“Yokuş değil beni yoran eve gitmemek isteği” demişti. Başkasının canından koparıp yolladıklarına bir gelecek hazırlamak için saatlerce ayakta enerjimizi tükettiğimiz o yıllarda hep zor çıkardı o küçük yokuşu genç yaşına rağmen. Koşa koşa eve gidip dinlenme isteği yoktu onda. Mızmız iki kız çocuğu, alkol kokusu ve küfürler eşliğinde sokağı arşınlayan koca kimin olsa, geri geri giderdi ayakları.

Kıdemlisi olarak ona sahip çıkışım, eksiğini kapatma gayretim, öğretme isteğim, horlanmış, kaderine terk edilmiş bir hemcinsimi korumak adınaydı. Hafta sonu özene bezene hazırlanıp gittiğimiz o meslektaş buluşmalarını şiddetle reddederdi. Bir hafta sonu okul müdürümüzün ısrarlı davetini kabul etmek zorunda kalmıştı.

Her şey güzel başlamıştı. Eşini aynı mahallede oturduğumuz için sadece ben tanıyordum. Arkadaşlarım ilk kez tanıştılar. Müzik öğretmeni çiftimiz gitar eşliğinde türkü söylüyorlardı. Adam arkası arkasına rakı bardaklarını yuvarladıkça ilk itirazı gitara geldi. Türkü gitarla söylenmezmiş. Ev sahibi sorun olmasın diye gitarı aldı. Sonra menemen muhabbetine geldi konu, nasıl geldiyse. Patavatsızın teki” Geçen hafta sınav sonrası gittiğimiz kahvaltıdaki soğanlıydı. Oysa sabah yapılan menemene soğan konmaz .”deyiverdi. Adam döndü “Sen de mi oradaydın? Benden izinsiz mi gittin kahvaltıya ?“dedi. Ortalık ölüm sessizliği. Herkes öfkeyle boşboğaza bakıyor. Kadıncağız kem küm…” Planlı değildi, söyleyecek vakit olmadı.” Der demez okkalı bir tokatla aldı karşılığını. Hepimiz donmuştuk. Ağabey konumundaki ev sahibi rica minnet adamı dışarı çıkardı. Moraran yüzüne buz koyduk gözyaşlarımız eşliğinde. O tokat bize de gelmişti. Allahtan çocuklar bahçedeydiler. Ve grubumuza ilk ve son dahil oluşuydu bu. Israrın nelere yol açabileceğinin de örneği oldu bize.”Teklif var, ısrar yok.” sözünü hep sevmişimdir bu yüzden.

Hikâyesini daha sonra öğrendik. Annesinin ikinci evliliğinde istenmeyen çocuk olmuş. Okul biter bitmez kapılarına dayanmış. Sözde liseden beri aşıkmış. Ekonomik durumu iyi, mesleği var gerekçesi ile vermişler. Nişanlılık döneminde anlaşmazlıklar olmuş ama aile baskısı ağır basmış. İçmediği zamanlar şiddet yok diye karakter bozukluğu içkiye yüklenmiş. Meslektaşlarının yanında böyle davranan evde ne yapmazdı ki. Sürekli boynuna bağladığı fularlar geldi aklıma, bir de yazın o sıcağında bile uzun kollu ve siyah çorapla gezmesi. Muhtemelen morlukları gizliyordu. O günden sonra hem acıdım hem kızdım. Ama bir o kadar da çaresizliğine öfke duydum. Bir edebiyat öğretmeni ve kitap aşığı olarak okuduğum romanları, şiirleri düşündüğümde hep şerh koydum aşklara o yıllarda.

Sadakat baki olmak şartıyla insanın özgürlüğü kısıtlanmamalı. Gelişimi, sosyalleşmesi, paylaşması ve evine mutlu dönmesi asıl olan olmalı. İnsanlar eş ve iş ilişkilerinde herkesi kendi istekleri doğrultusunda şekillendirerek bireye hiçbir alan bırakmıyorlar. Bu olay üzerinde çok düşünmüşümdür; sevgi nedir?

Ben sevdiğim insanların bana benzeyip benzemediklerini sorguladığımda cevabım çoğunlukla hayır olmuştur. Üstelik bana benzemeyenler yıllar yıllar boyu en sevdiklerim olmuştur. Ben o beyin, o gün “Sen arkadaşlarınla kahvaltıya gitmeyi seviyordun madem niye bu zamana kadar bekledin be sevgilim!” demesini isterdim. Kısıtladığımız her bakış açısı bizi biraz daha uzaklaştırır birbirimizden. Paylaşımı imkansızlaştırır. Yanlışlar olabilir, insanız sonuçta. O zaman da kırmadan dökmeden, aşağılayıp incitmeden çekincelerimizi anlatmak gerek. İkna olmuş her insan aynı hataya gönüllü olmaz. Anlamadığımız, ısrarla anlamak istemediğimiz mutlu erkek ve mutlu kadının asla arayışa girmeyeceği gerçeğidir.”Ya benimsin. Ya toprağın” zihniyetinin de anlamadığı nokta bu; sevilmek istiyorsan seveceksin. Fedakarlık istiyorsan sen de vazgeçeceksin hoşlanılmayan şeylerden. Sadakat istiyorsan sadık olacaksın. Sana güler yüzle gelene somurtmayacaksın. İçten bir tebessümün yumuşatamadığı kalp var mıdır? Tüm bu sözleri o beyefendiye söylemek isterdim.

