Sebatımız mı eksik?
Tembel miyiz?
Demokrasi kültürü bize ters mi ?
Elin adamları bizi elek gibi elemiş.
Ecüğünden cücüğüne kadar her şeyimizi biliyor.
Tarihte 300'ün üzerinde devlet kurmuşuz.
Buna mukabil de 300'ün üzerinde devlet batırmışız demektir.
Yüzlerce yıllık imparatorluk kültürün olsun ama ayakta kalabilecek bir kuruluşa sahip olma.
Dünya'da Türk olarak bizi temsil eden kaç ürünümüz var.
Neden uzmanlık konularında bir başarımız yok?
Neden bir başka devletin güdümüne girmeyi istiyoruz?
Neden birimiz arap yanlısı olmak isterken diğeri İran, ABD, Rusya yanlışı olmak istiyor?
Neden aklımızı kullanarak bir yol bulamıyoruz ?
Depremler, yangınlar, kavgalar ne zaman ders alacağız bizler.
Kendi zafiyetlerimizi bilip bunları kapatamadığımız için düşmanı inceleyecek ve irdeleyecek ne zaman bulabiliyoruz ne de bir fikir ileri sürebiliyoruz.
Halbuki Fatih Sultan Mehmet ;
“Düşmanı tanımak, tehlikeyi bertaraf etmek demektir” diyor.
Bizler tehlikeyi bertaraf etmek şöyle dursun, paratoner gibi bütün belaları üzerimize çekiyoruz.
Dilimizde bir Avrupa birliği.
Gönlümüzde bir Amerikan rüyası.
Ne kadar da sırt dönmüşüz ilahi ikazlara.
''Zulmeden kimselere meyletmeyiniz, yoksa size ateş dokunur. Sizin için Allah'tan başka dostlar yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.''(Hud 113) ilahi hükmü gereği artık bir yardım da alamıyoruz.
Nereye gideceğini bilmeyen şaşkın ördekler gibi kainatın ortasında dolanıp duruyoruz. Bizim zaaflarımızı kim keşfetmişse onun çektiği yöne doğru yuvarlanıyoruz. Hiç biz zaman aklımızı kullanmadığımız belli. Bu durum Kur’an da bakın nasıl ikaz ediliyor ;
“ Rabbinizden size indirilen (Kuran'ı Kerim)e tabi olun (uyun) ve ondan (Allah'dan) başkalarını veliler (dostlar) edinip de kendilerine uymayın. Ne kadar az düşünüyor (az öğüt tutuyor) sunuz.''
Demek ki biz düşmanlarımızı tanıyacağımız ölçüleri terk etmişiz.
İlim irfanı bırakmışız , onlardan hileyi hurdayı kapmışız.
Dürüstlüğü ve adaleti atmışız, zulüm ve sahtekarlığı benimsemişiz.
Düşmanlarımıza hep açık vermişiz.
Hiçbir zaman ceddimizin izini takip etmemişiz.
Yavuz Sultan Selim hanın şu menkıbesi bizler işin bir şiar olmalıydı.
Yavuz şiire, edebiyata ve satranç oynamaya meraklı biridir. Aynı şekilde Şah İsmail'de de bu özellikler vardır. Sarayında ünlü şairleri barındırır ve çok iyi satranç oynar. Bunu bilen Yavuz Şah’ın bu özelliğinden yararlanmak ister. Tebdili kıyafetle (gezgin bir abdal kılığında) şahın ülkesine gider. Hanlarda, Kervansaraylarda satranç oynayarak önüne geleni yener. Haber şaha ulaşır. Şah der ki çağırın birde benimle oynasın. Yavuz Şah'ı da yener. Şah sinirlenir ve Yavuz'a der ki: "sen edep nedir bilmez misin? Hiç şahlar mat edilir mi?" Elinin tersiyle Yavuza bir tokat atar. Şahın kızdığını anlayan Yavuz onu yücelten şiirler okumaya başlar. İşte şahın huzurundan ayrılırken de bu şiiri okur.
Sanma şahım /herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur "
Ancak Şah İsmail hala onun Yavuz Sultan Selim olduğunu anlamamıştır.
Yavuz yediği tokatın acısını unutmaz. Birkaç sene sonra Çaldıran'da Şah İsmail'i yener ve ona bir mektup gönderir. Mektupta o günkü tokadın acısını aldığını söyler ve ilave eder: "atacaksan tokadı böyle atacaksın."
Maalesef bizler bu dünyanın şamar oğlanına dönmüşüz.
Her gelen bize bir tokat atma hevesine kapılıyor.
ABD’nin şu an Türkiye üzerinde oymaya çalıştığı oyunların temelinde bu milletin özelliklerinin iyi bilinmesinde yatmaktadır.
İnsanların bölünmesine neden olabilecek etnik kökenlilik, İhanet etmeye açık insanların yapısı vs hep bu bilinmişliğin bir sonucudur.
En ufak bir meselede onların mahkemelerine koşmuşuz.
Mahremiyet adına ne varsa devirip dökmüşüz.
Şimdi de toparlanamıyoruz.
Ayağa kalkmada güçlük çekiyoruz.
Ya Rabbi bu millete gideceği yönü göster.
Ceddinin yolunda yürümeyi tekrar nasip eyle…
...
Sakın gaflete düşme düşmanlarını tanı
Zayıf bir zamanında alev sarar her yanı
İhmal etme tedbiri vurur zalimin biri
Huzurunu kaybeder zindan eder dünyanı. (Dermanî )