Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti yüzüncü yılını geride bırakırken, bir asırlık yeni devlet yapılanması tamamlanmakta ve geleceğin yüzyıllarında Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti devletinin çatısı altında kendisini güvence altına alarak, cumhuriyet rejiminin sonsuza kadar devam etmesi hedeflenmektedir. Türk devleti diğer ulus devletler gibi dünya sahnesine çıkarken, gündeme gelen birçok engel ve tehditlerin sürüp gitmesi kaçınılmaz olarak öne çıkmaktadır.
Böylesine bir kaotik ortamın cumhuriyet devletinin güvence altına alınması yolundan gidilerek önlenmeye çalışılması, Atatürk gibi kurucu bir önderin çağdaş ulus devlet modelinden yararlanılarak, hareket edilmesini gündeme getirmiştir. Avrupa gibi gelişmiş bir kıtanın yanında kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti böylesine bir yakınlık dolayısıyla, dünya uygarlığına öncülük etmiş Avrupa uygarlığından yararlanmak zorundaydı. Binlerce yıllık dünya uygarlığının Avrupa merkezli olarak yeniden yapılandırılmasında Avrupa kıtası öne çıkarken, yirminci yüzyılın koşullarında Türkiye de bu durumu dikkate alarak ve bu doğrultuda bilimsel bilgi birikimine dayanarak hareket etmek gibi bir etkileyici durumun zorlaması karşısındaydı. Bu çerçevede Türk devleti kurulurken aynı zamanda, Avrupa’nın temsilcisi olduğu çağdaş uygarlık düzeninin içinde yer alarak uygar uluslar ailesinin yeni bir üyesi olmak durumundaydı. Yüzyıllar süren imparatorluk döneminde orta çağ döneminden gelme bazı devlet ve toplum modelleri üzerinde çalışmalar yapılmasıyla, Türkiye geride kalmış devlet modelleri ya da kamu düzenlerinden giderek uzaklaşıyordu. Orta çağ uygarlıklarının dine dayanması üzerine, Türkiye bilimin öncülüğündeki çağdaş uygarlıkların da en gerçek yol gösterici olan bilimsel disiplinlerinden yararlanarak, Avrupa kıtası üzerinden bütün dünyaya yayılan cumhuriyetçi bir ulus devlet modeli, kurucu önder Atatürk’ün öncülüğünde orta dünyanın merkez ülkesi olarak öne çıkan Türkiye’de uygulama alanına getiriliyordu.