Zaman geçtikçe sonsuz aşkın varlığına hatta sonsuz aşka inandım. Aşık Veysel’in kendisini terk ettiğini bildiği eşinin ayakkabısına gizlice para koyması, duygu dünyamı alt üst etmiştir. Benzeri pek çok gerçek hikaye okumuş ve dinlemişimdir. Sevgi aşkın durulmuş halidir. En sadık ve ısrarcı olduğum konudur bu, çok eleştirilsem de: Aşkın bir mantığı var. Bunu gördüm. Doğarken senin katkın olmaz ama büyürken kalp söyler, akıl onaylar. Akıl söyler, kalp onaylar. Böyle bir döngüsü var, bu döngü bu ritimdir aşkı yaşatan. Sevdiğin adamı ya da kadını kendine benzetmeye, değiştirmeye çalıştığında aşk biter. Çünkü onu sana, seni ona çeken her şey bitmiştir, sıradanlaşmıştır. Ve bildiğin, düşündüğün, hissettiğin bir şey aynının tekrarıdır, heyecan vermez. Bir romanda okumuştum. Kırk yıl süren bir aşkın kahramanına “Nasıl yani?” diye sorulduğunda “Yataktan kalkışını, kaşık tutuşunu bile değiştirdiğinde heyecanlanıyorum.” diye cevap veriyordu. Evlerdeki sessizlik bu yüzden. Siz zaten söyleneni biliyorsanız neyi dinleyeceksiniz.

İllaki aşık olduğunla yuva kuracaksın düşüncesi yanlış ve bazen imkansız. Öyleyse sizi hep hoş tutacak, güven duymanızı sağlayacak bir sevgiye kucak açmak da şu hayatta en iyi seçimlerden birisi.

Bize benzeyeni sevmek kendimizi sevmektir. Karşındakine baskı bu yüzdendir. Eksik yanımızı onda tamamlayıp mükemmelleşmek isteğidir. Ve ne acı ki en güzel, en derin, en uzun olması gereken ilişkiler en başta son bulur. Rutin, ruhsuz, mecburi birlikteliklere dönüşür.

Okuduklarım beni bazen de o muhteşem duyguyu kaybetmemek adına aşkın peşine düşüldüğü noktasına götürür. Yeryüzünde hiçbir duygunun insanı bu denli mutlu edebileceğine çok da inanmıyorum. Öylesine bir duygu yoğunluğu yaşıyor ki insan içindeki tüm cevherler ortaya çıkıyor; resim oluyor, beste oluyor, şiir oluyor, roman oluyor. Bir asır öncesinde, bir kez gördüğü bir gözü, hiç görmediği şehirlere bedel kıldırıyor. ”Kars’ı Ardahan’ı, Erzurum, Van’ı/Delh’i Buhara’yı değer gözlerin.”

Mutlu insan kendisini olduğu gibi ifade edebilen, yalansız, riyasız, kendi doğruları ile yaşayan insandır. Birbirimizi böyle kabul ettiğimizde ve karşımızdakinin alanına saygı gösterdiğimizde ritmimiz değişecektir. Yeni ufuklar, yeni pencereler açılacaktır hayatımızda. Korkmamak gerek sevgiden, aşktan, farklılıklardan.O siz de kalsın, sizin olsun istiyorsanız, birlikte mutlu yaşamanın gerçeklerinden kaçmamak da gerekir. Ve böyle olduğunda zaman size çalışır.

Sevgi, varlığımızın hamuru, temel taşımız, aşk ise onun harlanmış ,ateşlenmiş hali.Sevmek eyleminin varlığını içimizde hissettiğimizde ardına düşmeli ve sorgulamadan o duygunun getirisine tutunmalıyız. Şu zaman diliminde öylesine kirlenmiş, örselenmiş duygularımızın içinde tek temiz olanının bu olduğuna inanıyorum. Niye mi? Hep söylediğim gibi ruhumuzun ana maddesi “SEVGİ” olduğu için..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Bahar Su Dinçeller 2 yıl önce

Aytaç hnm. cım yine muhteşem bir yazı...
Bilseniz bile, başka açısından sevgi ve aşk'ın tanımını okumak ışık parlaması hatta gerçeğin idraki gibiydi...İyi ki varsınız....