Cin çarpmaz âşık olur..
Hikâyesinin bir kısmı İstanbul’da geçen ve Osmanlı tarihinden de beslenen “Three Thousand Years of Longing/Üç Bin Yıllık Bekleyiş”, günümüz insanlarına modernize edilmiş bir cin masalı anlatıyor.
Başta Jean Renoir olmak üzere pek çok usta kendini yönetmen, sinemacı vs. değil, “hikâye anlatıcısı” olarak tanımlar. George Miller da yeni filmi “Üç Bin Yıllık Bekleyiş”te mitoloji, masal, süper kahraman serileri ve sinemanın da özde hikâye anlatmanın biçimleri olduğuna dikkat çekiyor. Bu açıdan Miller için “Neden sinema?” klişe sorusuna verilmiş “sihirli” bir cevap olduğunu söylemek de mümkün bu filmin.
Filmi bizler için daha da ilginç kılan kısım ise hikâyesinin bir kısmının İstanbul’da geçmesi ve Osmanlı tarihinden izler taşıması. Edebiyat uzmanı Alithea, bir konferans için İstanbul’a geliyor. Kapalıçarşı’yı gezerken bir çeşm-i bülbül ilgisini çekiyor. Oteline götürüp yıkadığı o şişeden devasa bir cin çıkıyor. Çok uzun zamandır o şişede kapalı kalan cin, özgürlüğüne kavuşmak için Alithea’dan üç dilek söylemesini istiyor. Ama Alithea dilek dilemek istemiyor.
Hakikat ile köprü
Yedi sene evvel o muhteşem “Mad Max: Fury Road” ile hem “Mad Max” efsanesini güncelleyip dirilten hem de kadın gücüne dair güçlü bir manifestoya imza atan George Miller yeni filminde yine güncelleme tekniğine başvuruyor. Ama bu sefer Miller’den “Mad Max”vari sert vuruşlar bekleyenlerin şaşıracağı kesin. Uçan halıların yerini uçaklara, güvercinle gönderilen mesajların yerini internete, masallardaki sihrin yerini sinemada efektlere bıraktığı bir çağda Miller da kendi masalını anlatmaya soyunuyor. A. S. Byatt’ın 1994 tarihli kısa hikâyesi “The Djinn in the Nightingale’s Eye”dan uyarladığı “Üç Bin Yıllık Bekleyiş”te “Alaaddin’in Sihirli Lambası” ile Şehrazat’ın “1001 Gece Masalları”nı mesellerle ve tarihi olaylarla harmanlıyor. Hepsinin birleştiği nokta ise yalnızlığın hikâyelerle güçlü bağı ve zaman, teknoloji ne kadar değişse de hikâyenin geçmişle gelecek, masal ile hakikat arasındaki yıkılmaz köprü oluşu. Filmin İstanbul’da geçen ilk bölümünde Alithea’yı (adı hakikat anlamına geliyor), ikinci bölümde ise seyirciyi Şehrazat’ın masalını dinleyen padişah yerine koyması boşuna değil.
Filmin bugüne dönüp ırkçılık eleştirileri ve ölümlü-ölümsüz aşkına odaklandığı ikinci yarısının kopukluğu dikkat dağıtsa da ilk yarısında masal atmosferinin iyi kurulduğu söylenebilir. Tabii ki bunda Osmanlı döneminden beslenmesinin payı da büyük. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’yı boğdurması, IV. Murad ve kardeşi Deli İbrahim’in halef selefliği, bu cin masalının merkezinde konumlanıyor. Bu bölümler bir yandan Batı’nın Doğu’ya oryantalist bakışına sahipken bir yandan da Miller’ın renkli yorumunu da barındırıyor. Tilda Swinton ve zaman zaman Türkçe konuşan Idris Elba’dan çok gözlerimizin Zerrin Tekindor, Ece Yüksel, Erdil Yaşaroğlu ve Burcu Gölgedar’a odaklaması bu yüzden. “Üç Bin Yıllık Bekleyiş”, Miller’ın filmografisinde “Mad Max” serisi gibi derin iz bırakmayacak belki ama “hikâyeciliği” sebebiyle farklı bir yerde duracak.
Müjde Işıl / Milliyet Sanat