İsveç ADD tarafından 29 Ekim 2022 tarihinde düzenlenen konferansa konuşmacı olarak davet edilen, köşe yazarlarımızdan Akademisyen SUAY KARAMAN'ın, bu güzide ve önemli anlatımlarını okuyucularımızla da paylaşıyoruz:
"Cumhuriyet Kazanımları ve Değerleri"
İsveç Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği Cumhuriyet etkinliğinde sizlerle birlikte olmanın sevinciyle hepinize hoşgeldiniz diyerek sözlerime başlıyorum.
Türkiye’den uzakta, Stokholm’de coşkuyla cumhuriyetimizin 99. yılını kutluyoruz. Bugün Ankara’da Anıtkabir yine insan seliyle dolacaktır, yurttaşlar ülkemizin her yöresinden Atatürk’e bağlılıklarını göstermeye, sevgi ve saygılarını sunmaya gelecekler. Bu en büyük bayramımız, son yıllarda tartışmalara konu olmaktadır.
Cumhuriyetin değerini anlayamayan saltanat sevdalıları, ulusal bayramlarımıza ve özellikle de Cumhuriyet Bayramımıza karşı tavır sergilemektedirler. Ancak bu olumsuz tavırlar, toplumun cumhuriyete daha çok sahip çıkmasına neden olmaktadır.
29 Ekim coşkusunu ve Atatürk sevgisini yok etmek, yasaklayabilmek olanaksızdır. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak için izin alınmaz. Bu bayramı kutlamak her Türk’ün doğal hakkı olmanın ötesinde görevidir de. Çünkü 29 Ekim 1923, Türkiye’nin varlık belgesidir. Bu gerçeğin değiştirilemeyeceğini herkes bilmek zorundadır. Ülkemizin aydınlanma devrimi olan “kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet”, insanları kul olmaktan çıkartmış, birey olmalarını sağlamıştır. Cumhuriyetimizi kuran, tam bağımsızlığımızı taçlandıran eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk ile tüm silah arkadaşlarını ve cumhuriyetimizin kuruluşuna katkı koyanları saygıyla, şükranla anıyoruz; yaşasın Mustafa Kemal Atatürk, yaşasın cumhuriyetimiz diyoruz.
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük liderlerinden, emperyalizme karşı verdiği savaşlarla ülkesini kurtaran ve “az zamanda, çok ve büyük işler yaparak” yeni bir cumhuriyet yaratan eşsiz önder Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğünü tüm dünya bilmektedir. Böyle bir lidere sahip olmamız, bizler için onurdur, gurur kaynağıdır. UNESCO, üye 156 ülkenin oybirliği ile 1981 yılını Atatürk Yılı ilan ederken, kararın gerekçesinde Atatürk şöyle tanımlanıyordu: “Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”
Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal, yurdumuzu emperyalist devletlerin işgalinden kurtarmış ve on beş yıl gibi kısa bir sürede, ülkesinin her alanda gelişmesi, kalkınması için büyük uğraşlar vermiştir. 1923 yılında kurulan genç Türkiye Devleti, halkın büyük çoğunluğu fakir ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek kadar az, sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Üstelik iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı “Düyun-u Umumiye” borçlarını da ödemek zorundaydı.
Mustafa Kemal 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Ulusal mücadelenin amacı, tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlıkla gerçekleştirilebilir. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun kaldığı sürece, kamu hizmetlerinin gereken biçimde düzenlenmesi beklenemez… Devlet organlarına canlılık veren mali güçtür… Mali bağımsızlığın ilk koşulu, denk ve ülke yapısına uygun bir bütçedir… Yönetim işleri için maliyenin sadece kendi kaynakları kullanılacaktır. Kamu hizmetlerinde son derece tutumlu davranılmalıdır…”
17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi düzenlenerek ulusal ekonomiye yön vermek üzere çeşitli önlemler alınmıştır. Kongrenin sonunda, oybirliği ile Misak-ı İktisadı kabul edilmiş, modern ve refah Türkiye için canla başla çalışmaya and içilmiştir. Kongrede; hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması, özel girişimcilerin desteklenmesi, yatırımcılara kredi sağlayacak bankaların kurulması, günlük tüketim mallarına öncelik verilmesi, önemli kuruluşların millileştirilmesi, sanayiyi teşvik edici yasaların çıkarılması, özellikle gümrük tarifelerinin milli sanayinin kalkınma ihtiyaçlarına göre değiştirilmesi, yerli malların karada ve denizde ucuz tarife ile taşınması gibi kararlar alınmıştır.
