Hafta sonunda İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçimleri tekrarlanacaktır. Bu seçiminin yerel seçim boyutunu aşan bir heyecan ve önem kazandığı görülmektedir. 31 Mart 2019 yerel seçiminin galibi Ekrem İmamoğlu’ndan, onsekiz gün sonra Yüksek Seçim Kurulu tarafından hukuksuz bir biçimde başkanlık görevi geri alınmıştır. Zaten AKP iktidarı ile ülkemizde hukuk kalmamış, sivil darbe yapılmış ve buna “ileri demokrasi” adı verilmiştir.
Tekrarlanan bu seçime odaklanan toplum, ülkemizde yaşananlara ve gelecekte nelerle karşılaşacağımıza şimdilik uzaktır. İşte bu yöntem ülkemizin gündemini saptırmanın bir başka yoludur. Özellikle ekonomik kriz hep halı altına süpürülmektedir. Ancak yaşanan son gelişmeler, ülkemizde bazı kişilerin gerçek yüzlerinin görülmesi açısından da yararlı olmaktadır.
Sürekli olarak Ekrem İmamoğlu hakkında ileri geri sözler ortaya atılmaktadır; çok zengin olduğundan tutun da, Ordu Valisi için hakarete varan sözler kullandığı gündemde yer bulmaktadır. İstanbul’un, AKP’nin elinden alınması için İmamoğlu mutlaka desteklenmelidir. Ancak kapalı kutu görünümündeki Ekrem İmamoğlu, Deniz Baykal’ın dediği gibi “bir cumhuriyet projesi” değildir. Adnan Menderes ile Turgut Özal’a övgü düzen, “Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen Selahattin Demirtaş’ın çizgisini beğenen birinin, cumhuriyet projesi olma olasılığı yoktur.
İmamoğlu’nun karşısındaki aday Ulaştırma eski bakanı, başbakan eskisi, TBMM eski başkanı Binali Yıldırım, sanki sütten çıkma ak kaşık gibi gösterilmektedir. 1994 yılında İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) şirketinin genel müdürüyken 1999 yılında dönemin belediye başkanı Ali Müfit Gürtuna tarafından İDO’nun büfelerini usulsüz olarak akrabalarına dağıttığı için görevden alınmıştır.
11 yıl süreyle Ulaştırma Bakanlığı yapan Binali Yıldırım'ın bakanlığı döneminde 22 Temmuz 2004 tarihinde resmi verilere göre 41 kişinin yaşamını yitirdiği Pamukova “hızlandırılmış tren” faciası yaşanmıştı. Bu kazanın ardından istifa etmesi gerektiği yolundaki eleştirilere “Ben çok rahatım. O direksiyonu ben kullanmıyorum ki kardeşim. Bu seferlerle ilgili olarak 600 kişinin imzası var” diyerek, pişkin bir yanıtla görevine devam etmiştir. Son başbakan olarak 8 Temmuz 2018 tarihinde Çorlu'da yaşanan ve resmi verilere göre 25 kişinin yaşamını yitirdiği tren kazasının ardından belki istifa etmeyi aklına getirecekti ama başbakanlık kaldırıldığı için tepkisiz kaldı.
Binali Yıldırım, İstanbul Rum Ortodokslarının Patriği’nin isim gününü kutlayan sosyal medya mesajında patrik için “ekümenik” sıfatını kullanmıştır. Bu kavram Lozan Barış Antlaşması’ndan bu yana bütün Türk hükümetleri tarafından açıkça reddedilmiş ve Patrikhane’nin sadece İstanbul Rumlarının dini kurumu olduğu ifade edilmiştir. Binali Yıldırım’ın, “ekümenik” kavramının cumhuriyetimizin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’na aykırı olduğunu ve sonunun devlet içinde devlet olmaya kadar gideceğini bildiği kesindir. İşte oy uğruna yapılan böyle basit ve ucuz siyasetin, ülkemizi nerelere sürüklediği görülmektedir.
Bunların dışında sadece kamu kurumunda çalışan bir gemi mühendisinin çocuklarının 17 şirketi, 28 gemisi ve iki adet süper yatı olması nasıl açıklanabilir? Yandaş basının bunları görmeyip, sürekli Ekrem İmamoğlu ile uğraşması, AKP için İstanbul seçimindeki sıkıntıyı ortaya koymaktadır. 13 Haziran 2019 tarihinde İstanbul Sanayi Odası yönetimi ile toplantıda biraraya gelen Binali Yıldırım’ın; “Neleri yapabileceğimizi görmek için geçmişte neler yaptığımıza bakmak yeterli olur diye düşünüyorum” sözleri karşısında kuşkuya kapılmamak elde değildir.
Şimdi CHP ile onu destekleyen partilerin 31 Mart’ta sandıkta kazandıkları seçim zaferini, 23 Haziran’da masa başında kaybetmemek için var güçleriyle çalışmaları gerekmektedir. Belki herşey çok güzel olmayacak ama eskisi gibi de olmayacak. AKP’nin gidişi görülmüştür, şimdi bu gidişi hızlandırmak için destek zamanıdır.