Yeni bir yıla yeni umutlarla girmeye hazırlanırken gencecik bir kadın daha boğazı kesilerek katledildi.
Elimde “Bukowski’nin Kadınları” kitabı ve gazetemizde ilgimi çeken “Kadına şiddete dikkati çekmek için çalgılı çengili bir toplantı yapıldı” haberi.
Defalarca yazıldı çizildi bu konular. Yürüyüşler, protestolar, öyle veya böyle. Sonuç değişmedi, değişmeyecek.
Kadının öz değerlerinin, Tanrı bağışı gücünün, yeteneklerinin ve ayrıcalıklarının öne çıkarılması yerine yine erkeklere özgü eğlence anlayışı ile göndermeler yapmak, “siz böyle eğleniyorsunuz ya bakın biz de yapabiliriz” mesajı vermek, kimse kusura bakmasın bu toplumsal yarayı en basitinden hafife almaktır.
Evet, biz de yapabiliriz. Her görevi erkekler kadar iyi yapabiliriz. Erkekler de bize özgü sanılan pek çok işi başarıyla yapabilirler. Yapıyorlar da. Akıl, el, kol, bacak dişil ya da eril değildir, işlevleri de aynıdır. Mesele bu değil ki.
Mesele kadın meselesinden çok insanlık meselesi haline geldi. Şüphesiz kadına şiddet çağlar boyu da hep vardı. Ancak sosyal medya aracılığı ile habere ulaşmak bir tık kadar yakın olunca, biz dünyanın öbür ucunda tanımadığımız bir kadın için de gözyaşı döküyoruz. Babalar ve oğullar, erkek kardeşler de acı çekiyor.
Aile, saygının, sevginin, paylaşımın ve güvenin kazanıldığı yerdir. Ne yazık ki şiddet eğiliminin başlangıç noktası da orasıdır. Bir çocuk anne ve babasının değerleri ile büyür. Hafızasındaki ilk fotoğraflar onların davranış biçimleriyle ilgilidir. Sosyal çevre, sonrasında devreye girer. Ailede şiddet varsa çocuk gördükleri ile yaşadıkları arasında bocalar durur. Sosyal çevresi düzgün davranış biçimleri sergiliyorsa genelde gördüklerini baskılar. Ve düzgün yol alır. Gördükleri, yaşadıkları ile örtüşen bir çevrede şiddet normalleşir. Olması gereken gibi algılanır.
Yıllar önce bir televizyon programında dönemin ünlü bir türkücüsü milyonların önünde şunları söyleyerek kanımı dondurmuştu.”Babam annemi çok severdi. Kızdığı zaman da saçından sürükler, saçları elinde kalırdı.” Aynen böyle söylemişti ve kendisi de asi davranan iki sevgilisini vurdurmuştu. Adamın gördüğü, yaşadığı, büyüdüğü çevrenin algılarının dünyayı gezse Başkanlar(!) tarafından ağırlansa bile değişmeyeceğinin göstergesiydi.Net ve açık.Ve bir gün kendisi de aynı acılarla sınandı. Hepiniz bilirsiniz. Oysa ertesi gün tüm kadın örgütlerinin sokağa dökülmesi gerekirdi. Demek ki o yıllardan bu yıllara pek bir şey değişmemiş. Popüler kültürün magazinsel isyanları, hepsi bu.
Peki böyle mi sürecek? Yapılabilecek bir şey yok mu?
Sosyolog, psikolog değilim elbette Kendimce çözümlerim şunlar: Erkek çocuklarımızı kadına karşı saygılı olarak yetiştireceğiz. Her insanın bir birey olduğunu ve kendine özgü kişilikleri olduğunu kendi değerleri ile örtüşen eş ya da sevgili ile olmaları gerektiğini öğretmeliyiz. Her iki tarafında birlikte olma ve birbirlerini değiştirme arzusunun da zorlama ile olmayacağını anlatmalıyız.
Kız ve erkek çocuklarımızın kendi benliklerini, iç dünyalarını tanımalarını ve ona göre yol almalarını sağlamalıyız. Ama maalesef meslek seçiminde bile çocuklarımızı istemedikleri seçimlere zorluyoruz. Yıllar bu mesleklere tutunabilmek için helak oluyor. Ve en çok şiddet de okumuş dediğimiz o kesimden geliyor. Mutsuz insan, mutsuz paylaşımlar, heba edilmiş yıllar, baskılanmış istekler en yakınındaki en zayıfı yok etme arzusu olarak ortaya çıkıyor. Psikolog değilim diye belirtmiştim ama yıllarca gençlere çok yakın biri olarak gözlemlediğim gerçekler bunlar.