29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyet ile Türkiye Cumhuriyeti’nin yönü aydınlığa doğru, çağdaşlaşmaya doğru çevrilmiştir. Yapılan büyük devrimlerin ve yeniliklerin yanında ulusal bütünlüğün ve ulusal bağımsızlığın temel koşullarının güçlü ekonomi ile ekonomik bağımsızlık olduğunun bilincine varan Kemalist yönetim, plan ve programını buna göre yapmış ve uygulamaya koymuştur.
Atatürk’ün fiilen ekonomiyi yönlendirdiği dönemde gerçekleştirdiği somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda büyük bir kalkınma hamlesine girişildiğini göstermektedir. Bu girişimleri şöyle sıralayabiliriz: Türkiye İş Bankası açılmış ve böylece ulusal bankacılığın ilk adımı atılmıştır. Başta Eskişehir, Uşak, Alpullu olmak üzere birçok yerde şeker fabrikaları kurulmuştur. Kayseri’de uçak fabrikası kurulmuştur. Bünyan Dokuma Fabrikası açılmıştır. Ereğli ve Nazilli Bez Fabrikası ile Kayseri İplik ve Bez Fabrikası açılmıştır. Gemlik Suni İpek Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, İzmit Kâğıt Fabrikası gibi pek çok kurum ve kuruluş oluşturulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası kurulmuştur. 1930 yılında Sanayi Kongresi, 1931 yılında Ziraat Kongresi toplanmıştır. Birinci ve İkinci Kalkınma Planları oluşturulmuştur.
Dünyadaki ilk demokratik kalkınma planları; 1931 yılında Türkiye’de uygulamaya konulan ekonomik reform hareketleridir. Bu kalkınma planları eldeki kıt kaynaklarla halkın ihtiyaçlarının en iyi biçimde karşılanmasına yönelik hazırlanmıştır. Atatürk, Birinci Kalkınma Planı’nı 1933-1938 yılları, İkinci Kalkınma Planı’nı ise 1939-1944 yılları için hazırlatmıştır. Her iki kalkınma planının da temel amacı, hammaddesi Türkiye’de olmasına karşın dışarıdan ithal edilmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı.
Devletin iktisadi hayata girişi 1933 yılında Sümerbank’ın kurulması ile 1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’yla başlamaktadır. Bu plan döneminde, öncelikle, büyük kısmı yabancıların elinde bulunan demiryolları, Tramvay ve Tünel Şirketi, Zonguldak Kömür Şirketi, İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır. 1935 yılında yeraltı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü, elektrik ve enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için Elektrik İşleri Etüd İdaresi, madencilik işletmelerini kurmak ve işletmek amacıyla da Etibank kurulmuştur.
Birinci Kalkınma Planı döneminde toprak reformu yapılarak, tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile devletçe finanse edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik verilmiştir.
Planlı ekonomi uygulamaları sonucunda başarılı sonuçlar alınmış ve hedeflere ulaşılmıştır. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte kalkınma planlarına geçici süreyle ara verilmiş, devlet savaş ekonomisine uygun bazı önlemler almıştır.
Atatürk zamanında yapılan tüm bu işler, kolay başarılmamıştı. Planlanan hedeflere ulaşmak için; sınırsız yurt sevgisi, inanç ve özverinin yanı sıra, bilinçli, kararlı, örgütlü ve devrimci bir tavır sergilenmiştir.
Bu tavır, sonuçlarını kısa sürede göstermiştir. 1922-1925 yılları arasında fiyatlarda artış oranı yılda %3, 1925-1927 yılları arasında ise %1 olmuştur. Bazı fiyatlarda ucuzlama görülmüştür. Türk parası, yabancı paralar karşısında değer yitirmemiş, aksine bazılarına karşı değer kazanmıştır. 1923 yılında kişi başına düşen ulusal gelir sadece 45 dolar iken, 1940’lı yılların ilk yarısında 400 dolara yaklaşmıştır.
