Araçlarda kullanılan teknolojiden bahsetmeyeceğim size.
Söz konusu 1980’li yıllarda hayatımıza giren hibrit-135.
Aradan 20-30 yıl geçince çiftimizin harakiri yaptığını anlamadığı günlerdi o günler.
Mesela tarlaya ektiği domatesin iki katı mahsul alacak olması çiftçiyi heyecanlandırmıştı.
Bahsettiğim yıllarda 4 bilemedin 5 kilo verim alırken birden 10 kilo 11 kilo verim çiftçimizin iştahını kabartmıştı.
Tarlasına hibrit-135 ekenler her yıl aldıkları verimin iki katını elde etmiştiler.
Ertesi sene yine yüksek verim almak istiyorlardı.
Aynı tohumu alıp ektiler!
Neden şaşırdınız?
Adam sana iki kat hasat yaptıracak sonra üründen tohum almana izin mi verecekti?
Tabi ki aynı verimi istiyorsan tohuma tekrar hatta her yıl para ödeyecekti çiftçimiz!
Bir müddet bu iş böyle devam etti gitti.
Çok değil 10 yıl sonra tarladan alınan verim giderek düşe düşe yerli tohumun verimine kadar düşmüştü.
Ama artık bir şey eskisi gibi değildi.
Eskiden yerli tohum ektiğinde tohumun oluyordu. Artık tohuma her yıl para ödemeden tohumun olmuyor.
Giderek tohumlarımız yok olmaya başladı.
2015 yılında 100 milyon dolarlık ihracat yapılmış 200 milyon doları aşan da tohum ithalatına para ödemiştik.
Geçen sene bakanlığın açıklamasına göre 150 milyon dolar ihracat, 200 milyon doların az üstü de ithalat olmuş. Açıklanan rakamlar sanki ihracat rakamının artığını gösteriyor.
Ama daha vahim bir durum var.
Türk Tohum Sanayi artık yerli değil!
Evet yanlış okumadınız.
Denetleme ve sertifika verme yetkisi de Türk Tohumcular Birliği’nde.
200 civarında firma yetki belgesi almış. Bir çoğu yabancı, yerli olanlarında yurt dışı ortakları var.
Haliyle ihracat rakamları artmış görünüyor.
Bir de çiftçiliği bırakıp büyükşehirlerde yaşayanlar hesaba katılırsa ithalatın düşük kalması normal.
Tohumculuk sektörünün rakamı 750 milyon dolar. Pazarın yüzde 70’i yabancıların kontrolünde.
600 milyon dolar tarla bitkisinin, 150 milyon dolar sebzenin tohumuna harcanıyor.
Bir diğer büyük problem ise çiftçilerimizin durumudur.
5 milyon civarı çiftçimiz var.
Bunların büyük çoğunluğu küçük ölçekli. Küçük ölçekli çiftçilerimiz üretmek mecburiyetinde.
Büyükler isterse üretiyor. Ama hesaplar büyük çiftçiye göre yapılıyor. Desteklerin büyük kısmı bunlara yapılıyor. Üretimlerinin büyük kısmı da yurt dışı pazarlara gidiyor.
Pazarda küçük çiftçinin malları yer alıyor.
Tarımda destekler muhtar beyanı esas alınarak ödeniyor. Büyük toprak sahiplerinin aleyhinde bir durum oluşması mümkün mü? Muhtar ne diyecek, ağa ne derse onu diyecek!
Desteğin büyüğü ağaya gidince küçük çiftçi ya para kazanamıyor, ya da ürettikçe zarar ediyor.
Ayrıca sadece sertifikalı tohumlara destek veriliyor. Yani çiftçimiz ağalara peşkeş çekiliyor.
Sadece tohum gideri yok ki çiftçinin.
Mazot elektrik, sulama, ilaç, işçi giderleri hesaplandığında ekse olmuyor, ekmese olmuyor.
Her yıl ‘bir umut’ diyerek tarlaya koşuyor.
Tüm giderleri hesapladığında bedensel çalışmasına ücret yazmasa bile çiftçilerimizin aylık geliri asgari ücrete gelmiyor.
Üretici de tüketici de olsak geleceğimize birlikte sahip çıkmalıyız.
Sayın bakan ‘hepimiz aynı gemideyiz’ diyor, sayın bakan haklı kendisi bu gün bakan ve aynı zamanda bir tüketici.
Çiftçimiz ekip biçecekse yabancıların kontrolündeki sertifikalı tohuma doğru mecburi istikamet gösteriliyor. Ürettiğini satarken de tüccarın kabzımalların elinde oyuncak ediliyor.
Tarımın her kademesinde çiftçimiz ya birilerinin insafına bırakılıyor, ya da faizci bankaların elinde oyuncak ediliyor.
Düzenin sistemin komple değişmesi lazım.
Nasıl yapılacağını büyük çiftçiye değil, işin ceremesini çekene sormalısınız!