Bir kamu hizmetinde ya da herhangi bir  işin görülmesi sırasında veya gerekli görülen bir toplumsal misyonun çalışma düzeni ya da yapılması aşamasında, bu doğrultuda gerekli olan işlerin tamamlanması sürecinde, işi görecek insanların bir araya gelerek oluşturdukları birlik ve beraberlik oluşumunda ve çalışan insanların meydana getirdikleri iş görme ya da çalışma düzeninde yer alan kişilerin ya da ücretli personelin bütününe verilen isim olarak kadro kavramı, günlük yaşamda veya iş hayatında kullanılmakta olan bir kavramdır. Çok dar bir kadro ile işi yürütmek, özel olarak yetiştirilmiş insanları bir araya getirerek topluca bir plan ya da projede çalıştırmak gibi toplumsal misyonlarda bir araya getirilen ya da kendiliğinden bir araya gelen insanların oluşturdukları birliktelik gene kadro kavramı çatısı altında ifade edilebilmektedir. Bir kamu hizmetinde ya da herhangi bir girişim veya projede çalıştırılacak ilgili personelin sayısını ve özelliklerini gösteren, sosyal ve ekonomik haklarını belirleyen hukuksal statü ve bu statüde görev yapan insanların oluşturdukları çalışma düzenin de ortak hareket edenlerin meydana getirdikleri insan bütünlüğüne kadro adı verilmektedir.

Kadro kavramı bir insanlar arası birlikteliği gösterdiği gibi aynı zamanda kamusal alanda gündeme gelen birlikte iş yapma ya da hizmet görme eylemleri sırasındaki ortak hareket edilmesi misyonunu da gündeme getirmektedir. Daha önceden belirlenmiş olan planların uygulamaya geçirilmesi aşamasında kullanılan insan malzemesinin bütüncül bir biçimde dile getirilmesi de kadro kavramı ile belirlenmeye çalışılan bir durumu ifade etmektedir. Kamu düzeni açısından merkeze hukuki bağ ile bağlı olan birimlerde çalışan insanlar hukuk devleti içinde belirli bir kadroyu öne çıkarmaktadır. Siyaset bilimi açısından da kadro kavramı bir siyasal oluşum ya da bir siyasal örgüt kurulması sırasında gündeme gelerek, bu tür girişimlerin kamuya yansıtılmasında ya da siyasal gelişmelerin sürdürülmesi önemli misyonların tamamlanması açısından yardımcı olmaktadır. Devletin çatısı altında oluşturulan kamu kurum ve işletmelerinde istihdam edilen insan unsuru, insan kaynakları açısından kadro kavramı çerçevesinde ele alınarak belirlenebilmektedir.

Kadro kelimesi bir sosyal, siyasal veya hukuksal yapılanmayı ifade ederken, aynı zamanda bir kavram olarak da etkinliğini sürdürürken bir de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında devletin resmî ideolojisini topluma yansıtabilmek için yeni bir siyasal hareketin adı olarak da kullanılmıştır. Kadro ismiyle bir aylık dergi çıkartılmış ve bu derginin yayın ve yazar kadrosu içinde bulunan isimler aracılığı ile, yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti devletine geçmişten gelen siyasal düşünce birikimi kazandıracak yeni bir resmî ideoloji oluşumu projesinin hayata geçirilmesi isteniyordu. Yeni devlet dünyanın ortasında kapitalist-sosyalist ve Müslüman dünyalar arasında merkezi bir siyasal organizasyon olarak oluşturulurken, yeni yapılanmanın kendine özgü niteliklere sahip olması ve kendi jeopolitik koşullarına uyum sağlaması beklenirken, genç Türk devletinin kendine özgü bir modele dayanması gerektiği, ulusal kurtuluş savaşının öncü kadroları tarafından dile getiriliyordu.

Kapitalizm-sosyalizm ve İslam dünyası arasında dünya sahnesine çıkmakta olan yeni devletin doğu ve batılı siyasal modellerin dışında  kalmasına dikkat ediliyor ve hiçbir biçimde Türkiye’yi çevreleyen bu üç devlet modelini taklit eden bir kopyalamaya gidilmesi istenmiyordu. Türk dünyasının içinden çıkan Türkler ‘in kapitalist batı, sosyalist doğu ve Müslüman güney siyasal yapılanmalarından hiç birisine dahil olmaması hedeflenirken, yüzyıllar boyunca dünya karalarının merkezi konumundaki alanda merkezi güçlü devlet yapılanmasının öne çıkarılması isteniyordu. Bu çerçevede, her üç dünyadaki siyasal görüşler ve akımların taklit edilmesine Kuvayı Milliyeci Kemalist kadrolar karşı çıkarken, bu çizgide hareket eden siyasal toplum kesimlerinin kendi içlerinde örgütlenerek, yeni kurulmakta olan devletin ülkesiyle ve milletiyle bir bütünlük göstermesi isteniyordu. Bu açıdan devletin kuruluşu ve siyasetin yürütülmesi sırasındaki yetişmiş insan gereksinmesi kadro hareketi ile karşılanıyordu.