1923-1938 yılları arasındaki 11 yıl, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçe; 3 yıl, gelirin giderden çok olduğu bütçe fazlası gerçekleştirilmiştir. Yalnızca, Cumhuriyetin ilk bütçesi olan 1924 yılı bütçesi, %8’lik bir açık vermiştir. 1924 yılı hariç 1923 ile 1946 yılları arasında, dış ticaret dengesi hep pozitiftir; yani dış satım hep dış alımdan fazla olmuştur.
1929-1939 yılları arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 seviyesindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur. Tarım üretimi 1923-1930 yılları arasında %10, 1930-1940 yılları arasında ise %5 artmıştır.
1923 yılında çoğu imalathane görünümünde olan 140 fabrika sayısı 1933 yılında 2.500’e ulaşmıştır. 1923 yılında 600.000 ton olan taşkömürü üretimi, 1940 yılında 3.000.000 ton olmuştur. 1923 yılında çimento üretimi yoktur, 1940 yılında 270.000 ton çimento üretilmiştir. 1923 yılında kâğıt üretimi yoktur, 1940 yılında 10.000 ton kâğıt üretilmiştir. 1923 yılında cam üretimi yoktur, 1940 yılında 6.000 ton cam üretilmiştir. 1923 yılında demir-çelik üretimi yoktur, 1940 yılında 130.000 ton demir-çelik üretilmiştir. 1923 yılında 50 milyon kwh olan elektrik enerjisi üretimi, 1940 yılında 400 milyon kwh olmuştur. 1923 yılında 3.700 km olan toplam demiryolu uzunluğu, 1940 yılında 7.500 km olmuştur. 1923 yılında 2.500 km olan toplam karayolu uzunluğu, 1940 yılında 21.000 km olmuştur. 1923 yılında toplam karayolu posta hatları sayısı 12 iken, 1940 yılında 1.500 olmuştur. 1923 yılında toplam telefon sayısı 2.000 iken, 1940 yılında 23.000 olmuştur.
Tarım ve hayvancılık alanlarında da çok başarılı gelişmelere imza atılmıştır. 1923 yılında üretimi olmayan şeker, 1940 yılında 90.000 ton üretilmiştir. 1923 yılında 970 ton olan buğday üretimi, 1940 yılında 4.000 tona çıkarılmıştır. 1923 yılında 15 milyon olan koyun sayısı, 1940 yılında 24 milyona ulaşmıştır. 1923 yılında 4 milyon olan büyükbaş hayvan sayısı, 1940 yılında 10 milyona ulaşmıştır.
1923 yılında %5 olan okuma yazma oranı, 1940 yılında %25 olmuştur. Geçenlerde AKP’nin bir milletvekili “cumhuriyet bizim alfabemizi yok etti” demişti, işte sayısal veriler aslında cahilliğin yok edildiğini gösteriyor ama bazılarının cahillikten kurtulamadığı görülüyor. 1923 yılında 4.900 olan ilkokul sayısı 1940 yılında 7.800, 72 olan ortaokul sayısı 220, 80 olan lise sayısı 160 olmuştur. 1923 yılında darülfünun denilen üniversitede medrese benzeri eğitim verilmekteydi, fakülte ve yüksekokul olarak sayısı sadece 9 idi, 1940 yılında fakülte ve yüksekokul sayısı 20 olmuştur. 1923 yılında sayısı 400 olan tıp doktoru, 1940 yılında 1.600 olmuştur. 1923 yılında bebek ölüm oranı binde 480 iken, 1940 yılında binde 270 olmuştur. 1920’li yılların başında ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığına diğer İslam ülkelerinin hepsinden çok daha fazla ulaşmıştır.
10. Yıl Marşı’ndaki “Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan” sözünün içi sosyal, toplumsal devrimlerin yanı sıra kalkınma planlarıyla, sanayi planlarıyla, şeker fabrikalarıyla, basma fabrikalarıyla, uçak fabrikalarıyla, demiryollarıyla, Sümerbank’la, Etibank’la doludur.
