Huzura, güvene, istikrara hasret yaşıyoruz.
Siyasetçilerin ülkeyi elbirliğiyle uçuruma sürüklemelerine sessiz ve seyirci kalıyoruz. Geldiğimiz noktaya bakın. Liderin biri Öcalan’ı Meclise davet ediyor, öteki Türkiye’yi hediye etmeye kalkışıyor. Akıllarından zorları mı var diye düşünüyor insan. Aslında hepsini bir sağlık kontrolünden geçirmek lazım. Evini satmak isteyen yaşlı vatandaştan sağlık raporu istiyoruz da, siyasetçilerden niye istemiyoruz ki? Yaptıklarının farkında olmadıkları düşünülemez. Ama öyle şeyler yapıyorlar ki, milleti öfkeden çıldırtıyorlar.
Anayasa’ya sadakat yeminine aykırı davranış bile rahatsız etmiyor liderleri ve milletvekillerini. Kurumların çökmesi, tarımın dibe vurması, eğitimin perişan edilmesi, normal yaşamın tepetaklak olması, güvenliğin zedelenmesi hiç etkilemiyor onları. Enflasyon, geçim sıkıntısı, yoksulluk, işsizlik, dinin siyasete alet edilmesi umurlarında bile değil. Muhalefetin birkaç sözcüsü “dostlar alışverişte görsün” kabilinden konuşmalar yapıyorlar ama havanda su dövseler daha iyi. Sırça köşklerinden çıkıp şöyle halka inseler var ya, öfkeyi ve tepkiyi yakından yaşarlar. Sokaklarda yüzü gülen insana rastlanmıyor artık. Herkes endişeli, yarının getireceği kötülüklerin kaygısı yüzlere vuruyor.
Hastanelerdeki rezaletler, ülkedeki soygunlar, suiistimaller, devletteki israflar, kadın cinayetleri peş peşe izliyor birbirini. Doğru dürüst tedbir almak bir yana, yönetim de seyirciler arasına karışmış. Ülkenin savunma araçlarını üreten en büyük ve gözümüz gibi korumamız gereken tesisini, özel güvenliğe teslim ediyoruz. Yani bir şirkete.. Sadece onu mu, havaalanlarını, okulları, hastaneleri hep özel güvenlik koruyor. Peki biz bu kadar resmi polisle askeri niye besliyoruz ki? Oldu olacak yurt savunmasını da özel güvenliğe verin bari.
Askerlik konusunu da sorgulamamız lazım. Parayı veren 21 gün askerlik yapıyor bu ülkede. Sözleşmeli çavuş, uzman çavuş, sözleşmeli subayımız bile var. Ne oldu bizim geçmişteki güçlü ordumuza, herkesin 18-24 ay askerlik yaptığı ordumuzda bugün, silahı doğru dürüst tanımayan, söküp takamayan, atış yapmayan askerlerimiz var. Askeri vesayeti kaldırıyoruz diye, dünün o güçlü, çok tecrübeli, çok iyi eğitilmiş askeri kadrolarını dağıttık. Sokaklarda üniformalı bir askere, subaya yıllardır rastlayamıyoruz artık. Ordusuna hasret bir millet yarattık, böyle şey olur mu?
Ordumuzun Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi vardı eskiden. Dini kanadın sivil cübbesiyle gelip siyasete bulaşanların ilk işi, bunu kaldırmak oldu. Öyle olunca cemaatler tarikatlar cirit atmaya başladılar ülkede. O kadarla kalsa iyi, devlet kurumlarını bile ele geçirdiler. Dünün FETÖ faciasını yaşayan ülkemiz, günümüzde menzil ve diğer tarikatların gövde gösterilerine tanık oluyor. Laiklik paspas ediliyor, dini eğitim milli eğitimimizi iyice zorluyor artık. Ciddi şekilde hırpalanan Cumhuriyetimizi kim koruyacak peki? Bunu ettikleri Anayasa’ya sadakat yeminine bile uymayan siyasetçilerden beklemek mümkün mü?
Şöyle eskisi gibi ağız tadıyla bir Cumhuriyet Bayramı bile kutlayamıyoruz. Eskiden çoluk çocuk resmigeçitlere gider, askerimizi- tanklarımızı-füzelerimizi-uçaklarımızı avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlar, Türkiye’nin gücüyle gururlanır, güven tazelerdik her yıl. Şimdi nerede öyle resmigeçitler? Ordumuzu kaybettik demeye dilim varmıyor. Ama çok özlediğimizi söylemeliyim. Yunan hücumbotunun karasularımıza girip, sahile çıkarak bir lastik botu yedeğine alıp, çekip gittiğini görmenin acısını yaşıyoruz. Nerede eskinin Kardak’a çıkıp bayrağımızı diken kahraman bahriyelilerimiz? Çoğu hapislerde çürüdü, çoğu askeri vesayet hikâyesinin kurbanı oldular.
Neyse biz gelelim günümüze. Olup bitenlerden ciddi şekilde endişe eden insanımız birbirine “nereye gidiyoruz- ne olacak halimiz” diye sorup duruyor. Bu sorunun cevabını bilen yok ama bana soranlara sosyal medyada rastladığım bir tespitle cevap veriyorum;
“Türkiye geri geri gidiyor. Bari yolda Atatürk’ümüze rastlasak…’’
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....