Yukarıda adı geçen kitaptan neden bahsettim? Tüm çocukluğu her gün kayışla dayak yemekle geçen bir adamın kadın oldukları için bedenini satan kadınları bile kutsallaştırmasını anlatıyor. Ezilen, aşağılanan, acı çeken annesinin diyetini ödüyor. Ve o kadınlar, bir öyküsünde, bir şiirinde yer alıp ölümsüzleşmek ya da değerlenmek amacıyla bedelsiz sunuyorlar kendilerini. Her iki tarafın sağlıksız dünyasının yansımasına aşk deyip, o güzel ve özel duyguyu ucuzlatarak hem de. Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz.
Kendi ayakları üstünde durmayıp, bir erkeğin emeği ile günün moda nimetlerinden yararlanmak ve hemcinslerinden üstün bir hayat yaşamak uğruna her zulme, aşağılanmaya razı kadınları görmek utandırıyor beni. Tanrı bağışı güzelliklerini pazar malzemesi yapan bu kadınlara saygı duymuyorum. Her gün evlatlarının önünde, ezilen, horlanan, dayak yiyip, yararlandığı imkânlardan vazgeçemeyen kadına saygı duymuyorum. Mecburiyetler için bedenini satan kadından daha üstün değiller. Hak ediyorlar demiyorum elbette, kimse şiddeti hak etmez. Bu kadınların Bukowski’nin kadınlarından ne farkları var? Yine de şunu belirtmeliyim tercihler kişiyi bağlar.
Bir diğer mesele namus. Herkesin kendisi için taşıdığı bir değer. Aldatan her kimse, aldatılanın da onun kadar suçlu olduğu varsayımına katılmıyorum. Ancak maddi çıkarlar için katlanan kadın gibi sürekli aldatılan ve buna boyun eğen kadına da sebep ne olursa olsun saygı duymuyorum. Gönülden düşmüş ve çıkar amaçlı katlanış da şiddetin başka bir türüne boyun eğmek demek. Uzak diyarlarda, sesini duyuramayan, zulme tahammül edip, anneliği önceleyen çaresiz kadınlarımızı tenzih ederim.
Tüm bunlara katlanmayıp hiçbir eğitimi, geçim kaynağı olmadığı halde MOR ÇATI’ ya sığınıp onurlu yaşamı seçen ne muhteşem kadınlar tanıdım. Yüreklerinden öpüyorum onları. O yüzden bırakın erkeklere mesaj yollamayı, bırakın slogan çığırtkanlığını.
Bu arada bazı kadın derneklerinin, basının, aile bakanlığının ciddi gayretleri yadsınamaz, herkes elinden geleni yapıyor diyerek haklarını teslim edelim.
Bize tek bir hayat bahşedilmiş. Yüce dinimiz -hıyanet eden hocalara bakmayın-insanın mutlu ve onurlu yaşamasını öğütlüyor. Birlikte olmak kadar ayrılmak da hak Hatta incitmeden diye uyarıyor Yüce Tanrı. Birini diğerine muhtaç etmeyeceğini de duyuruyor. Öyleyse yaşamımızı nasıl yaşamak istediğimiz bize ait bir seçim. Toplum da buna saygı duymayı öğrenmeli artık. Seçtiğimiz yol bizi zorlayacak belki ama kendimizle gurur duyacak ve daha mutlu olacağız. Başarmak, insanoğlunu yaşama motive eden en kıymetli değerlerden birisi…
Sevgili hemcinslerim, birine sırtını dayayarak yaşamak yerine kendinizi keşfedin. İçinizdeki yolculukla, olmak istediğiniz sizi keşfedin. O zaman kaç erkek gücünde olduğunuzu görecek ve hayret edeceksiniz. İç dünyanızın götürdüğü yer yine de çıkmaz sokaksa yapacak bir şey yok. Maalesef bedelini, hayatlarınızla, yakınlarınız ve bizlere acı anılar, isimler bırakarak ödeyeceğiz.