Bütün bu gurur verici olayların ardından 10 Kasım 1938 tarihinden sonra cumhuriyet rejiminin altı oyulmaya başlanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl gibi kısa sürede yaratılan gurur verici tablonun ardında, cumhuriyetçilik, ulusalcılık, devletçilik, halkçılık, laiklik, devrimcilik ilkeleri bulunmaktaydı. Atatürk’ün tam bağımsız ve emperyalist karşıtı kararlı yönetimi ve ilkeleri sayesinde gelişen Türkiye, O’nun ölümünden sonra bu gelişmeyi sürdürememiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra, yabancı devletlerle ikili anlaşmalar yapılmaya başlanmıştır. 1 Nisan 1939 tarihinde ABD ile yapılan anlaşma, ülkemizin yabancı bir devlete ekonomik imtiyaz tanıdığı ilk ikili anlaşmaydı. Bu anlaşma ile Türkiye, ABD’ye bazı konularda özel ayrıcalıklar tanımıştı. Bu tarih, ülkemizin geleceğini emperyalizmin ağına düşürmesi bakımından çok önemlidir. 12 Mayıs 1939 tarihinde İngiltere ile, 23 Haziran 1939 tarihinde Fransa ile iki ayrı deklarasyon yapılmış ve bunlar 19 Ekim 1939 tarihinde “Üçlü İttifak Antlaşması” haline getirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından zamansız olarak çok partili hayata geçen Türkiye için, ABD tarafından yürütülecek yardım programlarının koşullarını belirleyen Dorr, Hilts, Barker ve Thornburg gibi bazı raporlar hazırlanmıştır.
Hazırlanan bu dört raporda Türkiye’nin kalkınma sürecini 1930 öncesi dönemine döndürmek niyeti vardır ve hangi projelerin uygulanacağı belirlenmektedir. Ayrıca Türkiye’nin tarımsal üretime ağırlık vererek, sanayileşme çabasından vazgeçmesi öngörülmüştür. İşte emperyalizmin dayattığı bu süreçler özellikle demiryolunun, karayolunun gerisinde kaldığı sürecin başlangıcı olmuştur. Gelişmişliğin ön koşulu olan demiryolu, ikinci plana itilmiştir.
Bu raporlardan başka Truman Doktrini ve Marshall Planı gibi ekonomik yardım paketleri de, bir çeşit kapitülasyon benzeri anlaşmalardır. Türkiye’nin aldığı Marshall Planı aracılığıyla montaja yönelik otomotiv sanayisi körüklenmiştir. Daha sonra karayolu projeleri dayatılarak, ülkemizdeki ulaşım politikaları değiştirilmeye başlanmıştır. 1950’li yıllarda Truman Doktrini çerçevesinde Marshall Planı’ndan sağlanan makinelerle, makineli yol yapımına geçilmiştir. Bu yıllardan sonra, karayolunun taşımacılıktaki payı %40’lardan, %95’e çıkmıştır. 1950’li yıllara kadar demir ağlarla örülmeye başlanan ülkemiz, bundan sonra karayollarıyla soyulmaya başlanmıştır. Özellikle eğitim politikalarının da emperyalist devletler tarafından belirlenmesi sonucunda, cumhuriyetin kitapları kaldırılarak, gerçekle ilgisi olmayan kitaplarla yeni kuşaklar yetiştirilmeye başlandı. Cumhuriyet’in aydınlanma yolunda, fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür olarak yetiştirilmesi gereken kuşaklar yerine, imam eğitimiyle bilimden, kültürden, sanattan uzak Ortaçağ artığı kindar ve dindar kuşaklar yetiştirildi. Cumhuriyetin değerini bilmeyenler, saltanata ve hilafete sempati duymaya başladılar.
Atatürk’ün ölümünden sonra ardı arkası kesilmeyen ABD’nin rapor trafiği, özellikle 1950’li yıllarda Demokrat Parti iktidarı ile devam etmiştir. Ne yazık ki bu süreç günümüzde de sürmektedir. 26 Mart 2003 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi, CIA Ortadoğu ve Türkiye uzmanı Henry Baker, Utah Üniversitesi’nde verdiği konferansta şunları söylemişti: “Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla AKP lideriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik.” Bu kafeslemenin ardından 4 Temmuz 2003 tarihinde Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde Türk Askeri’nin başına çuval geçirildi.
CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller’in 2008 yılında Türkçe’ye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında, ülkemize karşı yapılmak istenen emperyalist oyunlar açık açık yazılmıştır; “Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrimdir. Bu devrimin karşısındaki tek güç, Türk Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve tasfiye edilmeleri gerekir.” Bu kitapta Türkiye’nin Arap harflerini reddederek, tarihinden radikal olarak koptuğu da yazıyor; yani yukarıda söz ettiğimiz AKP’li milletvekilinin söyleminin dayanağı bu kitaptadır.
İşte biz, bu tasfiye sürecini Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davalarıyla hep birlikte gördük, hep birlikte yaşadık. Emperyalizmin ‘Kürt sorunu’ olarak adlandırdığı terör konusunda yine ABD’nin CIA uzmanları arka arkaya rapor hazırladılar. ABD ürünü olan ‘çözüm süreci’ adı verilen projeyi uygulamaya koyanlar, terör örgütüyle mücadeleyi bırakıp, müzakere edenler, teröristleri davul zurnayla karşılayıp, çadır mahkemeleri kuranlar, terör örgütünün silah depolamasına göz yumanlar, bebek katili terörist başının, İmralı’dan PKK terör örgütünü yönetmesine ses çıkarmayanları gördük. Bugün bunlara destek olanları da görüyoruz.
Günümüz Türkiye’sinde 8 milyon kişi asgari ücretle çalışmakta, 12 milyon kişi işsizlikle boğuşmaktadır. Çalışanların %70’i yoksulluk sınırının altında ücret almaktadır. 10 milyon kişi yeşil kartlıdır. Memurun, işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin düşürüldüğü acıklı durum herkes tarafından görülmektedir. Evlerinde aç yatan çocukların, tenceresi kaynamayan anaların, çocuklarına harçlık veremeyen babaların, genelevde çalışmak için sırada bekleyen kadınların, ürünü dalda kalan çiftçilerin, haklarını aramak için sokağa dökülenlerin, direnen işçilerin, maden ocaklarında ihmal sonucu ölenlerin, intihar edenlerin görüldüğü günümüz Türkiye’sinin getirildiği durum yürek parçalayıcıdır.
Dünya Ekonomik Forumu 2022 raporuna göre Türkiye’nin, bütün kriterler sonucunda 134 ülke arasında genel sıralamada 124. sırada olduğu bildirilmiştir. Ülkelerin gelişmişlikleri açısından yapılan sıralamalarda üçüncü dünya ülkelerinin bile gerisinde yer alan Türkiye’nin bu durumu, içler acısıdır.
Bugün dünyanın 17. büyük ekonomisi olmakla övünülen ülkemizin dış borcu yaklaşık 500 milyar dolardır. Enflasyon artmakta ve Türk parasının değeri yabancı paralar karşısında sürekli düşmektedir. Bu yapıya paralel olarak toplumun geliri de, alım gücü de sürekli düşmektedir.
2022 yılı için 5.500-TL (297 Euro) olan asgari ücret ile açlık sınırı ve yoksulluk sınırı karşılaştırıldığında, dünyanın 17. büyük ekonomisinin durumu çok kötüdür. 2022 Eylül ayı verilerine göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 7.300-TL’dir (395 Euro). Bunun yanında gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri gereksinimler için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 23.600-TL’dir (1276 Euro). 2022 yılında doğalgaz fiyatı yaklaşık %120, elektrik fiyatı yaklaşık %130, akaryakıt fiyatı yaklaşık %200 artmıştır. Son bir yılda çiftçinin kullandığı mazot %250, gübre %350 artmıştır. Son bir yıl içinde sebze ve meyvenin fiyatı ortalama olarak %110 artmıştır.
