İstanbul’da Anadolu Yakası'nın kuzeyinde yer alan ilçelerden Çekmeköy’deyiz.
Görme engelli ya da kendi deyimiyle kör olan 44 yaşındaki Nurşen Korkmaz, beyaz bastonuyla Madenler Durağı’nda bekliyor.
Buradan, Avrupa Yakası'na geçen bir otobüse binerek Levent’e gidecek.
Durağa bir otobüs yanaşıyor, yolcular otobüse doğru yöneliyor ama o kararsız kalıyor. Çünkü otobüsün nereye gittiğini söyleyen dış anons kapalı.
Daha önce pek çok kez yaptığı gibi duraktaki yolculara otobüsün nereye gittiğini sormak zorunda kalıyor.
Resmi verilere göre nüfusu 16 milyonu aşan İstanbul’da her gün milyonlarca kişi otobüs, metro, metrobüs ya da Marmaray kullanıyor.
Bu araçların hepsinde engelliler için ayrılmış koltuklar ve alanlar var. Ancak bunların çoğu boş. Çünkü asansörsüz yapılar, otoparka dönüşen kaldırımlar ve bozuk yollar nedeniyle toplu taşıma araçlarına ulaşmak zor.
'Bir yere yardım alamadan gidemiyorsam engellenmişim demektir'
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aslı Sungur, İstanbul’un erişilebilir bir kent olmadığını vurguluyor.
"Bunu hepimiz yaşıyoruz. Tekerlekli sandalye kullanan da bunu deneyimliyor, bebek arabası ya da bastonla bir yerden bir yere gitmeye çalışan da."
Rampasız kaldırımlar, yıpranmış, yarılmış kılavuz yollar, kaldırımların ortasına konan direkler ve tabelalar… Bunlar engellilerin önüne çıkan zorlukların başında geliyor.
Doğuştan görme engelli Nurşen Korkmaz, "Bir yerden bir yere yardım alamadan gidemiyorsam demek ki ben bağımsız yaşayamıyorum, demek ki ben engellenmişim" diyor.
Erişilebilirliğin bir "lütuf değil hak" olduğunu belirten Nurşen Korkmaz, üç yıl boyunca Engelsiz Erişim Derneği’nin başkanlığını yapmış.
Mayın tarlasını andıran yolların yanı sıra onu zorlayan başka bir şey daha var. "Hiç sormadan kolumuza yapışıyorlar, direkt taciz aslında bu. Eğer kör biriyle karşılaştıysanız ve yardım etmek istiyorsanız süreci lütfen ona sorarak başlatın."
'Dışarıda bir yardım güruhu var'
32 yaşındaki eski tekerlekli sandalye basketbolcusu Latife Selin Erdem de aynı sorunla karşı karşıya olduğunu anlatıyor:
"Dışarıda bir yardım güruhu var ve sürekli engelliye yardım etmek istiyorlar. Benim için en büyük sorun, dışarıda hiç tanımadığım insanların hiç beklemediğim bir anda gelip sandalyemi sürmeleri. Otobüse binerken, otobüsten inerken yardım istemediğim durumlarda bile yardım etmeye çalışıyorlar."
Ona göre toplum, engellilerin normal bir hayat yaşamasını desteklemiyor. Öte yandan korumacı ebeveynler nedeniyle, engelliler hayata atılırken de kısıtlanıyor:
"Kimse biz metrobüse binebiliyoruz diye bizi başarılı kılmasın. Herkes için çok normal olan şeyler bizim için de normal olsun istiyorum. Çünkü o erişilebilirliği, kendimiz almak zorundayız. Eğer ben hayatın içinde olmazsam toplum nasıl şekilleneceğini bilmez. Çünkü tamamen sağlam insan, yürüyebilen insanlara göre şekillenir."
13 yıl tekerlekli sandalye basketbolu oynayan Latife Selin Erdem, bağımsız bir hayat sürebildiğini anlatıyor. Bunda tekerlekli sandalye basketboluyla tanışmasının önemli bir etkisi olmuş.
