“Covid-19 bahane edilerek” tüm dünyaya yayılan korku senaryoları da gösteriyor ki; mevcut “medya araçları kullanılarak insanlar üzerinde yapılan algı operasyonları, (her konuda) gerçeklerden çok daha etkili ve inandırıcı durumdadır.” Bu durum ise bir çok konuda doğruların yanlış, yanlışların doğru olarak gösterilmesine ve yoğun şekilde bilgi kirliliğine neden olmaktadır.
Ülkemizde birçok konuda olduğu gibi beslenme konusunda da olabildiğince fazla bilgi kirliliği mevcuttur. Çünkü “sağlık konusunda olduğu gibi, beslenme konusu da bütüncül olarak değil, parça parça ele alınıp incelenmektedir.”
Yiyeceklerimiz küçücük biyokimyasal parçacıklarına kadar araştırılarak, beslenme ve sağlık açısından vücudumuz üzerinde olabilecek etkileri incelenip, varsayımlarla kesin sonuçlar elde edilmeye çalışılıyor. Sonuçta “aynı konuda taban tabana zıt bilgileri aynı eğitime ve kültüre sahip, aynı unvanı taşıyan” bilim insanlarının ağzından sık sık duymamız mümkün olabiliyor.
Bunlara bir de “satacakları mamulün besin değerinden ziyade raf ömrü, görüntüsü, pazar durumu ve satılabilirlik” gibi özellikleri daha önemli olan, gıda üreticilerinin “yanıltıcı reklamları” ile diyetisyenler hatta doktorlar tarafından verilen “tutarsız, bir biri ile çelişen tavsiye ve diyet programlarını” eklediğimiz vakit tüketicinin şaşkın, bıkkın ve çaresiz olması çok da anormal gelmiyor.
Konunun uzmanı olduğu iddia edilen birçok bilim insanından, bazıları “tek tip” beslenmeyi, bazıları “üç öğün”den şaşmamayı tavsiye ederken, bazıları da ara öğünlerle birlikte “sekiz öğün”ü aksatmamayı tavsiye edebiliyor.
Hazırlanan diyet programlarının bir kısmı sadece protein ağırlıklı beslenmeyi önerirken, bir kısmı karbonhidrat ağırlıklı beslenmeyi öneriyor. Kimisi sadece günlük alınacak kalori miktarından yola çıkarken, kimisi yağı sınırlandırmak adına, yağın cinsini ve kalitesini hiç dikkate almadan bütün yağları yasaklıyor.
Gıda maddelerini ve sindirim sistemini parça parça ele aldığımız vakit, bu çıkarımların doğruları da vardır, yanlış tarafları da vardır ve tamamı da “çok büyük bir bütünün, çok küçük parçalarıdır.”
Çünkü buradaki en büyük yanlış, “muazzam bir bütünlük içerisinde çalışan” insan vücudunun ve sindirim sisteminin, “binlerce parçaya ayrılarak” incelenmesi, her bir parçanın ayrı ayrı değerlendirilmesi ve asıl önemlisi de “tek yaratıcımız olan Allah’ın insan vücuduna (hücrelerine kadar) yüklediği, sayısız program ve yeteneğin göz ardı edilmesidir.”
Örneğin çorba, salata gibi garnitürler, ana yemek, tatlı ve yanında ekmek-pide ile içeceklerden oluşan bir tek öğünde bile; (zehirli katkı maddeleri hariç) farklı şekillerde farklı besinlerle bağlantılı binlerce biyo kimyasal alırız. Lokmayı ağzımıza aldığımız andan itibaren, “sindirim sistemimizde sonsuz derecede karmaşık kimyasal bir süreç başlar.”
Aldığımız besin kimyasallarının her birisi, diğer besin kimyasalları ve vücudumuz da salgılanan (sadece tükürük bezi ile salgılandığı tespit edilen aktif madde sayısı 300 civarındadır) kimyasallarla “sağlıklı olmamız için en büyük faydayı sağlayacak şekilde sayısız işleme tabi tutulur ve sayısız reaksiyona girer.”
Bu reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan kimyasallar, tüm vücudumuz da “çok karmaşık kontrollerden geçirilerek dikkatlice tasnif edilir ve her bir mikro gıdadan nereye ne kadar ihtiyaç olduğuna ve ne zaman ulaştırılması gerektiğine karar verilir.” Sonsuz derecede karmaşık bu biyokimyasal sürecin nasıl gerçekleştiği bugüne kadar çözülememiştir ve bugünden sonrada çözülebilmesi mümkün değildir.
Bu durumda yapmamız gereken vücudumuza yüklenen ilahi programı (fabrika ayarlarımızı) bozacak şekilde davranıp, beslendiğimizi zannederek midemize; “içine atacağımız her şeyi hazmedilmek üzere itirazsız kabul eden bir öğütücü muamelesi göstererek,” ihtiyacımız olan mikro gıdalar açısından boş, yapay rafine ürünlerle rastgele tıka basa doldurmayalım.
İhtiyacımız olan gıda maddelerini belirli bir denge içerisinde abartmadan, yeterince alarak, lokmalarımızı küçültüp en az 20-30 defa çiğnememiz halinde, “sindirim sistemimizin çok uzun yıllar hiç problemsiz bir şekilde hasta olmadan” çalışacağından emin olabilirsiniz.
Farkında olup olmadığınızı bilmiyorum ama günümüz beslenme şartlarında, yetişkin bir insan “yılda ortalama olarak (su hariç) kabaca bir ton civarında yiyecek ve içecek tüketmekte, ortalama 1 milyon kalori almaktadır.” Bu rakamlara birazcık dikkat ederek düşünürseniz, “sağlıklı olabilmemiz için” daha az yememizin ve daha dengeli beslenmeye çalışmamızın şart olduğunu görürsünüz.
Sorumluluğunu bilen insanlar olarak, çeşitli gerekçelerle her bahane için hastanelere gidip, ikide bir vücudumuzun “fabrika ayarlarıyla oynatıp, kimyasallarla bedenimizi zehirlemeden, yiyecek eşittir sağlık” kuralına uyarak, “yemek için yaşamayı bırakıp, yaşamak için yemeyi” öğrenmek zorundayız.
Sağlık bilincimizin çoğalmasına katkı sağlaması umuduyla, iyi haftalar…