Kendi kendini besleyen yedi ülkeden biri olan Türkiye, bugün tarım ve hayvancılıkta dış alım bağımlısı konumuna getirilmiştir. Tarım alanları daraltılarak, 130 ülkeden, tarım ve gıda ürünü alan bir duruma düşürülmüştür. Yerli tohum bitirilerek, tohum pazarının yaklaşık %75’i yabancıların eline geçirtilmiştir. Tarım ve hayvancılığı bitirilen Türkiye’nin, sanayileşme iddiası da yitirtilmiştir. IMF ve Dünya Bankası’na teslim olunursa, üretime değil tüketime, dış satıma değil dış alıma dayalı büyüme modeli benimsenirse, gelinen sonuç bu olur. Yani kısaca; dışa bağımlılıktan kurtulamazsak, ekonomimiz hep tepetaklak olur. Bugün ülkemizin korkunç bir durumda olduğu çok açıktır.
Ülkemiz, tarihinde eşi görülmemiş ekonomik ve siyasi bir bunalımla karşı karşıyadır. Cumhuriyetimizin bütün değerleri yok edilmiş, ulusal varlıklarımız satılmıştır. Eşsiz kurtarıcımız Atatürk’ün bile sorgulandığı bu karanlıktan ve krizden çıkmanın yolu, örgütlü mücadele yapmaktan geçer. Tam bağımsızlık, emperyalizm karşıtlığı ilkelerinde buluşanlar, o muhteşem Altı Ok’un aydınlığında bu mücadeleyi başlatmak zorundadırlar. Umutsuzluğa yer yoktur, Kemalist Kalkınma ile bu durumdan kurtulmak olanaklıdır. Atatürk’ün ışıltılı yolu ve eşsiz Altı Ok’u, ülkemizin geleceği için, aydınlık ve refah dolu günleri müjdelemektedir. Büyük önderimiz Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleştirilen ve büyük başarılara imza atan geçmişteki övünülecek tablonun, günümüzdeki siyasilere de ışık tutacağına inanıyoruz. 1923 ile 1938 yılları arasında denk bütçe yapan, büyük atılımlarda bulunarak, olağanüstü yatırımları gerçekleştiren Atatürk Türkiye’si örnek alınmalı ve yeniden kalkınma hamlelerine başlanmalıdır.
Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken gerçek şudur: Ülkemizin düşmanı ABD’dir, AB’dir, kısaca emperyalizmdir. Atatürk’ün gençleri bunu iyi bilmelidir ve ona göre tavır almak zorunluluğundadır. İşte bu zorunluluk, günümüz koşullarında Gençliğe Hitabe ile Bursa Nutku’nun önemini çok daha anlamlı kılmaktadır. Emperyalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığının ve aydınlığının karşısında duramayacaktır. Emperyalizm, Atatürk ilkelerine ve devrimlerine inanan gençlerin direncini kıramayacaktır. Kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyetimizi, şeriatçılara, bölücülere, liboşlara ve kaçak saraylara yedirmeyeceğimiz bilinmelidir. Cumhuriyetimizi sonsuza dek yaşatmak kararlılığı, Atatürk’ün bizlere bıraktığı mirastır.
Yurtsever güçlerin örgütlenerek, ülkemizi hak ettiği aydınlık seviyeye ulaştırdığı zaman, “bütün umudum gençliktedir” diyen büyük önder Atatürk’ün, arzu ettiği çağdaş Türkiye’ye kavuşmuş olacağız. Türk Gençliği olarak, büyük Atamızın “yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz” diyerek, bizlere bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak yaşatacağız.
Cumhuriyet, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. Cumhuriyet, milletimizi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak adımların en önemlisidir, ulusal birlik ve beraberliğin sağlanmasının en büyük güvencesidir. Cumhuriyet bağımsızlıktır, özgürlüktür. Cumhuriyet akıldır, vicdandır. Cumhuriyet çalışkanlıktır, üretmektir. Cumhuriyet eşitliktir, cesarettir. Cumhuriyet kültürdür, sanattır. Cumhuriyet kamuculuktur, vatandır. Büyük Atatürk’ün cumhuriyet konusundaki görüşleri şöyledir; “Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Cumhuriyet, adam olmak demektir.”
Yaşasın Cumhuriyet diyor ve Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum. “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü ile konuşmama son veriyor, hepinize saygılar sunuyorum.
29 Ekim 2022