İnsanlık tarihi boyunca her siyasal dönemde ya da yeni kurulan devletlerin ortaya çıkışlarında eskisinden farklı yaklaşımlar geliştirilerek, son durumu kucaklayan gelişmeleri izleyerek anlatan ve bu doğrultuda yeni devletlerin ya da hareketlerin siyasal içerik kazanmalarına, her dönemin önde gelen entelektüel toplum kesimleri ile ülkenin ya da toplumun önde gelen bilim adamları, yazarları ve sanatçıları öncülük yapmışlardır. Bu doğrultuda benzeri bir girişim, yeni kurulmakta olan insan gereksinmelerini karşılamak amacıyla, bir kadro hareketine yeni devlet kalkışmıştır. Batı dünyasının beş asırlık birikimine sosyalist dünyanın yeni oluşumları da eklenince merkezi coğrafyada eskisinden çok farklı rüzgarlar esmeye başlamıştır. İşin içine bir de orta çağ yıllarından gelen İslam düzeni ve birikimi de eklenince, bu üç dünya arasında merkezi bölgeyi ele geçirmek ya da orta dünya bölgeleri üzerinde egemen olmak üzere hegemonya kavgaları ortaya çıkmaya başlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti daha kuruluş aşamasında üç dünya arasında çekişmenin ana konusu olarak bölgedeki komşu devletler arasında çatışma konusu yapılmaya çalışılmış ama ulusal kurtuluş savaşının önderi devletin kurucusu olarak böylesine olumsuz bir gelişmeye izin vermeyerek, güçlendirilmiş bir insiyatifi devreye sokarak, merkezi yapılanmayı devletin başkenti olarak ilan edilen Ankara kenti üzerinden bütün dünyaya resmen ilan etmiştir. Türk devletini ortaya çıkaran Kuvayı Milliye mücadelesi  bu mücadelenin düşünsel boyutlarını yeni yayınlanacak olan aylık KADRO dergisi aracılığı ile, hem ülke kamu oyunda hem de dünya ülkelerinin oluşturduğu küresel yapılanmalar arasından her kesime ulaştırılıyordu. Yirminci yüzyılın başlarında tam bağımsız bir cumhuriyet olarak dünya sahnesine çıkartılan Türk devleti geçmişten gelen siyasal birikimlerden yararlanarak, yeni dünya düzenine ayak uydurabilmenin arayışı içine girerken, kuruluş aşamasında üç dünya arasında kendi sentezini yapmış bir bağımsız devlet olarak insanlığa seslenmek istiyordu. Ulusal kurtuluş ile birlikte devletin de başında kurucu önder olarak bulunan Atatürk’ün öncülüğünde yeni bir ideolojinin temelleri atılmak isteniyordu. Ülkeyi çevreleyen üç ayrı dünyanın önde gelen devletleri ile çatışmak istemeyen Atatürk, kurucu önder olarak yeni Türkiye’nin önünü açıyor ve söylevleri ile de ülkenin kuruluş aşamasındaki siyasal ve düşünsel boşluklarını doldurmak üzere bu alanda da öncülük görevini yerine getirmeye çaba gösteriyordu.

Merkezi alanda kurulmuş olan Türk devleti yoluna devam ederek kuruluş dönemini tamamlarken, üç ayrı dünyanın önde gelen büyük devletleri ve güçleri de Ankara yönetimine baskı yaparak, devletin resmi organı konumundaki KADRO dergisindeki yazarlara, yazılara ve içeriklerine çeşitli itirazlarda bulunarak, ülkenin birlik ve beraberliğini sarsacak düzeyde sorunların çıkmasına yol açılıyordu. Özellikle Avrupa ülkeleri ile birlikte Sovyetler Birliği gibi bir büyük devletin de Türkiye’nin resmi yayın organındaki yazılara ve devletin resmi politikalarını yansıtan makalelerin dergi de yayınlanmalarına karışmaları, genç cumhuriyetin bağımsız ve tarafsızlık statüsü içinde yoluna devam etmesini önlüyordu. Sınır boyu komşu devletlerden daha çok, geleceğe dönük bir bloksal yapılanma peşinde koşan Rusya, Amerika ve Arabistan gibi büyük devletler, kendi dünyalarına dönük yazılardaki farklı görüşleri kabul edemiyor ve karşı çıkıyorlardı. Dergi sayılarının çıkışı sonrasında hemen elçilikleri devreye sokarak ve üç dünya yapılanmasının temsilcileri diğer blokların öne geçmelerine izin vermeyerek, kendi doğrultularında Türkiye Cumhuriyeti’ne yön vermeye çaba gösteriyorlardı.

Atatürk gibi tam bağımsızlıkçı bir siyasal önderin bu gibi dış müdahalelere tepki gösterdiği ve daha sonraki aşamada da üç yıllık yayın dönemini geride bırakan KADRO dergisinin kapatılmasına karar vererek, bu kararını hemen uygulama alanına aktardığı görülmüştür. Devletçilik yanlıları ile özel sektör taraftarları çekişirken, sosyalistler ile kapitalistler de merkezi devletin üzerinde etkinlik sağlayabilmek için devreye girerek, baskı ve müdahalelerini tırmandırıyorlardı. Liberal kadrolar sosyalizm ve devletçilik anlayışlarına karşı savaş açarlarken, İslamcı toplum kesimleri de dinsizlik olarak ilan ettikleri laiklik anlayışına toptan karşı çıkıyorlardı. Böylece, Türk devleti daha kuruluş aşamasını tamamlayamadan çok ciddi bir siyasal çekişme sürecinin içine doğru sürüklenmek durumunda kalıyordu.

Devamı için tıklayınız

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.