. Dr. Ali Arslan şimdilerde seyahatlerini anlattığı 14 ayrı kitap yayınlamış ve yayınlayacağı kitapların arkasının geleceği müjdesini vermiştir. Ali Hoca çok çok önemli sosyal olguyu devletleri, kültürleri, gelişmişlikleri bizzat yerinde gözlemleyerek birkaç dilde kitaplaştırmış ve insanlığın hizmetine sunmuştur. Tahmin edilebileceği gibi çok önemli bir boşluğu doldurmuştur.
Kitaplarını ayrıca dijital ortama da taşıyarak daha çok kitleye ulaşmasını hedeflemiştir.
Seyyahlar kültür elçisidir.
İslam topluluklarının öğretilmiş din dışı hayat felsefesi geri kalmışlığın başlıca sebeplerinden olduğu gibi Osmanlı’nın batılı ülkelerden kredi anlaşması yaptığı yakın tarihimizde İMF ile yapılan şartlı anlaşmalarda olduğu gibi alınan borçların nerelere harcanacağına da borcu verenlerin tayin ettiği "dış borç" batağı ile "Duyonu Umumiye" anlaşmasında olduğu gibi batıdan alınan kredi karşılığı olarak 1850’li yıllarda verilen borcun şartı olarak Üniversitelerde; "sosyal bilimler, din ilimleri ve fen bilimlerinin ayrılması" şartı İslam dünyasının adeta lokomotifi olan Türkiye’de onarılmaz sonuçlar doğurmuş, bu gün Türkiye ve İslam dünyası geri kalmıştır. Oysa İslam dünyası asırlarca bilimin öncüsü olmuştur. Medeniyetin beşiği olmuştur. Bilim insanlarımız hem dini hem felsefi ve fen bilimlerinde eserler yazmışlardır.
Türkiye son yıllarda teknolojik geri kalmışlığını telafi etmek için büyük çaba sarf etmesine rağmen batı ile arasındaki gelişmişlik mesafesi maalesef bir müddet daha aleyhimize olacak gibi görünmektedir.
Din ilmi ile fen bilimlerinin ayrışması sonrasında İslam felsefesi adına bilime, teknolojiye ve çalışma mücadelesini “kadercilik” çizgisine taşıyarak adeta insanları, "bir hırka bir gömlek yeter", "geçici dünya için değil ebedi alem için çalışmak" anlamından çıkarılmış, "dünyayı boş verin’e" getirilmiştir.
Oysa İslam dininin "iki günü eşit olan ziyandadır", "yarın ölecekmiş gibi ahirete hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya" ve "dünya ahiretin tarlasıdır ne ekerseniz onu biçersiniz" anlayışı ikinci plana itilmiştir. Çalışmak ise "mal biriktirmek, kişisel zenginlik" olmanın ötesine taşınamamıştır.
Medeniyet arayışına gelince; batılı modern hayat tarzı dayatılmış, gelişmenin ölçüsü kabul ettirilmek istenmiştir.
İslam dünyası bilime sırtını dönmüş olmanın bedelini çok ağır, zaman zaman hayatıyla ödemektedir.
Bilim tarihimizi bilmekle işe başlamalı ve bilimin öncülerini yetiştirmekte, bilime ve teknolojiye önderlik etmekte geç kalmamalıyız.
Vesselam..