Evet doğa hayatın tam da kendisi..
Ben şehirde doğup büyüyen biriyim; Köy hayatını bilmem, fakat Ankara civarı köylerin çoğunu görmek, tanımak, fotograf çekmek, doğayla iç içe olmak adına arada bir gezerim..
Geçen yazdı, yine daha önce gittiğimiz yakın bir köye yeni doğan kuzuları görmek, sevmek için gitmiştik.. Yaz mevsimi doğanın güzelliği, etrafın yeşilliği, çeşit çeşit ağaçların esintisi, temiz hava ve yaprakların arasından görünen güneş hüzmesi.. Bambaşka güzellikler..
Daha önce de gelip gördüğümüz bir aile vardı, bizi karşıladılar sağolsunlar.
Bu aile, yaşlı anne - baba, oğlu-gelini ve torunlarıyla sıcak, samimi ve temiz bir aile..
Bir sürü büyük - küçük baş hayvanları da var.
Koyun sürülerinin olduğu ağılda kuzuları..
O kuzuları görmek, biraz da tereyağ, süt gibi ürünler satın almak da istiyorduk.
Ailenin hepsi bizleri güler yüzle karşılayıp misafir ettiler.
Yaşlı olan teyzenin (evin babaannesinin ) söylediklerini keyifle dinlerken, anlattıklarını da yazıya döküp sizlerle paylaşmak istedim;
Bizi geniş bir odaya konuk etmişlerdi.
Odanın üçbir yanı ahşap sedir, üzerinde halı yolluklar ve yastıklar..
Kocaman bir odun sobası ve zemin de halıdan görünmüyor dahi.
Sıcacık, otantik, klasik bir köy evi.. temiz, düzenli bir misafir odası.
Hâl hatır sorma faslından sonra yemekler ve içilen çaylar eşliğinde bir sohbete koyulduk..
Babaanne başladı anlatmaya ve “bizim gençliğimizde..” diye girdi konuya..
- Bizim gençliğimizde daha zordu her iş.. Şimdi daha kolay. O zamanlar elektrik yoktu köyümüzde, gaz lambası yakardık.. Yoğurdumuzu bakraçlara çalar, tereyağımızı da ahşap yayıklarla yani emek gücüyle elde ederdik.. Buzdolabı yoktu, evin en serin yerinde yiyecekleri muhafaza ederdik.. Traktör de yoktu, at arabasıyla çiftçilik yapardık, güz geç biterdi..
Biçerdöver yoktu, orak, tırpan ekin biçerdik..
Televizyon yoktu, komşularla kış akşamları (yazın olmazdı güz iş çok yorulurduk) birbirimize akşam oturmasına giderdik..
Bu kadar araba kimsede yoktu, köyde bir tane minübüs vardı, haftada bir doktora, çarşıya, pazara gitmek için şehre inilirdi..
Şimdi ineklerimizi süt sağma makinesiyle sağıyoruz, o zamanlar elle sağardık.. Bizler çok yorulurduk, emmee daha huzurluyduk sanki, daha mutluyduk..
Devam ediyordu sevimli teyzemiz.. Bir sürü anı ve bugünle mukayese ederek anlatıyordu uzun uzun, sağolsun.
Biz kalkmak için izin istedikçe “oturun Allah aşkına..” deyip ısrar ediyordu.. “Her zaman gelmiyorsunuz ki, gelmişken oturun.. ” diye diye alıkoyuyordu bizleri..
Bütün o anlattıklarının ardından kurduğu bir cümle vardı ki... en çok da o yankılı kulağımda;
- Evlatlar.. şimdi güz de kolay, yaz da... artık çok şey (moderen) modern oldu olmasına da... Şimdi de şehre göç edenler köyü boş bıraktılar.. Çiftçilik bitti, tarla eken, hayvan besleyen üç beş hane kaldı köyde.
İyi güzel de... artık köylüler de şehirli gibi oldu.. herşeyi satın alıyorlar kendileri üretmiyorlar, hayyy yavrum.. Neyse.... bi daha geldiğinizde de eski köy düğünlerimizi anlatırım sizlere..
...
Evet ne acıdır ki işler teknolojinin yardımıyla kolaylaşsa da şimdi de o işleri yapacak insanlar az.. Gençler baba ocaklarını beğenmiyorlar, şehirlere akın edercesine göçüyorlar. Sanki sihirli bir hayat yakalayacaklar umudundalar hep.. Köy nüfusları gittikçe azalıyor.. Şehirlere göç ediyorlar, hazır ve kolay işler arıyorlar.. Yarım yamalak iş de buluyorlar.. Kıt kanaat, zar zor geçiniyorlar ve o mantar gibi çoğalan AVM. lerin lüks vitrinleri karşısında yutkunup duruyorlar..
Şöyle bir bakıyorum da bu iki ayrı dünyaya; köyde kalan yaşlılar, teyzeler, amcalar şehrin lüks hayatından uzak kalsalar da; modern yaşamın imkanlarından kısmen yararlansalar ve eskiye göre daha az emek yoğun çalışsalar da, Onlar daha mutlular, Onlar daha sağlıklılar ve hayata daha sıkı sarılmışlar gibi..
Sevgiyle kalın..