"Spora başlamadan önce benim için herhangi bir şehre ya da ülkeye biriyle gitmek gerekirdi. Ama spora başlayınca birçok engelliyi bir arada gördüm. Şehir dışı maçlarına birlikte gittik, birlikte geldik. Bu bağımsızlık hissi, beni basketbolda tutunduran şey oldu."
Sosyal medyayı da aktif olarak kullanan Erdem, gündelik hayata dair videolar çekiyor.
"Bazen dolapları sildiğim videolar paylaşıyorum, bazen çarşaf katladığım videolar. Herkes için normal olan bizim için de normal olsun istiyorum" diyor.
Erişilebilir İstanbul mümkün mü?
Peki yoğun nüfuslu ve karmaşık bir şehir olan İstanbul’u erişilebilir hale getirmek mümkün mü?
Prof. Dr. Sungur’a göre bu sorunun yanıtı, "Evet". Bunun için şehirde yaşayan herkesi kapsayan bütüncül çalışmalara ihtiyaç var. Ayrıca belediyelerin ve bakanlıkların birlikte çalıştığı bir koordinasyonun da kurulması gerekiyor.
İstanbul’un erişilebilir bir kent olmasının önündeki en büyük engelse araç sayısının her geçen biraz daha artması.
Prof. Dr. Sungur, bunun sonuçlarını şöyle anlatıyor: "Araç trafiği arttıkça artık kaldırımlar da yok oluyor, yapı önleri de yok oluyor. Hatta üniversite kampüslerinin içi bile otopark alanlarına ayrılıyor."
Araştırmalar, erişilebilirlikle ilgili iyi örneklerin tekil ve küçük kaldığını söylüyor. Prof. Dr. Sungur, geniş bir ağın parçası olmayan tekil uygulamaların etkisinin çok sınırlı olduğu görüşünde:
"Tekil bir yapıya ya da A noktasından B noktasına erişilebilir ulaşım yapılabiliyor. Fakat bunlar, birbirine bağlanarak bir ağ oluşturmuyor. Buradaki en büyük problem birbirine bağlanan bir ulaşım ağının olmaması. Yeni metrolar yapılıyor, raylı sistem artıyor evet. Ama toplu taşıma ağı, birbirine bağlanmıyor. Bu çok büyük bir problem."
Erişilebilirliğin altyapı çalışmalarına tasarım aşamasında dahil edilmesi gerektiğinin altını çizen Sungur, saha çalışmasının önemine dikkat çekiyor: "Sokak sokak gezip eksiklerin bir listesini çıkartmak gerekiyor. Yanlışı düzeltmek zor, baştan doğru yapmanız gerekiyor. 'Biz yapalım, sonradan rampa ya da sarı bant ekleriz' derseniz iş zorlaşır."
Sungur, erişilebilirliğin yalnızca kamu hizmetleri kapsamında ele alınmasının eksik bir yaklaşım olduğunu vurguluyor.
"Hiçbir grubu sadece hayatını idame ettirebilecek bir alana sıkıştıramayız. Hastaneden tiyatroya kadar herkesin aynı şeyi aynı şekilde kullanabiliyor olmasını sağlamak zorundayız."
Erişilebilirlik düzenlemelerini içeren 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun, 2005 yılında yürürlüğe girdi.
Kanunda erişilebilirlik, "Binaların, açık alanların, ulaşım ve bilgilendirme hizmetleri ile bilgi ve iletişim teknolojisinin, engelliler tarafından güvenli ve bağımsız olarak ulaşılabilir ve kullanılabilir olması" ifadesiyle tanımlanıyor.
Bu kanunla tüm kamu kurum ve kuruluşlarının 7 yıl içinde erişilebilir hale getirilmesi zorunlu yapıldı. Ancak erişilebilirlik hükümleri defalarca ertelendi. Ertelemeler Anayasa Mahkemesi’ne taşındı.
19 Eylül 2023’te AYM, erişilebilirlik ertelemesine ilişkin hükmü iptal etti. (Aynur Tekin / BBC Türkçe)