Sünnilik, tarihi kayıtlar ve açıklamalarla, kelam ve hadis ilmine dayanan, Kur’an’da bahsi geçen tüm peygamberlere inanan, Hz. Muhammed’i son peygamber olarak kabul eden Ehli Sünnet yoludur denilerek açıklanmaya çalışılmıştır lakin en öz tanımıyla Sünnilik, İslam dini mensubu olarak Allah’a inanan ve Peygamberi Hz. Muhammed Efendimize iman eden insanların, inancını yaşama hissiyatını Peygamberin sünnetini taklit ederek sünnet yolunda yaşayanlardır. Peygamber sünnetinin yorumlanışından gelen farklar sebebiyle de kendi içlerinde dört mezhebe ayrılmışlardır. Bu mezhepler,
Hanefi mezhebi; İmam Ebu Hanife'nin adını taşıyan mezheptir.
Şafii mezhebi; İmam Şafii'nin adını taşıyan mezheptir.
Maliki mezhebi; İmam-ı Malik'nin adını taşıyan mezheptir.
Hanbelî mezhebi; İmam Ahmed İbni Hanbel'nin adını taşıyan mezheptir.
şeklinde tanımlanmıştır. Buradan görüyoruz ki, uygulamaların yorumlanış farklılığı şeklî ritüellerin farkını doğurduğu gibi ritüel farkının inanç boyutunda öze tâbî olduğu sürece sakınca oluşturmadığıdır. Bizlerin anlayacağı en sade haliyle “Ben Sünni’yim” diyen bir kişi, “Ben, inancımı Peygamber sünnetini yaşayarak yani hayatın içinde O’nun yaşadığı gibi yaşayarak hissediyorum” demiş olur!
Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimiz, tüm yaşamını sadece yaşadığı coğrafya ve iklim sebebiyle giydiği kıyafetler üzerine sürdürmemiş, tebliğ ettiği İslam dini ve yine Kendi mübarek dudağından dökülen Cenab-ı Allah’ın kutsî sözleri olan davet, emirlerinden ve izahatlerinden oluşan Kur’an’ı Kerimin bildirdiği gibi yaşamıştır. O’nun yaşamında tevhide, imana, Kur’an’a, aykırı hiçbir şey bulunmamış, bir insan ve iman ehli olan için Cenab-ı Allah ne buyurduysa harfiyen yerine getirmiştir. O zaman Ehli Sünnet yani Sünni olmak, aynıyla yaşamakla mümkündür! Peygambere benzemek şekil ve kıyafet ve suret yönüyle böyle olmak isteyen her inanan için güzel olduğu gibi Ehli Sünnet yolunun kendisi değil başlangıcıdır çünkü şeklin, suretin, kıyafetin değişimi anlayışın değişimini kolaylaştırır ama değişim anlayışta olmuyorsa faydadan çok zarar verir. Peygambere benzemek, zihniyet yönüyle, anlayış yönüyle, sevmek, zikretmek, ilim, irfaniyet, ahlak, dürüstlük yani Kur’an’a uygun yaşamakla mümkündür. Peygamberin sevdiğini sevmeyen, zikrettiğini zikretmeyen, değer verdiğine değer vermeyen, O’nun ahlakıyla ahlaklanmayan, eminliğinden nasibini alıp emin olunmayan kişinin, şeklen benzemesi iman için olamaz çünkü Peygamberin en büyük düşmanları olanlar, O’nu öldürmek ve İslam’ı yok etmek isteyenler ve hatta sonradan yapmacık olarak müslüman görünüp iman yoluna en büyük zararı verenler dahi aynı şekilde giyiniyor, aynı şekilde sakal bırakıyorlardı çünkü bu imanla alakalı değil coğrafya ve iklimle alakalı bir durumdur.
Cenab-ı Allah, Peygamberi Hz. Muhammed Efendimize, Kendisini âlemlere Rahmet olarak gönderdiğini bildirmektedir. Rahmet olmak, genel tanımıyla Rahmanî vasıflar üzerine bulunurken insanları doğruya, tevhide, kurtuluşa davet etmektir ki yine Peygamberin kendisi bu konuyu,
Size bakanlar müslüman olmak istemiyorsa siz henüz iman etmemişsiniz
buyurarak özetlemektedir. Ehli sünnet, âlemlere yani insanlardan, mahlûkattan, nebadattan ve hatta cemadattan olan tüm yaratılmışlığa saygı ve sevgi duyarak, yardımcı olarak, elinden tutarak, hakkını gözeterek, koruyup kollayarak, ihtiyacını gidererek ve adaletiyle, dürüstlüğüyle, eminliğiyle örnek olarak âlemlere rahmet olmadıkça gerçek anlamıyla asla Sünni olamayacaktır.
