Kırılganlığımız sertlik oranımızla ilişkilidir. Ne kadar kırılgansak, doğrularımız o kadar kesin ve o kadar yargılıyız demektir.. Sevgi ihtiyacımızdan da kaynaklanabilir. Hayalkırıklığı da bu çerçeve içindedir.
Kesin dediğimiz her şey, bizi de keser!
Çalışmama katılan birisi ertesi gün, telefondaki çalışma grubumuzdan çıkmıştı. Yolda gördüğümde selam vermedim. Ertesi hafta tekrar çalışmaya gelince:
-Gruptan çıkmışsın, niye katılıyorsun? Diye sordum.
-Ben mi çıkmışım, anlamadım herhalde, her yere katıyorlar, öyle bir şey sandım. Lütfen tekrar ekleyin.
Şimdi yukarıdaki örnek gibi, suçlu olup olmadığını anlamadan da kırılganlık yapabiliyor ve hatta o kişinin dışında herkese de durumu anlatabiliyoruz!
İki tanıdığım var, biri inanmadığımı düşündüğünden, diğeri inandığımı düşündüğünden küstüler! Buyrun efendim. İnanmak kavramı bile algımıza göre değişiklik gösteriyor.
Kırılan neremizdir?
Yanıtlarımızı elediğimizde, elde kalan egomuz olur sanırım.
Ego, bireyseldir, can merkezlidir, tüm kararlarımızı ona teslim edemeyiz. O karabibere benzer, nerede, ne kadar kullanmalıyız, sürekli ayar ister.
Sevgi ihtiyacı gerçekte kendimizi tam olarak sevmediğimizden kaynaklanabilir. Çocukluktan beri onay bekleyerek, kıyaslanarak, not sistemi ile yanlış büyütülmüşüz! Gerektiğinde yalnız kalma cesaretimiz yok olmuş. Mesela; herkes gibi giyindiğimizde göze batmama rahatlığını seçmişiz!
Hayal kırıklığı bizim düşüncemizle ilişkilidir. Ama sanki karşı tarafın hatası gibi görünür. Hayali kuran, o kişi ile ilgili varsayımlarda bulunan bizleriz. İlkokul ikinci sınıfta bir derse girdim, sevdikleri evi çizmelerini istedim. Hepsi hemen üçgen çatıyı yerleştirmişlerdi. Gerçekten çok şaşırmıştım. Hayalleri iğdiş edilmişti bile! Biz de hayalin güç olma kısmını fark etmemiş olabiliriz!