Âlemlere Rahmet olmak, iman yolunu, Allah’ın buyruğunu her şeyden ön planda tutmak olup, nefs-i feragat yoludur. Bir kişi kendi dünyevî çıkar ve menfaatini göz ardı edip hak ve hukuk neyi gerektiriyorsa, kendisine o an için zarar verecek de olsa adalet üzerine kalıyor ve karar veriyorsa rahmet üzerine oluyordur ki Ehli Sünnet yani Sünni olmanın gereğini yerine getiriyordur.
Âlemlere Rahmet olmak, Peygamberin sevdiklerini sevmektir. Her kim kendi nefsani isteklerinin doğrultusunda sevmeyi bırakıp Peygamberin sevdiklerini sevmeye başlamışsa işte o, Ehli Sünnet yoluna girmiş ve Sünniliği yaşamaya başlamıştır. Bu sebeple Peygamber neyi sevmiş onu görmek lazım! Peygamberin sevdiklerinden nefret edip bir de onlara zarar vererek Ehli Sünnet olunamaz.
Âlemlere Rahmet olmak, kimseyi, incitmemek, üzmemek, kırmamak, kimseye zarar vermemek, zulmetmemek, dolandırmamak, yalan söylememek, çalmamak kısaca Kur’an’da belirtilmiş bütün yasaklara uymakla mümkündür. Gelip geçici dünya hayatında dünyada kalıcı menfaatler için, para için, mal için, nefsanî arzular için ve anlık tatminler için bu yasakları delmek rahmet yolundan çıkıp gazap yoluna girmektir. Ehli Sünnet, her ne koşulda ne için olursa olsun asla rahmet yolundan çıkmaz. Doğruluktan ayrılmaz, adaletten sapmaz, yalan söylemez, çalmaz, haksız kazanç elde etmez, görevi kötüye kullanmaz. Kendisini insanlığa, ilime, irfaniyete, imana, manaya adar.
Âlemlere Rahmet olmak, yaptığı iş her ne olursa olsun o işin en güzelini özveriyle, hakkını vererek yapmak ve her gün daha iyisi için kendisini geliştirmektir.
Araştırmak, okumak, sorgulamak, öğrenmek Ehli Sünnetin yani Sünniliğin günlük yaşamı içinde nefes almak, su içmek, yemek yemek gibidir. Ehli Sünnet olmak, haliyle, yaşantısıyla, sözleriyle, bakışı ve tebessümüyle, güler yüzüyle insanlara iyi gelmektir. Ehli Sünnet olanlar, herkese, tüm insanlığa saygı duyan, kabul eden, kişisel görüşlerinden arınıp Hakk’a göre doğrular üzerine olarak yanlış gördüğünde de yanlışı konuşarak anlatma yoluyla sunan ve doğrusunu gösterip davet ederek doğrunun uygulanmasında yardımcı olandır. Bu sebeple, ideolojik zehirle zehirlenip, kendi görüşünde sabit fikirli kalarak kendisinden olmayana zulmeden görüş Ehli Sünnet yani Sünni olmak değildir. Bu ancak Sünniliği kişinin kendi zalimliğine kılıf yapmasıdır.
İnanç, yaşanması gereken gerçekliğin ta kendisidir. Yaşanmayan inanç akılda bilgi olarak kalmaya mahkumdur. İnancı yaşamanın kalbî ve şeklî yönleri olduğundan, kalbî yönü tüm insanlar ve kültürler için ortak değerken, şeklî yönü farklılıklar gösterebilmektir. İşte bu sebeple, şeklî ritüeller farkı, toplumların örf ve adetlerine göre şekil alıp farklılaşmıştır. Sünnilik de bu farklılıklar içinde diğer farklılıklara karışmayıp, yok etmeye çalışmayıp, saygı duyduğu sürece kabul görmüştür. Bir Sünni için cami isminde binaya gidip namaz olarak kabul ettiği Ritüeli yerine getirmesi kendisi için ne kadar değerli ve önemliyse yani önce kendisi kendi inancını yaşamak sistemine ne kadar değer veriyorsa diğer sistemler de ona o kadar değer vermek mecburiyetindedir, aynısı Sünnilik için de geçerlidir.
Sünnilik, Peygamber sünneti üzerine iman yolunda yürümek olduğundan, bir Sünni’de Peygamberde bulunan imanî ve insanî değerleri görmemiz gerekir ki bunların başında dünya yaşamı içinde kendisinde ve her yüzde Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet edip bu şehadet üzerine yaşamak gelir. Şehadeti olmayanın Sünniliği akılda bilgi, dilde kelâm olarak kalmış henüz kalpte imana dönüşmemiştir.
Yüreğinize sağlık, Çağımızın hastalığı olan "Yaşanmayan bir dinin " mensubiyeti olarak ne Allah'a ne Resulullaha yakın olunmayacağını en güzel şekliyle izah etmişsiniz. Bütün mesele bu insanların izahtan bir hisse kapmaları. Dilerim bu noktada feraset sahibi olurlar. Selamlarımla